Bu da kim oluyor da bize sesleniyor demeyin, gözardı, kulakardı etmeyin. Hiçbirinizin askeri, çevrenizi kuşatan alkışçılardan biri, aklını vicdanını reislere, başbuğlara, başkanlara, önderlere rehin bırakmış kul değilim; yurttaşım. Kendi sağlığını selametini, kendi mutluluğunu geleceğini bu ülkenin kaderinden ayıramayan (Ah keşke bunu becerebilseydim!) bu yüzden de son gelişmeler karşısında isyan etmek bir yana, ruhen ve bedenen hasta düşen milyonlarca yurttaştan biriyim. Dilinize pelesenk olan, çoğunuzun sadece kendi yandaşlarınız için kullanıp halkın yarısından fazlasını dışında saydığınız “millî irade”nin özü ve öznesiyim. Yurttaşım; hepiniz benim huzurum, benim refahım, mutluluğum, geleceğim için o görevdesiniz ve bana karşı sorumlusunuz.
“Gazi Meclis”ten “Şehit Meclis”e…
Geçmişin muhasebesini ilerde yapmak üzere bir yana bırakalım. Bugünkü noktaya gelmemizde hangi çevreden, hangi siyasetten, hangi ideolojiden olursa olsun ayrımsız hepimizin derece derece hata payı, günah payı var. Bu payın yüklü bölümü iktidar partisi ve onun milletvekillerindedir, çünkü adı üstünde muktedir onlardır. Bu yüzden öncelikle AK Parti milletvekillerine ve MHP’li izci’lerine sesleniyorum: Yeni anayasa taslağının Meclis’te tartışılacağı şu günlerde, parlamenter sisteme son verip Meclis’i “şehit” ederek hatalarınızı günahlarınızı perçinlemeyin.
15 Temmuz’da darbeciler Meclis’i bombaladılar. (Hâlâ merak ediyoruz buna cüret eden FETÖ’cüler gerçekte kimlerdi) Benim gibi, çok darbeler yaşamış, çok bâdirelerden geçmiş olanlarımız bile dehşet içinde kaldık, olup bitenlere inanamadık. Ardından “Gazi Meclis” diye tesmiye ettiniz TBMM’yi; haklıydınız.
Şimdi sizleri yurttaşın cafcafsız, duru, basit diliyle uyarıyorum: Tartışmalarına yakında başlayacağınız yeni anayasa -taslağı bile değil- müsveddesiyle Gazi Meclis’i tarihe “Şehit Meclis” olarak geçirmek üzeresiniz. Anayasa adıyla Meclis’e getirdiğiniz metin Türkiye büyük Millet Meclisi’ni, yani parlamenter düzeni yok etme, mecazen söyleyecek olursak pek sevdiğiniz sözcükle şehit etme belgesidir. Her kabul oyu, kör topal da olsa, nice acılar ve fedakârlıklarla ayakta tutmaya çalıştığımız demokratik düzene saplanan bir hançerdir.
Bir mucize olup, kimileriniz aklını başına alıp ‘ben ne yapıyorum’ diye kendine gelip de red oyu verse, tasarı Meclis’ten dönse bile (ki pek düşük ihtimal) evet oyu verenler, destekleyenler, savunanlar tarihe parlamenter düzene son verenler olarak geçecektir. Vebali; “Rabbim de milletim de affetsin” diyerek geçiştirilemeyecek kadar ağır olacaktır.
Kan akarken anayasa yapılmaz
Şu aşamada; anayasa metni üzerindeki tartışmalardan, diktatörlüğe yol açma tehlikesinden, Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin bugününe ve geleceğine tek adam olarak hakim olma ihtirasından çok daha önemli bir şey var: İçerde dışarda kan akarken, toplum lime lime ayrılmış, düşman cephelere bölünmüşken anayasa yapılmaz. Anayasalar toplumsal uzlaşma belgeleridir. Çatışmayı, ayrışmayı, cepheleşmeyi körükleyen, derinleştiren değil uzlaştıran, toplumu mümkün olduğunca bütünleştiren temel kabuller toplamıdır. Toplumun yarısından fazlasının iradesini yok sayan bir anayasa sadece ve sadece bir kesimin çoğunluk üzerindeki tahakkümünü yasallaştırır ki, aslında yok hükmündedir.
Tasarının şu maddesi böyle, bu maddesi şöyle tartışmaları, bütününün yanlışlığını ve barındırdığı tehlikeyi göstermek için yapılmalıdır. Meclis’teki siyasî partiler, milletvekilleri kuşkusuz oradan seslerini duyurmalı, neden yandaş veya karşı olduklarını madde madde açıklamalıdırlar ama içinden geçmekte olduğumuz şu olağanüstü günlerde yeni bir anayasa yapmanın imkânsızlığını, bu anayasanın toplumdaki ayrışmayı, bölünmeyi, gerginliği, iç çatışmalara varabilecek şiddet ortamını körükleyeceğini en yüksek sesle ve cesaretle dile getirmez, hele de evet oyu kullanırlarsa kararlarının yol açacağı gelişmelerden birinci derecede sorumlu olacaklarını bilmelidirler.
Biraz cesaret, biraz kişilik gerek
Bizi yönetenlerin ve onların medyadaki, akademyadaki, çeşitli kuruluşlardaki yandaşlarını, sözcülerini, ulemayı dinlerken bir yandan “Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkündür” diye düşünüyorum, öte yandan kişilik zaafları karşısında onlar adına utanıyorum. İktidara yakın insanlar, milletvekilleri tanıyorum; endişeliler, kapalı kapılar ardında “ülke nereye gidiyor, tek adam rejimi geliyor” diye konuşuyorlar. Sus pus oluyorlar sonra, kuzu kuzu hizaya giriveriyorlar.
Düşünüyorum: Neyin korkusu, neyin sinmişliği bu? Çıkar ağları mı, biat kültürü mü, kişiliksizlik, korkaklık mı? Üstelik sadece iktidar çevrelerinde değil muhalefet çevrelerinde de benzer cesaretsizliklere, sinmişliklere, aman bana sıçramasın diye bürünülen suskunluklara rastlıyoruz. Örnek mi? Mesela CHP yönetimi Meclis’teki üçüncü partinin, HDP’nin parça parça yok edilmesi, Meclis dışına itilmesi, yöneticilerinin, milletvekillerinin, belediye başkanların kitlesel tutuklanması, binalarının saldırıya uğraması, anayasa tartışmaları ve oylamasının fiilen dışında bırakılması karşısında susuyor. Oysa şimdi konuşma vakti, dayatmalara korkutmalara cesaretle ve güçlüce hayır deme vakti.
Bir yurttaş olarak Meclis’teki bütün milletvekillerine sesleniyorum. Tarihî bir karar alın, kişilerden değil tarihin ve yurttaşların yargısından korkun. Anayasa taslağını Meclis’ten çekin, tartışılmasını erteleyin. Ağzınızda kof bir hamasetten, aldatmacadan ibaret olan “milletçe birlik ve beraberliğimizi” gerçeğe dönüştürebilmek için önce içerde ve dışarda savaşa, çatışmaya, kan dökülmesine, nefret söylemine son verin. Ancak o zaman anayasamızı toplumsal uzlaşmaya dönüştürebiliriz.