16 Mart 2025
Türkiye’de belki de Z kuşağını anlama çabasından dolayı özellikle son dönemlerde farklı kurum ve kuruluşlar tarafından gençlere yönelik çalışmalar yayınlandı ve yayınlanmaya da devam ediyor. Ben de bu köşede ara ara bu çalışmaları kısaca özetlemeye ve kendimce durum tespiti yapmaya çalışıyorum. Gençlere yönelik çalışma enflasyonunda arada gözden kaçırdığımız başka bir grup daha var aslında. Çocuklar. Çocukların kendi deneyim ve duygularını içeren kamuya açık çalışmalar gençlere yönelik çalışmalara kıyasla daha az ve belki de mevcut çalışmalar arasında en kıymetlilerinden bir tanesi de geçtiğimiz sene aralık ayında yayınlanan “Çocuğun İyi Olma Hali: Krizler Çağında Çocuk Olmak”. Araştırma, Türkiye'deki 11-18 yaş arası çocukların iyi olma halini günümüzün çoklu krizler (ekonomik sorunlar, iklim değişikliği, pandemi vb.) bağlamında derinlemesine incelemeyi amaçlıyor ve bunun için Türkiye genelinde 29 ilde 1513 hanede 11-18 yaş arası çocuklar ve ebeveynleriyle anket çalışması gerçekleştirilmiş.
Doğal olarak böyle bir çalışmada da ilk akla gelen soru çocukların iyi olma halini ya da onları kaygıya sürükleyen nedenlerin neler olduğu oluyor. Çalışmada yer alan çocukların dörtte üçü ekonominin durumundan veya bir aile bireyinin başına kötü bir şey gelmesinden kaygı duyuyor. Yine üçte ikisine yakını gelecekle ilgili planlarının gerçekleşmeyeceğinden ve COVID-19 benzeri bir pandemiden kaygı duyarken, başarısızlık korkusu da çocukları kaygılandıran bir başka etmen. Çocukların yarısı deprem, orman yangını gibi doğal afetleri en önemli üç tehdit arasında görmekte. İşsizlik (%49) ve yoksulluk (%45) da çocuklar için önemli tehdit unsurları. Haliyle tüm bu kaygı ve tehdit algıları, çocukların psikolojik iyi olma hallerini doğrudan negatif bir şekilde etkilemektedir.
Eğitim başlığı altında da yine çalışmada dikkat çekici sonuçlar mevcut. Sanırım bunlardan ilki okula giden çocukların, okula gitmeyen çocuklara göre daha mutlu olduklarını belirtmesi. Elbette bu gerçeğin altında ailelerin sosyoekonomik durumlarının da yattığını düşününce burada yine çocukların mutluluğunun da ne yazık ki sınıfsal olduğu sonucuna varmak mümkün. Öte yandan bu sonuç okula giden her çocuğun sorun yaşamadığı ya da mutsuz olmadığı anlamına da gelmiyor elbette. Çalışmada görüşülen çocukların yaklaşık %20’si kendilerine karşı kötü davranan öğretmenlerin varlığından bahsediyor. Öte yandan 15-18 yaş grubundaki her 10 çocuktan 1’i okula ara vermek isterken, ikisi de çalışıyor. Bu sonucu nedenlerine bakıldığında ise akademik başarısızlık ve derslere ilgisizlik önde gelirken, para kazanma ihtiyacı ve aile ekonomisine katkı sağlama isteği de önemli bir yer tutuyor. Çocuğun iyi olma halini etkileyen başka bir eğitim bileşeni de sınavlar. Sınav odaklı eğitim sistemi, çocuklarda yoğun stres ve kaygıya neden oluyor ve bu da kimi psikolojik rahatsızlıkların kapısını aralıyor.
Zorbalık ise eğitim hayatında çocukların iyi olma halini etkileyen bir başka etmen. Öğrencilerin %13'ü okulda hoşuna gitmeyen isimlerin takıldığını, %6'sı şakalaşma haricinde bir darbeyle karşılaştığını ve %4'ü de diğer çocuklar tarafından dışlandığını belirtken, özellikle 15-18 yaş arasındaki çocuklar ve düşük sosyoekonomik statüye sahip olanların daha fazla zorbalığa maruz kaldığı görülmüş.
Ailenin sosyoekonomik durumu elbette çocukların ders çalışma durumunu da ne yazık ki ciddi bir şekilde etkiliyor. Çalışmadaki öğrencilerin altıda biri evlerinde düzenli olarak ders çalışamadığını söylerken, bu oranın düşük sosyoekonomik seviyedeki çocuklarda dörtte bire yükseldiği görülmüş. Bunun en önemli sebebi evde uygun çalışma ortamının olmaması elbette. Yine düşük sosyoekonomik seviyedeki çocuklar arasında okulda derslerini öğrenemediklerini söyleyen çocukların oranının ortalamanın üstünde olduğu görülüyor. Okullardaki altyapı sorunları, da yine özellikle düşük sosyoekonomik seviyedeki bölgelerde, çocukların eğitimini olumsuz etkiliyor. Yemekhane eksikliği ve yetersizliği, ısınma sorunları gibi problemler çocukların okul deneyimini zorlaştırıyor; öyle ki çalışmada okulların tuvaletlerinin temiz olduğunu söyleyen çocukların oranı %50.
Bir önceki paragrafta çalışma sonuçlarında ailenin sosyoekonomik statüsünün çocuğun eğitim hayatındaki iyi olma halini nasıl etkilediğini kısaca özetlemeye çalışmıştım. Ancak sosyoekonomik düzeyin etkisi sadece eğitimle sınırlı değil. Çalışmaya katılan çocuklar genel olarak aileleriyle olumlu ilişkiler kurmakla birlikte, sosyoekonomik düzeyin aile içi iletişim ve dinamikler üzerinde önemli etkileri gözlemlenmiş. Örneğin en düşük sosyoekonomik statüye sahip çocuklar, okul, duygusal ilişkiler veya zorbalık gibi konularda aileleriyle daha seyrek konuşurken, on çocuktan sekizi anne ve babalarının kendi söylediklerini dikkate aldığı görüşünü benimsemekte. Ancak düşük sosyoekonomik grubundaki ailelerin çocukları bu görüşe daha az katılmakta; aynı zamanda, aileleriyle birlikte güzel zaman geçirdiklerini ifade etme oranı da %77 ile daha düşük seyretmektedir. (Yüksek SES grubundaki çocuklar için bu oran %92).
Keza çalışma sonuçlarına göre düşük sosyoekonomik seviyedeki ebeveynlerde görülen yorgunluk, duygusal yaptırımlar, kısıtlamalar ve hatta fiziksel şiddet uygulama riskini arttırken, buna karşın, yüksek SES grubundaki ebeveynler daha çok olumlu duygular besleyerek çocuklarına sevgi göstermekte, evdeki çocuk sayısının fazla olması ise ebeveyn yorgunluğunu daha da artırmaktadır. Maddi durum, çocukların temel ihtiyaçlarına erişimini doğrudan etkilerken, en düşük SES grubundaki çocukların yalnızca %68’i kendine ait özel bir yatağa sahipken, genel ortalama %85 seviyesinde. Okul için gerekli ders malzemeleri ve gezilere katılım gibi konularda da düşük SES grubundaki çocukların oranları belirgin şekilde daha düşük seyrediyor.
Çalışma sonuçlarına bakıldığında toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında da ne yazık ki ev içindeki iş yükünün adil olmadığı tespitine ulaşmak mümkün. Kız çocukları, erkek çocuklarına göre yatak toplama, sofra kurma, kahvaltı hazırlama, ev temizliği, bulaşık yıkama ve yemek yapma gibi görevlerde daha fazla sorumluluk alırken, bu yükün özellikle düşük sosyoekonomik seviyedeki ailelerde daha ağır olduğu görülmüş.
Çocukların psikolojik iyi olma hallerinde yalnızlık ve üzüntü duyguları önemli bir yer tutuyor. Araştırmada, çocukların altıda biri son bir yılda kendini yalnız, daralmış ve üzgün hissetmiş; bu oran 15-18 yaş grubunda %21’e kadar yükselmiş. Arkadaş ilişkilerinde memnuniyeti sağlayan çocukların oranı genel olarak %60 civarında seyredilse de, düşük sosyoekonomik statüye sahip çocuklarda bu oran %48’e gerilerken önceki paragraflarda da yazdığım gibi zorbalık ve dışlanma gibi olumsuz deneyimler, çocukların sosyal ilişkileri ve psikolojik iyi olma hallerini olumsuz yönde etkilemekte.
Raporun hak farkındalığı ve çocuk katılımını incelediği kısım, çocukların haklarını tam anlamıyla bilmediklerini ve karar alma süreçlerine de katılımlarının sınırlı olduğunu gösteriyor. Görüşülen çocukların üçte biri hangi haklara sahip olduklarını belirtirken, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni duyanların oranı %55’te kalmakta. Yetişkinlerin çocuk haklarına saygı gösterdiğine inanılan çocukların oranı yarıya yaklaşırken, okullarda sınıf içi düzenlemelere katılım imkânı da oldukça sınırlı. Özellikle düşük sosyoekonomik gruptaki ve kırsal bölgelerde yaşayan çocuklar, çevreleriyle ilgili şikayetlerini iletebilecekleri mekanizmaların varlığını daha fazla talep etmekte. Diğer paragrafların gölgesinde kalma ihtimali olsa da bu durum tespiti de oldukça kıymetli çünkü çocuk katılımı, özgüven ve sosyal becerilerin geliştirilmesi açısından büyük önem taşımakta.
Uzun bir yazı oldu farkındayım, ancak ülkedeki çocukların, içinde yaşadığımız için belki de ne kadar kaotik olduğunu hissetmediğimiz ancak dış bir gözle bakmaya çalıştığımızda da kaotik olduğunu kesinlikle söyleyebileceğimiz bu ülkede neler hissettiğini en kısa bir şekilde böyle özetleyebildim. Aslında bu uzun metnin altında çocukların en temel problemin ekonomi olduğu açıkça görülüyor. Sosyoekonomik olarak düşük sınıfta olan çocukların eğitim ve eğitim dışı hayatlarında sürekli zorluklarla mücadele ettikleri ve hiç hak etmedikleri bir hayatı yaşamaya mecbur kaldığını söylemek mümkün. Çocuklukta etkileri başlayan bu sınıfsal ayrımın gelecekte olumlu sonuçlar doğurmayacağını da tahmin etmek güç değil. Çalışmanın benim açımdan verdiği mesaj dolayısıyla basit.
Tüm çocukların adil ve eşit bir ortamda büyüdüğü, özgüvenlerinin yüksek ve sosyal becerilerinin gelişmiş olduğu, temel eğitime sorunsuz bir şekilde ulaştığı, ekonomik kaygıların pençesine düşmek zorunda kalmadığı bir ülke yaratmak zorundayız. Bu ülkemin çocuklarının ve elbette tüm çocukların, doğal bir hakkı.
Referans:
İstanbul Bilgi Üniversitesi. (2024). Krizler Çağında Çocuk Olmak Araştırma Sonuç Raporu. https://cocuguniyiolmahali.bilgi.org.tr/arastirma-projesi-sonuc-raporu/
Ozancan Özdemir kimdir? Ozancan Özdemir, lisans ve yüksek lisans derecelerini ODTÜ İstatistik Bölümü'nden aldı. Yüksek lisans döneminde aynı zamanda Anadolu Üniversitesi yerel yönetimler bölümünden mezun oldu. Bir süre ODTÜ İstatistik Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak çalışan Özdemir, şu günlerde Groningen Üniversitesi Bernoulli Enstitüsü'nde finans ve yapay zekâ alanındaki doktora çalışmalarını sürdürüyor. Pandemi döneminde bir grup öğrenciyle birlikte gönüllü bir oluşum olan VeriPie adlı güncel veri gazetesini kurdu. Araştırma alanları yapay öğrenme ve derin öğrenme uygulamaları, zaman serisi analizi ve veri görselleştirme olan Ozancan Özdemir, ayrıca yerel yönetimler ve veriye dayalı politika geliştirme konularında da çeşitli platformlarda yazılar yazmaktadır. |
Yapay zekâ, bilgiyi hızlıca edinmeyi sağlasa da, bu bilgiyi içselleştirme sürecini azaltabilir. Çünkü biz kullanıcılar, bu araçları kullanıldıkça hafızalarımızı dışarıya emanet etme alışkanlığı geliştirebiliyor ve bunun sonucunda, bazı bireyler kendi hafızalarının zayıfladığını hissedebiliyoruz
Kim ki size bir dil modeli için şöyle uçuyor, böyle kaçıyor, acccayip ve süper gibi ifadelerde bulunuyorsa kulak ardı etmek faydalı olabilir. Çünkü modellerin süreçleri, başta eğitim verileri, şeffaf bir şekilde kamu ile paylaşılmadıkça modellerin gerçekten uçup kaçtığını bilmemiz mümkün olmayacak
Yapay zekânın ışıltılı dünyası bu teknolojik gelişmenin hep olumlu taraflarının belki de zaman zaman gereksiz parlatılmasına yol açsa da sahip olduğu risk potansiyeli asla ama asla yabana atılmamalı
© Tüm hakları saklıdır.