14 Temmuz 2023

Vilnius zirvesi, Türk dış politikası ve yeni dünya düzeni

Vilnius’tan yansıyan havaya bakıp Türkiye’nin dış politikasında köklü bir değişiklik yaşanmaya başladığı sonucuna varmak gerçekçi olmaz.

NATO'nun Vilnius'taki Liderler Zirvesi dün sona erdi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan İsveç’in NATO'ya katılma önerisini onay için TBMM’ne götüreceğini açıkladı. ABD Başkanı Joe Biden’la görüştü. F-16’ların satışına Kongre onayını kolaylaştıracağı sözü aldı. Bu gelişmelerin yansıttığı hava içinde ittifak üyesi birçok Batılı liderle yapıcı ve dostane ikili görüşmeler gerçekleştirdi. İttifakı güçlendiren sonuç belgesine özlü katkı gerçekleştirdi. Bu olumlu havaya şu ana kadar Kremlin’den bir tepki gelmedi. Avrupa Birliği süreci Kopenhag Kriterleri'ne bağlı kalmaya devam ediyor.

Türk dış politikasında köklü değişiklik mi?

Vilnius’tan yansıyan bu havaya bakıp Türkiye’nin dış politikasında köklü bir değişiklik yaşanmaya başladığı sonucuna varmak gerçekçi olmaz.

Ülkemizin bilinen nedenlerle ciddi dış kredi arayışı içinde bulunduğu bugünlerde Batı dünyasıyla iyi ilişkilere ihtiyaç duyduğu kesin. Vilnius zirve toplantıları vesilesiyle Amerika ve Avrupa Birliği ülkeleriyle doğan yakınlaşmanın devamlı olup olmayacağını zaman gösterecek.

Zirve hangi bağlamda gerçekleşti?

Bu arada Vilnius zirve toplantısının dünya politik gelişmelerinin hangi bağlamında gerçekleştiğini görmek için uluslararası dengelerin ve dünya güvenlik ortamının şu anda ne durumda olduğuna bir göz atmak yararlı olabilir. NATO zirveleri, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi toplantıları öteden beri önem taşır. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD liderliğinde kurulan Atlantik İttifakı ve BM odaklı dünya düzeni, günümüzün güvenlik, ekonomik ve bilimsel gelişmelerinin yarattığı küresel ihtiyaçlara artık yanıt vermiyor. Bugün yeni uluslararası güvenlik ortamını, küresel düzeyde, yönlendirebilecek kapsayıcı gücü, gerçek hayatta, birbirine rakip iki dev süper devlet olan ABD ve Çin’in fiili liderliğinde, Avrupa Birliği, Rusya, Hindistan ve Japonya’nın oluşturduğu istişari nitelikte bir devletler grubu meydana getiriyor. Halen uluslararasında sürdürülebilir stratejik dialogu, dünya GSMH’nın ve küresel askeri harcamalarının yüzde 70’ini oluşturan ve hemen tümü nükleer silah kapasitesine sahip bu devletler grubu, henüz yaşamsal bir dünya sorunu çözmedilerse de, aralarında gerçekleştirdikleri rekabet ve istişari temaslar kendi başında önem taşıyor. Anılan devletlerin bu grup içinde yer almaları, sahip oldukları değerler veya, demokratik olsun olmasın, rejimleri dolayısıyla değil, askeri güçleri ve siyasi nüfuzları sayesinde gerçekleşiyor. (*)

Kaotik ve düzensiz bir dünya

Böylece bugün kurallarla sınırlanamayan ve küresel sorunlarla yüzleşemeyen, büyük ülkelerin başına buyruk olduğu güç temelli ve çok aktörlü tehlikeli bir dünya düzeninde bir arada yaşıyoruz. Bu dünyada NATO tek başında tayin edici güç değil. Ancak üyeleri arasında dünya politikasına yön veren ABD ve AB gibi iki ağır sıklet güçlü yer alıyor. 

Bu yeni düzende dünya devletleri, salgın hastalıklar, enerji, iklim değişikliği, yapay zeka gibi küresel işbirliği gerektiren konularda ortak çözüm üretemiyor. Çözülebilecek sorunlar çözümsüz hale geliyor ve insanlığın geleceği belirsizliklere sürükleniyor. Fakat bu dinamikleri besleyen güç ve para ihtirası insanlık tarihinde ne kadar yapısal ve doğalsa, bu ihtirası dengeleyen ve uzun vadede kontrol altında tutan özgürlük, adalet, bilim, sanat arayışının da o kadar yapısal ve doğal olduğunu unutmayalım. Dolayısıyla bir tarafta güç arayışı dünyaya yön verirken, ülkelerin içinde ve ülkeler arasında, adalet, bilim ve sanat arayan geleneğin örgütlenmesi ve insanlığın temel haklar ve özgürlükler için mücadelesi de devam edecek. Bu mücadeleye şekil verecek olanlar ise yeni teknolojileri üreten ve kullanan yaratıcı genç nesiller olacak.

Türkiye bu gelişmelerin neresinde?

Türkiye jeo-stratejik durumu itibarıyla tüm bu gelişmelerin merkezi bir konumunda yer alıyor. Bu konum Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra doğan jeopolitik haritada Asya, Avrupa, Kuzey Afrika gibi üç kıtanın kesiştiği ve Akdeniz’in çevrelediği derin bir kırılma hattı. Türkiye’nin, 84 milyon nüfusu ve seküler ve demokratik siyasi rejimi ve güçlü ordusuyla bu kırılma hattında yer alan tüm devletlerle siyasi, kültürel, ekonomik, tarihi ve insani ilişkileri var. Aynı zamanda zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahip devletlerle komşu. Şimdi Rusya-Ukrayna savaşıyla Montrö sayesinde Karadeniz’i kontrol edebilme yeteneği ile dünya sahnesinde ön planda rol oynuyor.

Kuruluşumuzdaki ilkeler

Bu kadar değişken ve kaygan zemin üzerinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan 2000’li yılların ikinci on yılına kadar, II. Dünya Savaşı dahil, takriben 90 yıllık bir süreyi, çeşitli sorunlarla baş etmeye çalışarak geçirdi. Dışında kalmayı başardığı büyük dünya savaşına ve Orta Doğu Kafkaslar ve Doğu Akdeniz’de patlak veren ciddi bölgesel çarpışmalara rağmen toprak kaybına uğramadı. Ne var ki, bölgesel etnik, dini ve mezhepsel istikrarsızlıklar bizi de etkiledi. Ancak uzak veya yakın coğrafyalarda Müslüman nüfus barındıran bir kısım devletlerin maruz kaldığı boyutlarda kanlı siyasi ve ideolojik iç savaşlara sürüklenmedi.

Barış vizyonu

Türkiye, Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren geçen bu dönemde dış politikasının oluşmasında ve uygulanmasında, dış ilişkilerinin ekseninde ve yönünde belli bir tutarlılık ve güvenilirlik sergileyerek yaşadı. Bu sonucu, kamu oyumuzda yaygın ve güçlü bir demokrasi geleneği ve talebi olmamasına rağmen, akla ve bilime dayalı barış vizyonunun sürekliliği sayesinde sağladı. 1923’lerden beri iş başındaki tüm Cumhuriyet hükümetlerinin devlet yönetiminde benimsedikleri akıl, bilim ve barışa vizyonu çerçevesinde, dış politikada uzun vadeli stratejik hedeflerimizin belli olması ve bu hedeflerin öncelik sırasının açıklanması laik Cumhuriyet rejimimizin devamlılığının teminatını oluşturdu.

Bilim ve teknoloji

Ancak dünya, son yıllarda yazılım, yapay zeka, ChatBot, Quantum Computer, uzay teknolojisi, nano teknoloji, çevre, iklim değişikliği gibi  yüksek teknolojilerde dev adımlar atarken, Türkiye bu alanların hiç birinde varlık gösteremiyor. Özellikle matematik eğitimi, yüksek teknoloji ve siber dönüşüm gibi alanlarda, kısmen askeri teknoloji hariç, bireysel başarılar sayılmazsa, dünya skalasındaki sıramız çok aşağılarda seyretmekte.

Taassup

Şimdilerde orta, lise seviyesindeki okullara manevi eğitim amaçlı imamlar ve vaizler gönderilmesi gündemde. Ayrıca kadın ve erkeklerin kültürel etkinliklerde bir arada eğlenmemeleri için baskıya maruz kaldıklarına ve valiliklerin ve belediyelerin gençlik festivalleri ve konserlerini iptali girişimleri, İBB’nin, ARTİstanbul’da Feshane’de açtığı sergiye saldırı gibi yaşam tarzına müdahalelere tanık oluyoruz. Devrim yasalarımızı ve Anayasamızın kadın erkek eşitliği ilkesini çiğneyen bu tür uygulamalar genç kuşaklarımızı ülkelerinden uzaklaştırırken, radikal İslam ve fakir Müslüman kitlelerin yurdumuza akmalarını teşvik ediyor. Kitlesel boyutlara ulaşan mülteci sorunu Türkiye’de siyasi ve kültürel kutuplaşmaları arttırıyor ve milli birliğimizi zayıflatıyor.

İç ve dış politikada Siyasi İslam’ın etkisi

Dış ilişkilerimiz 2010’lardan itibaren Müslüman Kardeşler hareketi “İhvan”ın etkisinde siyasi İslam çizgisine doğru yöneldi. Aşırı muhafazakar İslamiyetçi akımlar İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasında etkili oldu. Milli Eğitim Bakanı'nın “..gerekirse kız okulları açabilmeliyiz…” şekline beyanları var. (**) Oysa eğitim politikamızı Şeriat kuralları değil Anayasamız belirliyor. Bu gelişmeler siyasi, sosyal ve kültürel bakımdan geriye doğru atılan dev adımları oluşturuyor. Anayasamıza uygunluğu tartışmalı bu adımlar aslında  Cumhuriyetimizin temellerinin oturduğu akıl, bilim ve barış vizyonundan kopuşu gözler önüne seriyor. Bu niteliği ile yakın tarihimizin önemli kırılma aşamaları.

Fiili uygulamalar kanuna dönüşür

Şayet bir toplumda yasalarda yer almayan fiili uygulamalar gerçek hayatta uzun süre “de facto” olarak tatbik edilirse, yasa metinlerindeki maddeleri sessizce iskat ederek, “de Jure” kanun gücünü kazanabiliyor. Dünyada hukukun gelişmesi Roma hukuku döneminden beri benzeri süreçlerde gerçekleşti. Avrupa Birliği mevzuatı da üye ülkelerde gündelik yaşantılardaki tatbikatın tedvin edilmesinden doğdu. Anayasamızın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek ilk dört maddesinin geçerliliğini tehdit eden tehlike tam da burada yatıyor. (***)

Vizyonsuz diplomasi

Diplomaside vizyon yoksa gündelik kararlar devreye girer. Bu tür kararlarlar kapsamlı kurumsal “Durum Muhakemelerine” dayanmaz. Fevridir. Sık değişir. Birbiriyle çelişir. Uzun erimli, denenmiş ve sınanmış bir tatbikata veya kökü belli olan politikalara yaslanmadığı için, Nazım’ın dediği gibi boşlukta kalır. (****) Çoğu zaman suni krizler yaratmak veya yakın başarısızlıkları örtmek için başvurulur. Bir anlık saman ateşi misali parlar ve sönümlenir. Dış politika kararları genelde hemen sonuç vermez. Verilen sözlerin tutulmadığı anlaşıldığı zaman iş işten zaten geçmiş olabilir. Günübirlik kararlar dış ilişkilerde süreklilik, gerçekçilik, öngörülebilirlik, denge ve güven ilkelerini yok eder.

Vizyon değişmedikçe dış politikanın değiştiğinden bahsedilemez

Dış politikamızda gündelik kararların olumsuz etkilerinden sırf Batılı ülkelerle münasebetlerimiz değil, aynı zamanda Ortadoğu ve Arap dünyasıyla ilişkilerimiz de payını alıyor. 14-28 Mayıs seçimlerinden sonra yeni Cumhurbaşkanlığı Kabinesinin kurulmasıyla Mısır, Suriye gibi komşularımızla ilişkilerimizin yeniden kurulacağı ve Batı dünyasıyla münasebetlerimizin güçlendirileceği beyanlarına tanık olduk. Nitekim Mısır’la diplomatik ilişkilerimiz kuruldu. Karşılıklı Büyükelçiler teati edildi.

Cumhurbaşkanı Sisi’nin ülkemize resmi ziyareti bekleniyor. Ancak bu gelişmeler, dış politikamızda 2010’larda terk ettiğimiz akıl, bilim ve barış vizyonuna avdet ettiğimiz anlamını taşıyor mu? Mısır’da, şimdi İhvan karşıtı olan Sisi rejimiyle yeniden kurulan diplomatik ilişkilerimiz bizim Müslüman kardeşler ideolojisini artık terk ettiğimizin kanıtı mıdır? Dış politikamızda kader planlamasına inancımız dışında geleceğe yönelik vizyonumuzda bir değişiklik mi oldu? Bu konularda sessizlik sürüyor.

Sisi ve Erdoğan, 2022 FIFA Katar Dünya Kupası'nın açılış maçında

Vilnius Zirvesi sonuçlarını ülkemiz bakımından değerlendirirken yukarıdaki görüşlerin de göz önünde bulundurulması yararlı olabilir.

Sonuç

XXI. yüzyılın ilk çeyreği içinde bulunduğumuz bu yıllarda yaşadığımız  siyasi, sosyolojik ve inanılmaz teknolojik değişiklikler, eğer yeni bir uluslararası düzeninin doğumuna hazırlığı ima ediyorsa, kendimizi nerede ve nasıl konumlandırdığımızın değerlendirilmesi için içerde ve dışarda anlaşılabilir güven verici adımları atmaya başlamamız önem taşıyor. Bu bağlamda yeni yüzyılda vurgulamamızda yarar olacak mesajlarımız, insanlığın ortak uygarlığına katkı irademizi yansıtacak barış ve iş birliği mesajları olmalı. Bu yolda resmi veya sivil toplumumuzdan sadır olacak beyanlar, Türkiye’nin dünyada şu sırada işgal ettiği mevkiin seviyesinde niteliksel bir sıçrama yaratabilir.


(*)      The New Concert of Powers. Richard N. Haass ve Charles A. Kupchan

(**)    T24 -11 Temmuz 2023

(***)     Devletin şekli, cumhuriyetin nitelikleri, devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve  başkenti gibi konulardaki hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi bile önerilemez”

(****)    Boşlukta çürür kelam

            Topraktan gelmemişse

            Toprağa dalmamışsa

             Kökünü salmamışsa

             Nazım Hikmet

Özdem Sanberk kimdir?

Özdem Sanberk, 1938 yılında Ankara’da doğdu. 1958 yılında Galatasaray Lisesi’ni, 1962 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.

Dışişleri Bakanlığı’na 1963 yılında giren Sanberk, Madrid, Amman, Bonn, Paris ve Brüksel büyükelçiliklerinde çalıştı; OECD ve UNESCO daimi temsilciliklerinde çeşitli derecelerde görevde bulundu.

Dışişleri’nde ekonomi dairesinde çalıştığı sırada tanıştığı Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal’ın Başbakan olmasından sonra, 1985–1987 yıllarında dış politika danışmanlığını yürüttü.

Sanberk, 1987’den sonra bakanlığın merkez ve dış teşkilatlarında Avrupa Topluluğu nezdinde T.C. Daimi Temsilciliği ve Büyükelçiliği (1987-1991), Dışişleri Müsteşarlığı (1991-1995) ve T.C. Londra Büyükelçiliği (1995-2000) gibi görevler yürüttü.

Özdem Sanberk emeklilik yıllarında, Türkiye ve yurt dışındaki düşünce kuruluşlarında düşünsel etkinliklere, ulusal ve uluslararası konferans ve seminerlere yönetici ve konuşmacı olarak katılım sağlamaya devam etmektedir. Sanberk ayrıca dış politika alanında yazılı, sözlü ve görsel yayın yapan ulusal ve yabancı basın organlarında konuşmalar ve yayınlar yapmaktadır.

Haziran 2021'den itibaren T24'te, ağırlıklı olarak dış politika ve dünyadaki gelişmeler üzerine yazıları yayımlanıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Fransa, dünya ve siyasette yeni aktörler

Genç Başbakan Gabriel Attal'ın başarılı olup olmayacağı hakkında herhangi bir tahmin yürütmek isteyenlerin herhalde kabineyi oluşturacak yeni hükümet üyelerini açıklanmasını beklemeleri gerekecek. Şayet bu atama Fransa siyaset sahnesine yeni yüzleri, yeni politikaları ve yeni öncelikleri beraberinde getirirse, Fransa'da oluşacak böyle bir gelişme, geçmişte olduğu gibi yine Avrupa'da, Amerika'da ve dolayısıyla dünyada etkiler yaratabilir

Ufukta inandırıcı bir siyasi çözüm görünmeden Gazze'de akan kan durmaz

Üç aya yaklaşan Hamas - İsrail savaşında mevcut koşullar bugün için ufukta inandırıcı bir çözümün görünmediğini ortaya koyuyor. Bunun anlamı önümüzdeki belirsiz bir sürede bölgemizde daha pek çok masum sivilin, kadın, erkek ve çocuğunun kanlarının dökülmeye devam edeceği

Cumhuriyet'in 2. yüzyılında "dünya ile birlikte nefes almak"

Son yıllarda yoğun şekilde yurt dışına gitme arzusunu gösteren gençlerimizin ihtiyacı da dünya ile birlikte nefes almak. İnsanlığın uygarlık yolundaki çabalarına Türkiye’nin katkısını getirmek. Aksi takdirde dörtte birini harcadığımız ikinci yüzyılda Cumhuriyetimizin dünyanın çeperlerine sürüklenme riskiyle karşılaşması kaçınılmaz olur...