17 Ağustos 2016

Uçurumun kenarında değil, dibindeyiz

Darbeye karşı olmak mı? Güldürmeyin beni…

Bırakalım artık kendimizi ve herkesi kandırmayı, uçurumun kenarında falan değiliz; tekmeyi yedik, çoktan dibe yuvarlandık. Yaralı bereli yaşıyorsak hâlâ, uçurumun dibinin sert toprak değil lağım çukuru olmasındandır. Şimdi, bu ülkeyi bu hale getirenlerin pislikleriyle dolu çukurda debeleniyoruz.

Bizi uçurumun kenarına, bugün birbirlerine düşmüş eski iktidar ortakları el ve güç birliğiyle ittiler. Devletin derinliklerine yuvalanmış karanlık odaklar, Ergenekoncu-ulusalcı çevreler, hangi amaca hizmet ettiği git gide belirsizleşen, kendi halkının mağduriyeti pahasına kör şiddete yönelen silahlı Kürt hareketi, AKP-Cemaat koalisyonunun ülkeyi uçuruma sürükleyen yoluna taş döşediler. Sonunda, koalisyon ortakları devleti ele geçirmek için uçurumun tam kenarında birbirleriyle ölümüne kavgaya tutuşmuşlarken olan yine bize; ülkeye, halka, barışa, demokrasiye, bu toprakların geleceğine oldu.

 

Uçurumun dibindeki lağım çukuru

 

Muktedirlerin ve taşeronlarının tekmesiyle yuvarlandığımız çukur yalanlarla, riyayla, itirafçı leşleriyle, muhbir pislikleriyle, belkemiksiz ödleklerin kusmuklarıyla, fırsatçı karaktersizlerin ikbal ışığı görüp biat ettikleri muktedirin ayaklarını yıkadıkları pis sularla, ahlaksızlığın, vicdansızlığın  her çeşidiyle dolu. Siyasî, ekonomik, diplomatik, vb. her çeşit sorun eninde sonunda, zaman içinde bir şekilde çözülür ama bir toplumun bu düzeyde ahlaksızlaştırılması, vicdansızlaştırılması, korkaklaştırılması, kine, nefrete, kana tutkun hale getirilmesi, ruhların kirletilmesi, namusun ve iyiliğin teslim alınması, masumiyet yitimi kolay kolay düzelmez. Ne on yıl, ne otuz yıl yeter insanların üzerlerine bulaşan, ruhlarına işleyen pislikten temizlenmelerine.

Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Televizyon yayınlarında boy gösteren sıram sıram itirafçılara, dört bir yandaki, özellikle medyadaki muhbirlere; bir zamanlar umacı gibi gördüğü, papaz olduğu büyük Reis’in Sarayına koşturup hulûs çakan, hizmet sunanlara; en küçük bir demokratik ve siyasî etik kaygı taşımadan, “Yahu biz bu Meclis’te dört partiydik, şimdi üçümüz Anayasa-Reisyasa diyerek HDP’ye ve 20 milyon insanımıza bu kumpası nasıl kurarız” demeden iktidar partisine gülücükler dağıtarak mutlu Türk ailesi fotoğrafı veren sözde muhalefete, vb. bir bakın hele…

Yalana, algı manipülasyonuna, ahlak düşkünlüğüne, muhbirliğe nasıl prim verildiğini anlamak için ne idüğü belirsiz bir itirafçı muhbiri (pek de belirsiz değil ya… Yeni Akit’te köşe yazıp Vatan Partisi üyesi ve Ulusal TV programcısı. Eh artık, kimliğini deşifre etmek size düşer) gece boyunca ekranda tutan televizyonlara bakın yeter. Gezi sırasında penguenlere yumulduğu için hepimizin tepkisini çeken CNN kanalı bugünkünden çok daha masumdu. Şu sırada içinde debelendiğimiz lağım çukuruna nasıl da pervasızca pislik takviyesi yapıyorlar. Emirle mi, gönüllü mü, bilemem. Ama tablo budur işte.

 

Darbeye karşı olmak mı? Güldürmeyin beni…

 

 

Şu veya bu darbeye değil, nereden gelirse gelsin bütün darbelere karşı çıkmakta benden ve benim gibilerden bir adım ötede kimsenin olmadığını iddia ediyorum. 27 Mayıs’ta çok gençtim, yine de, hele de idamlar sırasında hiç içime yedirememiştim. 12 Mart 1971’de, darbeci solun bir bölümünün hazırlanmakta olan 9 Mart darbesi sanıp da desteklediği emir komuta zinciri içindeki darbeye, bütün çevremle birlikte (Türkiye İşçi Partisi çevresi) karşı çıkıp işkenceden zindana, mağduriyetini yaşadım. 12 Eylül sonrasında darbeciler tarafından duvarlara asılan afişlerle arandım ve 12 yıl yabancı ülkelerde siyasî mülteci olarak yaşamak zorunda kaldım. 28 Şubat’ın tümüyle karşısındaydım. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına karşı E-Muhtıra verildiğinde, hiç vakit geçirmeden muhtıraya karşı çıkan -ve  darbeci ulusalcıların tepkilerini çeken- 500 imzalı bildiriyi kotaran birkaç arkadaştan biriydim.  Ergenekon davası başladığında, 30 yıl sonra yeniden yazı yazmaya başlamamın nedeni, askerî vesayete ve darbeci zihniyete karşı çıkmaktı. “Darbe Görmüş Arkadaşlarıma Açık Mektup” başlıklı yazımda “Darbe siyasî düşmanıma karşı yapılmışsa iyi, bana karşı yapılmışsa kötü” ilkesizliğini eleştirdim. Kendi mahallemden dışlanmamın başlangıcı oldu o yazı.

Bunları neden mi hatırlatıyorum? Kimden gelirse gelsin birilerinin, özellikle silahı elinde bulunduran ordunun, güç kullanarak (ne kadar kötü olursa olsun) seçilmiş meşru iktidarı düşürmeye çalışması benim siyasal etik anlayışımla asla bağdaşmaz. Ama birileri var ki…

 

15 Temmuz’da
Onuncu Yıl Marşı söyleyenlerle ittifak

 

Şimdi herkes darbeye karşı. Aman ne iyi! Demek ki hayat öğretici olmuş.  Gel gelelim, görgü tanıklarıyla bilinen bir gerçek var: 15 Temmuz gecesi o akla ziyan kanlı teşebbüsün sonu henüz belli değilken, Türkiye’nin bazı bölgelerinde, özellikle Ege sahillerinde, vb. Onuncu Yıl Marşı söylendi coşkuyla. Bunu “Sayın değil iğrenç muhbir vatandaş” kervanına katılmak için değil, Türkiye’de darbeci zihniyetin hâlâ yaşadığını hatırlatmak için söylüyorum. Daha da önemlisi, o zihniyetin taşıyıcılarının, hatta ideologlarının bir bölümü şimdi Erdoğan AKP’si ile al takke ver külah, FETÖ darbesine karşı yeni Türkiye’nin mimarlığına soyunuyorlar.

Toplumu kandırabilirler ama kimilerini yıllardır şahsen de tanıdığım bu kişiler ve çevreler darbelere karşı, tam demokrasiden yana olduklarını bana anlatamazlar. Fethullahçıların kumpasıyla sulandırılan ve çarpıtılan Ergenekon-Balyoz davalarının hukuksuzluğu ve fiyaskosu, o davalarda yargılananların bir bölümünün darbe planları yaptıkları, derin devlet çeteleriyle bağlantılı oldukları, 2003 sonrasındaki istikrarsızlaşma çabalarında, cinayetlerde payları olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. (Bu gerçek kendi ağızlarıyla, kendi sesleriyle, kendi günlükleriyle itiraf edilmiş, tartışılmaz somut belgelerle kanıtlanmıştır.)

Açık söyleyeyim: Ergenekoncu-ulusalcı zihniyet şimdi köşeye sıkışmış Erdoğan’ın uzattığı ele sarılarak iade-i itibar etmekte. Hayat ve siyaset nelere gebe, insan şaşırıyor. Uyanın, desem haddimi aşan büyüklenme olur, bu yüzden lütfen düşünün, diyeyim. Erdoğan AKP’si Ergenekoncu/ulusalcı, Avrasyacı, anti-Kürt odaklarla “millî merkez”de, “millî duruş”ta buluşarak yeni bir koalisyon kuruyor. Dünkü hasmı Erdoğan’la bugün sarmaş dolaş olan Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’nun CHP’de bulamadığı ikbali bu defa millî merkez’de ararken değindiği Kürt bölücülüğü tehlikesi bu yeni koalisyonun çimentosu olacak. Ve orada kimlerin yer alacağını önümüzdeki günlerde hayretle izleyeceğiz.

“Millî duruş” maskesiyle FETÖ’nün kadim ortağı iktidara taze kan sağlayanlar kusura bakmasınlar, bu yazı onları da uyarmak ve lağım çukuruna büsbütün batmalarını engellemek içindir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"