Koronavirüs ne çok şey öğretti. Birçok tıbbi terim de gündelik kullanıma girdi. Türkiye televizyonları akşam saatlerinde o gün Koronavirüs tanısı almış ve hayatını kaybetmiş hasta sayıları yanında, yoğun bakımda tedavi gören hasta sayılarını ve "entübe" hasta sayılarını da Sağlık Bakanlığı verileri olarak ekranlarına yansıtıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, her akşam, entübe hasta sayısını öğrenmeden rahat edemiyor.
Doktorlar hastaları ile konuşurken, medyaya açıklama yaparken tıbbi terimler kullanmaya bayılırlar. Bunların yanına birkaç İngilizce kelime de sıkıştırılırsa çok daha etkili olacağına inanç tamdır. Muhtemelen bu nedenle de virüsün ne zaman "peak" yapacağı da tartışıldı durdu. Pandemi yerine salgın desek daha mı az etkili olurdu acaba?
Entübe hasta sayıları en kritik durumdaki hasta sayısını anlatmak üzere kullanılıyordu elbette. Solunum desteği alan hastalar demek tam karşılığı değil. Zira solunum desteği "entübe" edilmeden de verilebilir. En basit anlatımı ile entübasyon hastanın solunum yoluna bir tüp yerleştirilmesidir.
Genel anestezi verilen hastaların hemen hemen hepsine uygulanan bir işlemdir. Su içerken bir damlasının nefes borunuza kaçtığında nasıl öksürttüğünü görmüşsünüzdür. Refleksleri yerinde, bilinci açık bir kişi nefes borusuna bir tüp sokulmasını istemeyeceğinden bu hastalar hep anestezi altındadır.
Anestezinin ülkemizde daha çok kullanılan karşılığı narkozdur. Hastaların birçoğu geçireceği cerrahi işlemden değil de narkozdan korkar. Uyuyup uyanamama endişesi dile getirilir. Hastalar cerrahi girişimden önce genelde cerrahlarını tanırlar ama anestezi doktorlarını çok nadiren görürler. Cerrahi öncesi hastanın anestezi doktoru ile tanışması bu endişeyi azaltacaktır şüphesiz. Zaten ameliyathanenin kendisinin gizemli bir yer olması yeterince ürkütücüdür.
İşlem sırasında korumasız bir şekilde uyuyan hasta kendisini tamamen cerrahi ve anestezi ekibine bırakmıştır. Karşılıklı bir sevgi, saygı ve güven ortamı oluşturmadan yapılan cerrahi işlemlerde sorun çıkma olasılığı da hep daha fazladır. Hastalara narkoz değil de genel anestezi dediğimde daha kabul edilebilir ve daha az korkutucu olduğunu fark etmişimdir. En iyisi de uyutmak terimi, en masumu bu.
Anestezinin bulunması cerrahinin önünü açan en önemli gelişme olmuştur. Anestezi öncesi cerrahi işlemler hipnoz, afyon veya alkol yardımı ile yapılır ve saniyeler içinde bitirilmeye çalışılırdı. Bu nedenle de cerrahların çok hızlı olmaları gerekirdi. Bir bacağın kesilmesi iki hamlede bitmeliydi. Anestezi bunların hepsini değiştirerek cerrahinin bugünlere gelmesini sağladı.
Anestezinin başlaması ilginç olayların, kavgaların ve sonunda intiharın da bulunduğu bir hikaye oluşturuyor.
1844'te diş hekimi Horace Wells ABD Connecticut eyaletindeki Hartford'da bir gösteriye gider. Burada oyuncular yanında ön sıradaki seyircilere de güldürücü gaz (nitröz oksit) verilecek ve onların da eğlenceye katılması sağlanacaktır. Bu gazı soluyanlar şarkı söyleyip dans etmekte, bazen de nutuk atıp kavga etmektedirler. Gösteride bu nedenle gaz sadece "iyi ve ünlü centilmenlere" verilmektedir.
Wells'in bir arkadaşı da gazı soluyunca dans etmeye başlar ve o sırada kaval kemiğini sert bir şekilde kenardaki banka çarparak bacağını yaralar. Wells arkadaşının hiçbir acıma belirtisi göstermediğini fark eder. Daha sonra da derin bir yaralanma olmasına rağmen arkadaşının bunu hiç hissetmemesine şahit olur.
Wells bu gazı diş çekimlerinde kullanmaya başlar ve çok da etkili olduğunu görür. Buluşunu tıp dünyasına tanıtmak üzere Massachussets General Hospital'da kalabalık bir seyirci topluluğu önünde bir diş çekimi gösterisi yapar ama işler istediği gibi gitmez. Hastadan çığlıklar yükselince kahkahalar arasında, aşağılanmış bir şekilde işleme son vermek zorunda kalır.
Bu olaydan bir yıl sonra 1845'te aynı salonda bu kez eter ile yapılan işlemden ise mükemmel bir sonuç alınınca eter çağı başlamış olur. Aslında eter 1842'den beri bir köy hekimi tarafından bu amaçla kullanılmaktaydı ama tıp dünyası bu gösteri ile tanışmış oldu.
Aynı dönemde İskoçya'da kloroform kullanılmaya başlanmış ve doğumların ağrısız bir şekilde gerçekleşmesi sağlanmıştı. Bu da ortalığı karıştırdı zira İncil'de geçen bir cümle "Ağrılar çekerek çocuklar doğuracaksınız" demekteydi. Din çevreleri bunu "Tanrı ağrısız doğumu yasaklamıştır" olarak yorumlayınca tepkiler yoğunlaştı. Ancak gelişmenin önüne geçilemezdi ve 1853'te Buckingham Sarayı'nda, Kraliçe Viktoria dördüncü çocuğunu ve daha sonrakileri kloroform anestezisi ile gerçekleştirdi.
Bundan sonra nitröz oksit, eter ve kloroform taraftarlarının savaşı başladı. Aslında asıl savaş Avrupalı kloroform ile Amerikalı eter arasındaydı. O dönemde tıbbın merkezinin Avrupa olduğu, Amerikalı hekimlerin eğitim için Avrupa'ya geldiği düşünülünce, eterin kibirli Avrupa'da çok da kabul görmemiş olduğu gerçeği ortaya çıkıyor.
Bu kavgadan en zararlı çıkan nitröz oksit savunucusu Horace Wells olur. Değişik gazları kendi üzerinde deneyerek doz, güvenilirlik ve kullanım yerleri konusunda çalışmalar yaparak nitröz oksiti savunmaya devam eder. Psikolojik sorunlarla birlikte tutuklandığı cezaevinde, 1848 yılında, 33 yaşında, intihar ederek hayatına son verir. Bir şeylere öncülük etmek hep sıra dışı olmayı mı gerektiriyor acaba?
Nitröz oksit günümüzde eğlence mekanlarında, partilerde gülme gazı olarak hizmet vermeye devam ediyor.
Kaynaklar
- Jürgen Thorwald. Cerrahların Yüzyılı, Dünyası.Ankara Üniversitesi Basımevi 2005.
- Arnold van de Laar. Bıçak Altında. Koç Üniversitesi Yayınları 2015.