29 Ekim 2022

Cumhuriyetimiz 100. yılına girerken

“Demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarına saygı temelinde güçlü bir ivme Cumhuriyetimizin 100.Yılının bizlere verdiği bir sorumluluktur”

Yaşamsal sorunlarını çözemeyen ülkeler

Türkiye Cumhuriyeti, bugün yaşadığımız ciddi sorunlara rağmen kuruluşundan bu yana geçen 99 yıldan beri birçok alanda inanılmaz ilerlemeler kaydetti. Ne var ki, bu inişli çıkışlı süre içinde başta hukuk, adalet, hak ve özgürlükler ve yoksulluk olmak üzere yaşamsal sorunlarını çözemedi. Bu durum dünyada layık olduğu yeri almasında en ciddi handikaplarımızdan birini oluşturuyor. Tarih bize, yaşamsal sorunlarını çözemeyen ülkelerin önce savaşlara ve şiddete savrulduklarını, daha sonra ise bir çöküş dönemine girerek dağıldıklarını gösteriyor. (*) Osmanlı İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği bu tespiti yakın tarihte gerçek hayatta doğrulayan iki örnek. Her ikisi de, zamanın dünya standartlarının gerisinde kaldıkları için yaşamsal sorunlarını çözemediler ve dağılarak başkalaşıma uğradılar. Yerlerine yeni devletler kuruldu.

Modern Türkiye Cumhuriyeti

Türkiye Cumhuriyeti de, Osmanlı İmparatorluğu'nun ardılı devletlerinden biri olarak I. Dünya Savaşı ertesi XX. yüzyılın en modern koşullarına uygun olarak büyük fedakarlıklarla halk iradesine dayalı laik, egemen, bağımsız ve barışçı bir devlet olarak doğdu. İlk 15 yıl içinde kadın erkek eşitliği dahil, gerçekleştirdiği ilerici devrimler ve mahir diplomasisi sayesinde II. Dünya Savaşının dışında kaldı ve Soğuk Savaş'a rağmen toprak bütünlüğünü korudu.

Demokles'in Kılıcı

Türkiye Cumhuriyeti bugün, 21.Yüzyılın üçüncü on yılında ve kuruluşunun 100.yılında içte ve dışta ciddi yapısal ve yaşamsal sorunlarla karşı karşıya. Her şeye rağmen bu sorunları çözebilecek donanıma, iradeye ve dinamizme sahip yurtsever bir aydın genç nüfusu bulunuyor. En önemlisi demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan, kişisel politikayla dini inançların ayırımı anlamında, İslam dünyasında tek örnek olan laiklik ilkesi Cumhuriyetin temel direğini oluşturmakta.

Ama halen karşısında bulunduğu yaşamsal sorunlarını demokrasi içinde çözmekte daha fazla gecikirse, halen bizi ve dünyayı saran iç ve dış tehditler sebebiyle geri sarılamayacak bir bunalım sarmalına girme riski Demokles'in kılıcı gibi sallanmakta.

Belirsizlik açılımları davet eder

Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunlarının kalın kataloğunu açmak bu yazının kapsamını aşıyor. Ancak şurası muhakkak ki ekonomik, sosyal, siyasi, stratejik, iç ve dış güvenlik sorunlarımızın sayısı ve muhtevası, Cumhuriyetimiz için en hafif tabiriyle ciddi anlamda belirsizlikler yumağı oluşturuyor.

Belirsizlik aslında sadece olumsuz ve tehditkar anlam taşıyan bir kavram değil. Belirsizlikler, normal zamanlarda durağan ve statik kalan bir potansiyeli, gizil güçleri ve yeni imkanlarıyla, açılımları beraberinde getirebilir. Ülkede, donanımlı ekipler varsa bu açılım ve imkanları değerlendirebilir. Türkiye’de bu donanımlı ekipler çoğunlukla gençlerimizden oluşuyor. Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini gençlere emanet etmesi, büyük devlet adamının dahiyane ileri görüşlülüğünü bir kere daha kanıtlıyor.

Vizyon ve devrimlerimiz (**)

Gençlerimizin bugünkü bilgi çağında yeni bir vizyona ihtiyaçları var. Bu vizyonu sınırlarımızın ötesine aramalarına gerek yok. Çünkü aradıkları vizyon Cumhuriyetimizin temelinde var olan devrimlerimizde yatıyor. Devrimlerimiz laiklik, barış, refah terakki, eğitim, kadın erkek eşitliği gibi çağdaş nitelikleri hiçbir zaman kaybolmayan ve zaman ve mekan kavramlarının sınırlarını aşan ilkeler. Geçerliliklerini halen, sırf Türkiye’de değil, tüm dünyada bütün canlılığıyla koruyorlar. Genç kuşaklarımızın devrimlerimizi 21.ci yüzyıl gereksinimleri ışığında yeni bir enerjiyle yeniden ziyaret etmesi aslında sırf kendimiz için değil tüm insanlık için başlı başına önem taşıyan bir vizyon oluşturuyor.

Atatürk’ün mirası

Atatürk’ün takriben yüz yıl önce vurguladığı çağdaş uygarlığı yakalama ve onun üzerine çıkma yönündeki mesajı insanlığın bugün ulaşmayı düşlediği vizyonunu da kucaklıyor. Bugün dünya gençliği bilişim, yapay zeka, çevre, iklim değişikliği, doğa - insan ilişkisi gibi adeta ikinci bir Hümanizmanın temellerini atma heyecanını yaşıyor. Gençlerimizin devrimlerimize çağdaş uygarlığı yakalama anlayışıyla yeniden sahip çıkması ve bu sahiplenmeyi gelecek kuşaklara devretme sorumluluğunu dünya gençliği ile ele yüklenmesi tüm insanlık için değerli bir adım olacak. Vicdan ve adalet duygusuna tutkun olan gençliğimizin sanatı, doğayı ve yaşamın tüm boyutlarını kucaklayan bir yaklaşımla bu adımı atmaya muktedir olduğuna inanıyorum. Yeter ki ayni anlayış bu günkü ve yarınki siyasi partilerimiz ve hükümetlerimizce de paylaşılsın parti ve hükümet programlarında en açık şekilde ifadesini bulsun. O zaman dış politikamızın yapısal sorunlarından daha kolay kurtulacağına ve Cumhuriyetimizin, insanlığın bir bütün olarak ilerlemesine ve ortak geleceğine katkıda bulunan bir devlet olarak uluslararasında layık olduğu tarihi saygınlığa, itibara ve güvene kavuşacağına şüphe etmeyelim.

200 yıl geriye sürüklenme

1923’te kurulan Cumhuriyetimizin yaslandığı modernleşme devrimlerinin son 20 içinde yıl işlevsizleştirilmesi sürecinin geriye sarılması ancak AB reform sürecine avdetle mümkün olabilir.
Bu da ancak Türkiye’de, halkın iradesini temsil eden TBMM’in doğal yetkilerine yeniden kavuşturulmasıyla gerçekleştirilebilir. Bu yapılamazsa Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun yüzüncü yıldönümünde, mevcut sorunlarıyla, 21. Yüzyıl özgürlük ve uygarlık normlarıyla bütünleşmek yerine, yüz yıl geri giderek kuruluş tarihi olan1923’e gerisine düşmüş olacak, hatta TBMM’nin yasama ve denetleme yetkisinden mahrum kalması sonucu hemen tamamıyla işlevsizleşmesiyle bu tarihin de arkasına savrulacaktır. Bunun anlamı ise Türkiye Cumhuriyetinin 1876 Mithat Paşa Anayasasıyla kurulan ilk Meclis-i Mebusan döneminin de gerisinde kalarak 1839 tarihli Tanzimat Ferman’ının öncesine avdet etmesi sonucunu doğuracaktır.

Bir umut

Türkiye’nin iç ve dış koşullar nedeniyle halen karşı karşıya bulunduğu bu sürecin geleceği hakkında zayıf da olsa tek bir umut ışığı aranacak olursa bu ışık belki Avrupa ülkelerinde yaşamakta olan milyonlarca Türk’ün mevcudiyetinde bulunabilir.

Vatandaş veya soydaş, dindar veya seküler, Sünni veya Alevi, muhafazakar veya ilerici, halen Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin hayatları Avrupalıların hayatlarıyla yarım yüzyıldan fazla bir zamandan beri pek çok bakımdan iç içe geçmiş bulunuyor. Coğrafya, ekonomi, ticaret, turizm, eğitim, kültür, sanat, sinema, insani temaslar, karma evlilikler, nüfus artışı, göçler, yiyecek içecek alışkanlıkları ve karşılıklı kaçınılmaz toplumsal etkileşim dinamikleri ve bu dinamiklerin bilhassa eğitimli genç nüfus üzerindeki etkileri yabana atılmayacak kadar önem taşıyor.

Türkiye Cumhuriyeti bir süre öncesine kadar demokratik sosyal ve ekonomik reformları gerçekleştirebilecek eğitim ve kültür kapasitesine sahip olduğunu kanıtlayan bir ülke. Eğer Türkiye’nin şehirli ve eğitimli müreffeh, yeni sanayi toplumu Avrupa ülkeleriyle bu çoklu etkileşim ağı içinde canlı kalmaya ve bilhassa büyümeye devam ederse, ülkede şu anda ihtiyaç duyulan sosyal ve liberal reformların bir kısmının orta ve uzun vadede doğal bir sosyolojik süreç içinde kendiliğinden gerçekleşmesi mümkün olabilir. Muhafazakar olsun olmasın toplumun büyük bir bölümü bu ilişkiler sayesinde Batı dünyasının hayat tarzına daha derin şekilde nüfuz edecektir.

Batı opsiyonu

Böyle bir süreç gerçekleşirse, bunun Türkiye’de akılcı bir eğitim reformu dahil, yeni bir modernleşme sürecini tetiklemesi ve bu sayede Batı'yla zaman içinde bireysel ve toplumsal partnerlik bağlarının artması ve güçlenmesi mümkün olabilir.

Ne var ki geri sarılma süreci önümüzdeki üç veya dört yıl içinde başlamadığı takdirde toplumda nesil değişikliği gerçekleşmiş olacağından geri dönüşüm için zaman sınırı aşılmış olacaktır.

Bu arada tabii Türkiye’nin Batı opsiyonu yok olursa o zaman otoriterleşmeye, hatta radikalleşmeye doğru çok daha süratle savruluşun kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet halini alması kaçınılmaz.

Demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarına saygı temelinde güçlü bir ivme Cumhuriyetimizin 100.Yılının bizlere verdiği bir sorumluluktur.

2023 yılında yapılacak olan genel seçimler 100.Yılda bu nedenle stratejik değer taşıyor.


(*) Edgar Morin
Mon Chemin
Fayard

(**) Değerler, Çıkarlar ve Dönüşüm; Özdem Sanberk, Sönmez Köksal ve Memduh Karakullukçu; Doğan Kitap

Yazarın Diğer Yazıları

Fransa, dünya ve siyasette yeni aktörler

Genç Başbakan Gabriel Attal'ın başarılı olup olmayacağı hakkında herhangi bir tahmin yürütmek isteyenlerin herhalde kabineyi oluşturacak yeni hükümet üyelerini açıklanmasını beklemeleri gerekecek. Şayet bu atama Fransa siyaset sahnesine yeni yüzleri, yeni politikaları ve yeni öncelikleri beraberinde getirirse, Fransa'da oluşacak böyle bir gelişme, geçmişte olduğu gibi yine Avrupa'da, Amerika'da ve dolayısıyla dünyada etkiler yaratabilir

Ufukta inandırıcı bir siyasi çözüm görünmeden Gazze'de akan kan durmaz

Üç aya yaklaşan Hamas - İsrail savaşında mevcut koşullar bugün için ufukta inandırıcı bir çözümün görünmediğini ortaya koyuyor. Bunun anlamı önümüzdeki belirsiz bir sürede bölgemizde daha pek çok masum sivilin, kadın, erkek ve çocuğunun kanlarının dökülmeye devam edeceği

Cumhuriyet'in 2. yüzyılında "dünya ile birlikte nefes almak"

Son yıllarda yoğun şekilde yurt dışına gitme arzusunu gösteren gençlerimizin ihtiyacı da dünya ile birlikte nefes almak. İnsanlığın uygarlık yolundaki çabalarına Türkiye’nin katkısını getirmek. Aksi takdirde dörtte birini harcadığımız ikinci yüzyılda Cumhuriyetimizin dünyanın çeperlerine sürüklenme riskiyle karşılaşması kaçınılmaz olur...