Canlıdan canlıya organ nakli tarihin erken dönemlerinden beri hayal edilen bir işlem olmuş. Sanki o günlerde bile bunun bir tarihte gerçek olacağı düşüncesi yerleşmiş. Bu işi abartanlar ise MÖ 12. yüzyılda Hintliler olmuş. Bir efsaneye göre güçlü tanrılardan Şiva bir çocuğun başının yerine bir fil başı yerleştirerek Ganeşa adında yeni bir tanrı yaratmış. Bu nakil iki farklı tür arasında yapıldığı için de önemli, zira günümüzde bile hayal edilen ve, henüz, başarılamayan bir operasyon.
Şiva tanrının bir biçimi olarak anılıyor. Her ne kadar yok edici bir tanrı olsa da “kötülükleri yok eden” olarak olumlu anılıyor. Ganeşa'nın büyük fil kafası bilgiyi, aklı, irfanı temsil eder. Büyük kulakları bütün insanları ve bütün duaları duyabileceğini vurguluyor. Ellerinde tuttuğu balta, kamçı, lotus çiçeğinin her birinin anlamı var. Fare de orada boş yere durmuyor. Her neyse, Hint efsanelerini yorumlamak beni çok aşar.
Tarih boyunca organ nakillerinin her türü defalarca denenmiş ama başarı sağlanamamış. Anestezi uygulanması cerrahların önünü açmış ama doku reddi kavramı anlaşılamadığından ve üstesinden gelinemediğinden uzun süre beklemek gerekmiş.
İkinci dünya savaşı sırasında düşen uçaklarda ciddi yanıkları olan İngiliz pilotların tedavisinde deri nakilleri yapılmış ama hepsi de başarısız olmuş. İşte bundan sonra doku reddinin nedenleri ve tedavisi araştırılmaya başlanmış ve ilk işe yarayan ilaç kortizon olmuş. Bağışıklık sistemini baskılayan kortizon deri naklini olur hale getirmiş.
Başarılı böbrek nakli karaciğerden önce gerçekleşmiş. 1954 yılında Joseph Murray tek yumurta ikizlerinden birinden aldığı böbreği diğerine nakletmiş ve mükemmel bir sonuç elde etmiş. Genetik olarak tıpa tıp aynı olan ikizlerde organ reddi olmadığından bu gerçekleşmiş ama daha sonra ikiz olmayan kişilerde yapılanlar, organ ve doku reddini engelleyen ilaçların bulunmasına kadar, hep başarısız olmuş. 1960 yılında kortizon ve azotioprin organ reddini engelleyerek böbrek naklini yapılabilir kılmış. Elbette bu arada teknik olarak damarları birbirine bağlama yöntemlerini 1902 yılında geliştirmiş olan Alexis Carrel’i unutmamak gerek. Carrel 1912 yılında bu nedenle Nobel ödülünü almış.
Karaciğer nakli için başlangıç 1958 yılında, bu ameliyatın teknik olarak köpeklerde yapılabileceğini gösteren Francis Moore’un çalışmaları olmuş. İnsanda ilk deneyen kişi ise 1963 yılında Thomas Starzl. Starzl, ilk beş hastası ölünce durmak zorunda kalmış. Bu hastalardan en uzun yaşayanı 23 gün yaşamış. Böbrek naklinde yeterli olan kortizon ve azotioprin karaciğer gibi karmaşık bir organın naklinde yeterli olmamış.
Ancak 1967 yılında İngiltere’de Sir Roy Calne tarafından geliştirilen ve organ reddini engelleyen anti lenfosit serumun ortaya çıkması ile karaciğer naklinin önü açılmış ve Starzl başarılı bir şekilde nakillere devam etmiş. Artık günümüzde organ reddini engelleyen birçok ilaç var ve ölmek üzere olan insanlar karaciğer nakli ile normal hayatlarına devam edebiliyorlar.
Ülkemizde ise organ nakli denilince Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı saygıyla anmak gerekiyor. Prof. Haberal 3 Kasım 1975 tarihinde, Hacettepe Üniversitesi'nde, Türkiye'deki ilk böbrek naklini gerçekleştirdi. Ayrıca ilk kez kadavradan böbrek naklini ve ilk karaciğer naklini yapan da Haberal ve ekibi oldu. Bence daha da önemlisi "Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli" yasasının hazırlanıp 3 Haziran 1979'da Türkiye'de ilk defa yürürlüğe girmesine de öncülük etmiş olmasıdır.
Her yıl 3-9 Kasım “Organ ve Doku Bağışı Haftası” olarak kutlanıyor. Dünyada ve Türkiye’de binlerce kişinin organ beklediğini unutmayalım lütfen. 3-D yazıcılar ile yapay dokular yapıldı, organlar da elbet bir gün yapılacak ama o gün gelinceye kadar tek çözüm organ bağışı. Organ bağışınızı e-nabız uygulamasından da yapabilirsiniz.