Reis’in partisinin seçim sloganı “Vakit Türkiye Vakti” olacakmış. Vaktini baştan şaşırmış bir slogan. AKP için doğrusu: “Vakit, edebiyle çekip gitme vakti” olmalı.
“Edebiyle” diyorum; yani demokratik teamülleri zorlamadan, arkadan dolanmaya kalkmadan, mesela seçimlere beş kala provokasyonlar düzenlemeden/ düzenletmeden, mesela terör eylemleri kışkırtıp OHAL’i daha da ağırlaştırmadan, sıkıyönetime dönüştürmeden, mesela ekonomik kriz bahanesiyle krizi büsbütün derinleştirecek diktatoryal önlemlere başvurmadan, mesela aynı bahanelerle 24 Haziran seçimlerini ertelemeden; ve mesela Reis’in silahlandırılmış lumpen güçleri sokaklara salınmadan… Evet, edebiyle…
Türkiye’de, (ve halk oyuna dayalı demokratik sistemlerde) kitleleri derinden etkileyen ekonomik krizler siyasal istikrarsızlığı körükleyerek iktidarları sarsar, sonra da düşürür. Çünkü, popülist iktidarların peşine takılmış kitleleri doğrudan etkileyebilecek, gerçeklerle yüzleşmelerini ve iktidardan desteklerini çekmelerini sağlayacak olan önemli etken, seçmenin krizi cebinde hissetmesi, yoksullaştığının açıkça farkına varması, işsiz ve aç kalmasıdır.
Ülkeyi çöküşe ve yıkıma sürükleyen bir iktidarın sona ermesini ne kadar canı gönülden istesek, ne kadar çabuklaştırmaya çalışsak da ekonominin çöküşü sadece iktidardakileri değil derece derece hepimizi, 80 milyonu olumsuz etkileyecektir. Borç yükü, yoksullaşma, işsizlik artarken manevî çöküş de yaşanacak, insanlar zaten zayıflamış gelecek umutlarını büsbütün yitirecek, suçluluk ve şiddete eğilim yükselecektir. Bu yüzden, iktidarı götürecek bile olsa ağır ekonomik kriz temenni edilir bir şey değildir.
Ama ne çare ki, geldi çattı işte!
Beklenen oldu. Konunun uzmanlarının, iktisatçıların; bırakın uzmanları gelişmeleri biraz yakından izleyen aklı başında herkesin uzun süredir haber verdiği, sorumluları uyardığı, tehlike çanları çaldığı kriz, kapıya dayandı, hatta kapıdan içeri girdi.
Sıradan vatandaş, bir süredir pahalılıktan, işsizlikten şikâyet ediyordu ama krizin ciddiyetinin farkına varması dolardaki baş döndürücü yükselişle oldu. Sokaktaki insan, Türk lirasını eriten yüksek oranlı örtük bir devalüasyon anlamına gelen bu yükselişin, neden değil yapısal sorunların ve kötü ekonomi yönetiminin sonucu olduğunu tam anlamasa da hayatına etkisini önümüzdeki günlerde bütün ağırlığıyla hissedecek.
Erken seçim kararının, başta Erdoğan olmak üzere iktidarın ekonomiden sorumlu kadrolarının geleceği ayan beyan olan kriz öncesinde “atı alıp Üsküdar’a geçmek” için alındığı yorumları haklı çıktı. Ne çare ki göstermelik önlemler, çarpıtılmış istatistik veriler, göz boyama adımları, medyaya baskılar, dövizin yükselişini emir ve tehditlerle önleme çabaları işe yaramadı, seçimlere bir ay kala kriz patladı.
Şimdi, iktidar kanadından “ağzı olan konuşuyor” ve hepsi Reis’lerinin izinden giderek, ekonomik kriz varmış izlenimi yaratmak ve kendilerini iktidardan düşürmek için dış ve iç düşmanların, faiz lobilerinin, Türkiye’yi kıskanan dış güçlerin (nesini kıskanıyorlar bilemem) komplo kurduklarını söylüyorlar. Panik içindeler ve panikleri arttıkça saçmalamaları da yanlışları da artıyor.
Aslında aynı kapıya çıkan bir karşı komplo teorisi de var: buna göre, dolar bizzat iktidar tarafından kitlelerde panik yaratmak için yükseltiliyor, daha doğrusu bu yükselişi bir ölçüde de olsa engeleyebilecek önlemler bilerek alınmıyor. Böylece, muhalefetteki kıpırdanmayı ve kendileri için iç açıcı olmayan kamuoyu yoklama sonuçlarını gören AKP (siz Erdoğan olarak anlayın) “İşte bakın, beni/ bizi yeniden seçmezseniz, iktidarı kaybedersek ekonomi çöker, hepiniz altında kalırsınız” algısı yaratmayı amaçlıyor.
Bana pek de akla yakın gelmeyen böyle bir niyet varsa bile, Erdoğan iktidarının bu yolla amacına ulaşması mümkün değil. Çünkü bırakın önümüzdeki bir ayı, saatler bile, ekonomide telafisi mümkün olmayan zararlar yaratıyor. Özel sektörün dış borçlarıyla körüklenen dolar/döviz krizi ithalata bağımlı bir ekonomide sadece enflasyonun yükselmesini, tüketicinin alım gücünün hızla düşmesini değil; irili ufaklı şirketlerin, dev sermaye kuruluşlarının iflasını da birlikte sürüklüyor. Kısaca, doların yükselişi iktidarın manipülatif bir oyunu bile olsa, sonuçlarının emekçi kesimlerden büyük sermayeye kadar herkesi olumsuz etkilemesinin önüne geçmeleri mümkün değil.
Bizi seçin, düzeltiriz diyecek kadar yüzsüz olabilirler mi? Belki de olabilirler, en azından deneyeceklerdir. Bunca zamandır, vatan-millet-beka sorunu, şehitlik, terörle mücadele mavallarıyla afyonladıkları, hukuksuzlukla, adaletsizlikle sindirip korkuttukları, seçim rüşvetleri dağıtarak gözünü boyadıkları seçmenlerini 24 Haziran’a kadar bir kez daha kandırabilirler. Ama yeniden iktidar olurlarsa 25 Haziran, 25 Temmuz, 25 Ağustos…..geldiğinde inatçı ve sevimsiz gerçek ortaya çıkacak, herkesi acıtacak gelişmeler artık engellenemeyecek, maskelenemeyecektir.
Telekinezi teorisyenleri yine sahnede
Ruh sağlığı mitomanik belirtiler gösteren telekinezi uzmanı ekonomi danışmanı Yiğit Bulut, (Hani hatırlarsınız, Gezi olayları sırasında Tayyip Erdoğan’a telekineziyle, yani uzaktan, yurtdışından suikast yapılacağını iddia eden adamcağız) yine başrolde. Ama sadece o değil, AKP’nin bütün ağır topları, ekonomistleri, Reisci medya mensupları ve tabii ki bizzat Erdoğan doların önlenemez yükselişiyle kendini gösteren ekonomik krizin, iç ve dış mihraklarca çıkartıldığını söylemekte yarışıyorlar. Külliyen yalan olması bir yana, diyelim ki böyle, peki herkes uyarırken, tehlike çanları çalarken, alınması gereken önlemleri, yapılması gereken düzenlemeleri bıkmadan usanmadan sıralarken, sıcak para akışına bel bağlayıp, taşa toprağa, silaha savaşa para yatırıp, “milletin a...na koyacağını” açık seçik söyleyen (ve de el Hak, dediğini yapan) yandaş müteahhitleri karun gibi zengin etmekten neden vaz geçmediniz? Neden “düşmanlara karşı” gerekli önlemleri almadınız?
“Faiz lobisi siz, kendinizsiniz” diyordu son yazısında değerli ekonomist Prof. Erinç Yeldan. Düşmanı başka yerlerde aramayın, halkı kandırmayın, iç düşman da dış düşman da siz, kendinizsiniz.
Ağırlaşan ekonomik kriz, ülkenin beka’sını asıl sizin tehdit ettiğiniz gerçeğini geniş kitlelere kavratacak, kısa zamanda insanlarımızın gözleri açılacak, insanları kandırmak için eski yöntemleriniz geçersiz kalacak. 24 Haziran’da çekirge can havliyle ve türlü oyunlarla güç bela sıçrasa da, benden söylemesi, bu son sıçrayışı olacak; hem de öyle üç beş yıl beklemeden, çünkü aldatıldıklarını hisseden kitleler sabırsız olurlar.
Vakit tamamdır. İyisi mi “karakolluk olmadan” edebinizle çekip gidin.