04 Ocak 2024

Yumruk atanı alkışlayan, yumruk yiyince şikâyet etmemeli

"Benim yumrukçum iyi, ellerin dert görmesin ama 'öteki'nin yumrukçusu bana vurursa yaygarayı kopartırım" zihniyeti; "benim katilim /teröristim iyi, ötekininki kötü"den nitelik olarak değil, sadece nicelik olarak farklıdır

Aslında, şiddet sarmalı ve bağnazlık üzerine bir yazı bu. Yumruktan, tokattan başlayıp savaşlara kadar, şiddetin her biçimine ve ister dinci ister "laikçi" her tür bağnazlığa bir reddiye.

Erdoğan hanedanının; gelin, damat, kız kızan, soy sop seferber olup örgütlediği; tarikatleri, cemaatleri, ülkenin dört bir yanından, devlet gücünü ve kesesini kullanarak İstanbul'a taşıdığı; hilafetçisinden tutun da soykırıma uğratılan Filistinlilere içi yanan gerçek Müslümanlara, binlerce kişinin katıldığı miting sırasında meydana gelen bir olay toplumsal ruh halimize ayna tutuyor. O aynada, sağıyla soluyla, iktidarıyla muhalefetiyle, dindarı laikiyle kendi yüzümüzü görüyoruz.

Yazının başlığında "yumruk atan"ı okuyunca hemen anlamışsınızdır. Bir süre önce hakeme yumruk atan adamı konuşuyorduk, şimdi de Filistin'le dayanışma adı altında çeşitli İslamî kesimlerin gövde gösterisi miting sırasında, bir gencin elinde Tevhid bayrağı/flaması taşıyan bir kişiye attığı yumruğu konuşuyoruz. Üniversite öğrencisi olduğu belirtilen gencin, ağzını burnunu kanattığı adama "Biz Türk'üz. Bir Türk olamadınız!" diye bağırdığını da olay mahallinde çekilen videodan izliyoruz. Yumruğu yiyen kişi, "Ben hem Türküm hem Müslümanım," diyor. Polis yumrukçu genci karakola götürüyor ve tutuklanıyor.

Saldırganlık, şiddet, cepheleşme, kin ve nefret sarmalında her gün biraz daha çürüyen, toplumsal dokusu çözülen ülkemizin gündelik manzaralarından biri aslında. İşin önemi ve bana bu yazıyı yazdıran: Olay sonrasında CHP'den ve laik mahalleden gelen yorum ve tepkiler.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, yumrukçu gencin babasını telefonla arıyor, bir milletvekilini evine destek ziyaretine gönderiyor, CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, "Anayasal düzeni yıkmaya çalışan hilafet yanlıları mı tutuklanmalı, burası Türkiye Cumhuriyeti, diyen Türk genci mi?" diye beyanat veriyor. Sosyal medyada ise Fatih Altaylı gibi adı sanı bilinen kişiler de dahil "eline sağlık"lar, "ellerin dert görmesin"ler ile dolaşıp duruyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel

Yeri gelmişken hemen belirteyim: Tutuklamanın cıvığının çıktığı, iktidar mensuplarına, hele de Erdoğan'a "gözünün üstünde kaşın var" diyenlerin tutuklandığı bu ortamda, önlem olmaktan çıkıp cezaya dönüşen tutuklamaların tümüne karşıyım. Ama, elindeki bayrak ve ardındaki düşünceyi beğenmediği, zararlı bulduğu için şiddet uygulamaya kimsenin, hiçbir nedenle hakkı olmadığı da herkesçe bilinmeli. O sembol  ve düşünce ideolojik olarak, dünya görüşü ve inanç olarak size göre ne kadar yanlış olursa olsun, şiddet kullanma hakkınız yoktur.

Yıllar önce, Samsun'a bir davayı izlemeye gitmiş olan Ahmet Türk'e atılan yumruk için, anlı şanlı köşe yazarı Y.Özdil, "Yumruğunu adaletin tokmağı yerine koyup Ahmet Türk'ün burnuna inen kişi bu ülkede pekçok kişinin duygularına tercüman oldu," diye yazarak saldırıyı savunmuş, o günlerde de "Elleri dert görmesin" diyenlerden alkış almıştı.

Bu kertede bölünmüş, cepheleşmiş, nefret söylemiyle kirletilmiş, öfkesi burnunda, şiddete meyyal kılınmış bir toplumda, -kime olursa olsun- yumruk atanı alkışlarsanız, eline sağlık der, desteklerseniz; LBGT+'nın gökkuşağı flamasını veya Atatürk fotoğrafını taşıyana, DEM Parti flaması veya bir Kürt liderin, siyasetçinin posterini taşıyana, partinizin bayrağını, amblemini taşıyana, herhangi bir dinî simge taşıyana, kısa etekliye veya çarşaflıya yapılan / yapılacak saldırıları eleştirme, kınama, lanetleme hakkınız kalmaz. "Benim yumrukçum iyi, ellerin dert görmesin ama 'öteki'nin yumrukçusu bana vurursa yaygarayı kopartırım" zihniyeti; "benim katilim /teröristim iyi, ötekininki kötü"den nitelik olarak değil, sadece nicelik olarak farklıdır. Kürt'e yumruğun mubah olduğu yerde öteki de tutar Türk'e yumruk atar. Hilafetçiye yumruğu alkışlarsan laik cumhuriyetçiye saldırıya psikolojik ortam hazırlarsın. Başvuru merciinin yargı olduğunu unutup adaleti kendince kendin sağlamaya kalkışırsan orman kanununu geçerli kılarsın.

CHP yumruğa değil, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmalı

Başta CHP, kendisini cumhuriyetçi, laik, özellikle de solda tanımlayan bazı şahıs ve kesimlerin bu son yumruk olayı konusundaki tutum ve tepkileri olmasaydı, bu yazı yazılmayacaktı.

Ben Cumhuriyetçiyim, (özgürlükçü) laikliğe bağlı, sosyalist kimlikli, her türlü ayrımcılığa karşı eşitlikçi ve ama'sız barışçı bir kişiyim. Ancak, bu değerleri savunduğunu iddia eden Özgür Özel CHP'sini ve bu çizgideki muhalefeti anlamakta, hele de desteklemekte ve umut bağlamakta güçlük çekiyorum.

Cumhuriyeti savunmak; hilafet flaması taşıyan vatandaşa şiddet uygulamayı hak saymak, Türk olmayan veya sayılmayanı ötekileştirmek, farklı inanç, kültür ve kimlikleri düşman belleyen düşünce ve davranışları alkışlamak değildir. Cumhuriyeti savunmak; toplumu Cumhuriyet değerleri etrafında, insan hakları, özgürlükler ve eşitlik temelinde birleştirmekle olur. AKP iktidarına başlıca muhalefetimiz bunu başaramadığı, toplumu bölüp ayrıştırdığı için değil mi?

Yazının sürüklediği noktaya gelmişken, Özgür Özel'de ifadesini bulan CHP çizgisinin, bir yandan alkışlanacak adımlar atarken bir yandan bu adımları sıfırlayan uygulamalarından başımızın dönmeye başladığını da söylemeden geçmeyim. Benim ve benim gibi düşünen özgürlükçü, barışçı, eşitlikçi, demokrat kesimler, mesela Özdağ'ın Zafer Partisi'ne yakın ırkçı-faşizan çizgideki Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'ın, ihraç edildiği CHP'ye bando mızıka davet edilip yerel seçimlerde aday gösterilmesinin hikmetini anlamış değilim / değiliz. Seçilebilir aday görülmesi ve oy beklentisi nedeniyle mi, yoksa zihniyeti ve ideolojisi CHP yönetimi tarafından da benimsendiği için mi? Her ikisi de aynı derecede vahim...

Yumrukçu gencin eylemine gösterilen, müsamahayı aşıp desteğe varan tavır da düşündürücü. Türkçü şoven ulusalcılığın, fanatizmin kıskacına kapılmış, kafası da bir hayli karışık o gencin tutuklanmasına -ve kim olursa olsun bu türden tutuklamalara- karşı çıkıp tahliyesini sağlamak başka, sırtını sıvazlamak, yumruğa meşruiyet sağlamak başka. Tevhid bayrağı/flaması taşıyan adam bir uçtaysa ona şiddet uygulamayı Cumhuriyeti savunmak sanan genç öteki uçta ve ikisi de aynı bağnazlıkta buluşuyorlar. Oysa Anayasa'nın temel ilkelerine sahip çıkmak bağnazlıklara prim vermemekle mümkün ki, bu da sınırsız inanç ve ifade özgürlüğünü savunurken nereden, kimden gelirse gelsin ve kime yönelirse yönelsin şiddete sıfır tolerans göstermekle olur.

Son 100 yıllık tarihimizden alınan derslerden, yaşanan acılardan, toplumsal travmalardan süzülerek Cumhuriyet'in 100. yılına aktarılması gereken Cumhuriyet değerleri: düşünce, inanç, ifade özürlüğü, evrensel insan hakları, özgürlükçü laiklik, eşit yurttaşlık temelinde birlik ve bütünlük, yurtta barış- dünyada barış şiarıdır. Bu değerleri korumak ve ilerletmek, iki ileri bir geri mehter yürüyüşüyle olmaz. Çifte standartlarla, bir o yana bir bu yana yalpalayarak ortada durduğunu sanmakla hiç olmaz.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

Devletin birliğini bütünlüğünü bozan hainler kimler?

Dikkatimi çeken, Demirtaş'a devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaktan, Figen Yüksekdağ'a da devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yardımdan ceza kesilmiş olması. Soruyorum: Devletin bütünlüğünü, milletin birliğini bozanlar Kobane davasında mahkûm edilenler mi, onları mahkûm ettirenler mi?

"
"