03 Ekim 2012

Kof hamasete teslim olmamak için

Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz Pazar günkü nutku hamaset edebiyatının, hakkını teslim edelim, gerçekten de parlak bir örneğiydi.

Biri bana kof hamasetin anlamını sorsa, hiç düşünmeden Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, partisinin 4. olağan kurultayındaki konuşmasını örnek gösterirdim. Soruyu soran ne kadar genç, ne kadar eğitimsiz, deneyimsiz ve safsa, kendini ne kadar ezilmiş, ufalanmış hissediyorsa Erdoğan’ın kof hamasî nutkunu o kadar beğenirdi. Benzer bir konuşmayı çağdaş, demokratik bir ülkenin, örneğin bir Batı ülkesinin, hatta gelenekçi Japonya, Hindistan gibi ülkelerin birinin Başbakanı yapsa, siyasî elitler kadar toplumun aklı selim sahibi bütün insanları da şaşkınlığa düşer, telaşa kapılırlardı. 

Kof hamaset bizde ve benzeri Doğulu ülkelerde, özellikle de Arap ve İslam âleminde pek yadırganmaz; hatta beğenilir, alkışlanır, kitleler bu tür konuşmalardan etkilenir, kabaran duygu sellerine kapılıp sözcüklerin ve sözcülerin peşinden sürüklenir. Bunda derin kültürel kökler kadar kendini ezilmiş, aşağılanmış hissetmenin; toplumsal, tarihsel, sınıfsal mağduriyet duygusunun da payı vardır. Kitleler liderin hamasi nutuklarıyla kendilerinden geçerlerken yaralarına merhem sürüldüğünü hissederler, çok ihtiyaç duydukları umudu, kendilerine şanlı diye pazarlanan bir geçmiş üzerinden yeniden inşa ederler. Büyük toplumsal krizlerin, çöküşlerin ardından gelen diktatörler de söylemlerini hamasetle pekiştirirler. (Hitler ve Mussolini örneklerini hatırlayalım.) Kof hamaset kitleler nezdinde prim yapar.

Bizde hamasî nutukların ayrılmaz parçası: şehitlik edebiyatı, şanlı geçmiş, düşmana karşı Türklük ve îman gücüyle kazanılmış zaferler (her zaman bir düşman vardır, yoksa yaratılır) ve o şanlı geçmiş üzerine kurulacak parlak gelecek vaadleridir. Buna aldığı kadar dinî motif, bir tutam da milliyetçilik eklediniz mi hamaset yahninizin tadına doyum olmaz.

Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz Pazar günkü nutku hamaset edebiyatının, hakkını teslim edelim, gerçekten de parlak bir örneğiydi. Hamasî söylemin ne kadar kof olursa, yalanlara ve hayallere susamış geniş kitleler açısından o kadar etkileyici ve göz yaşartıcı olduğunu hesaba katarsak, Erdoğan’ın ustalığını teslim etmek gerek. Mesela aynı kulvarda yarışa kalkışan MHP’nin şarkıdan şiirden nasibini almamış çakıl taşı gibi söylemini hatırlarsak, Erdoğan’ın ustalığı daha iyi ortaya çıkar.

 

1071 dekorunda bir Show

 

Sadece Erdoğan’ın konuşması ve önceden hazırladığı/ hazırlattığı parti yönetim listelerinin onayı, (Ah! Bir de Emine Erdoğan’ın sarı civciv giysisi) ile hatırlanacak AKP 4. Genel Kurulu; eğer Türkiye’nin şu acılı, fırtınalı, bunalımlı günlerine rastlamasaydı iyi bir siyasal magazin konusu olabilirdi. Alparslan’ın Malazgirt zaferi göndermelerini Türkçülere, milliyetçilere, hamaset sever halkımıza bir selam olarak kabul eder, üzerinde durmazdık. Ancak, 1071 dekorundaki tek adam gösterisi ve belki de “28 şubat 1000 yıl sürecek” ahmaklığını dile getirmiş 28 şubatçılara nazire olarak seslendirilen 2071 hedefi, şu günlerde hiç şaka kaldırmıyor.

Başbakan’ın kitleler karşısında dile getirmekten çekinip 63 maddelik 2023 vizyonu kitapçığının satırları arasına sakladığı Kürt yurttaşların haklarına ilişkin vaadler; barışçı yoldan çözülemediği sürece bu ülkenin hiçbir sorununun çözülmeyeceği Kürt sorununda küçük bir ışık olsa da inandırıcılık taşımıyor. Neden mi? Çünkü tek adam Erdoğan belâgatini çözümün hizmetine sunmuyor. Çünkü zora gelip de vizyon belgesine sıkıştırdığı maddelerin bile arkasında kendi sesi ve kendi gücüyle durmuyor. Çünkü 2071 vizyonunu, günümüzün ve geleceğin sadece ekonomik büyüme, maddi kalkınma, askeri zaferden ibaret olmayan, çok farklı değerlerin ve dinamiklerin öne çıkacağı yeni dünyası üzerine değil, Malazgirt zaferi üzerine kuruyor.

Bu tesbitlere rağmen, AKP 4. Genel Kurulu’nun da gösterdiği gibi Tayyip Erdoğan bugün Türkiye’nin siyasetine ve kaderine damga vuran en güçlü kişi. Sadece partisi içinde değil, kitleler nezdinde de bu böyle. Onun söylemi, hamasetinden ve belagatinden de güç alarak kitlelerde yankı buluyor. İşte bu yüzden, Kürt sorununu çözse çözse Erdoğan çözer derken, mesela Leyla Zana, mesela bu sorunu çözerseniz aziz olursunuz diyen Sırrı Sakık ve böyle düşünen pek çok kişi, onun özellikle muhafazakâr, Müslüman ve milliyetçi kesimler üzerindeki etkisine gönderme yapıyor. Böyle bir sorunu ancak çok güçlü liderler çözebilir, demek istiyor.

Erdoğan’ın bu gücüne rağmen, hele de artık askeri vesayet vb. gibi mazeretlerin de bulunmadığı bir ortamda gerekeni neden yapamadığı, Kürt sorununun çözümünde gerekli cesur adımları neden atamadığı, Kürt halkının gaspedilmiş haklarının iadesinde neden ayak dirediği, neden bir adım ileri iki adım geri yürüdüğü sorusuna genellikle verilen cevap, onun milliyetçi, muhafazakâr oyları yitirmek istemediği, MHP oylarını gözettiği vb. oluyor.

Erdoğan’ın Pazar günkü konuşmasını dinlerken, çoğumuzun, -benim de- sık sık yaptığımız bu tesbitin yanlış olduğunu düşündüm. Hayır; Tayyip Erdoğan’ın bu konudaki kaygısı oy kaybetmek değil, en azından birincil kaygısı bu değil. Erdoğan’ın kendisi de tıpkı hitap ettiği ve etkilediği kesimler gibi düşünüyor. Kürtler dağ Türkleri olmaktan kurtulalı, şunun şurasında on, on beş yıl oldu. Silaha sarılmasalardı (ne yazık ki) dağ Türkleri olmayı en azından ova Türklerinin ve Erdoğangillerin bilincinde hâlâ sürdüreceklerdi. Kısaca, Başbakan bu “din kardeşlerinin” daha ne istediğini kavrayamıyor, öfkeleniyor. Verdiği ihsanları azımsayan nankör teba’ya kızıyor. Kürt politikasındaki gidip gelmeleri, tutarsızlıkları, bir “verir” gibi yapıp bir geri çekilmeleri bundan. Yani Erdoğan’ın demokrasi, haklar, özgürlükler, kimlikler konusundaki ufku ve zihniyet dünyası, hamasî nutuklarla hitap ettiği kendi kitlesinin bir santim üstünde değil, hatta siyasal hesaplara bulandığı için, belki de birkaç santim altında.

 

Gerçek lider kitlesini yükseltir

 

Tayyip Bey büyük oynuyor. Kendini Alparslan’la, Fatih’le, Mustafa Kemal’le ölçüyor. Tarihe dönüştürücü olarak damgasını vurmak istiyor. Kişilik meselesidir, ne diyelim! Allah gönlüne göre versin...Olsa olsa aslana benzemek için şişinip şişinip patlayan kurbağa mecazı gelir aklımıza. Ama önce yakın çevresinin; sonra Türkiye’nin barıştan, uzlaşmadan, demokrasiden ve ülkemizin gerçek birliği, bütünlüğü, kardeşliğinden yana bütün kesimlerinin, kendisine her yolu deneyerek anlatmaları, onu anlamaya zorlamaları gereken basit bir konu var: Günümüz Türkiyesi’nde tarihe damgasını vuracak gerçek lider Kürt halkının sorunlarını çözen, gaspedilmiş haklarını, çiğnenmiş kimliklerini, zedelenmiş gururlarını iade eden kişi olacaktır. Ve lider kitlelere ne kadar hakimse, kitleleri ne kadar peşinden sürükleyebiliyorsa (ki Erdoğan bu güce şimdilik başka siyasilere göre daha fazla sahip) bunu başarması o kadar kolay, yapmaması ise o kadar suç sayılacaktır.

Lider, kitlelerin arkasından yürüyüp kitle şakşakçılığı yapmaz, onları daha yüksek ideallere ve değerlere davet eder, oraya taşır. Tabii kendisi o değerlere yürekten inanıyorsa, o ideallerin ve değerlerin boyundaysa...

Bu kadar ahkâm kestikten sonra kendime ve hepimize bir soru sormak istiyorum: Peki biz ne yapacağız? Lenin ustaya göndermeyle: Ne yapmalı?

Şu sırada gerek MHP’nin gerekse ne dediği iyice belirsizleşen CHP’nin ülke insanına ihanete, daha fazla kan dökmeye davete varan çözümsüzlük siyasetlerini mi izleyeceğiz, yoksa mevcut iktidarı ve Başbakan’ı adım atmaya mı cesaretlendireceğiz. Hiçbir şey çıkmayacağını, bir kez daha kandırılmış olacağımızı düşünsek de, diyaloğun, uzlaşmanın, barışın, kazan kazan  yönteminin yanında mı yer alacağız; yoksa “taviz, taviz” diye yırtınıp, vatan-millet, bölünmezlik edebiyatı üzerine kurulu kof hamasetin en pespayesine sığınarak en küçük umut kırıntısını bile ayaklar altında çiğneyenler gibi mi davranacağız? Mesela BDP’nin Meclis’ten çkarılması, en azından itibarsızlaştırılması korosuna mı katılacağız, yoksa iktidara bunun yanlışlığını anlatmaya mı çalışacağız? Mesela, Başbakan’ın hamasî konuşmasında dile getirmeye cesaret edemeyip de 2023 vizyonu kitapçığının sayfaları arasına gizlemeyi tercih ettiği anadilde kamu hizmeti almak, anadilde savunma vb. türünden iyileştirmeleri görmezlikten mi geleceğiz, yoksa bu hakların takipçisi olup saklandığı sayfaların arasından çıkarılması için mücadele mi edeceğiz?

Kof hamasetin aşılabilmesi, biraz da bizlerin, yani “ne pahasına olursa olsun, neye mâl olursa olsun kan dursun, ölümler sona ersin, barış sağlansın” diyebilenlerin seslerini yükseltmeleriyle mümkün. Bu konuda; oy ve siyaset bezirgânlarının oy oranlarını ölüm oranlarıyla kıyaslayan kanlı hesaplarına aldırmadan, dost düşman demeden, kimden ne kadar ses geliyorsa, nerede en küçük bir umut kıvılcımı yanıyorsa onun yanında olmayı göze almamız gerekir gibi geliyor bana. Belki yanılıyorumdur. Ama yanılıyorsam da,  bırakın kan, ölüm ve yalan üzerine kurulu bir siyasî gerçekçilik yerine, insanî, ahlakî, vicdanî bir yanılgı içinde olayım.

Yazarın Diğer Yazıları

Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?

AKP kendi içinde bir muhasebeye yönelmek istiyorsa 2002 AKP'sinden 2024 AKP'sine adım adım nasıl gelindiğini; ıstakozu, Maldivler'i bir yana bırakıp Reis'in metaformozu ve Beştepe zihniyeti üzerinden düşünmek zorunda

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır

Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık

Özgür Özel'in genel başkan olarak, Ekrem İmamoğlu'nun da en büyük ve en önemli belediyenin başkanı olarak heyetleriyle birlikte acilen Van'a gitmelerini, sadece kendi adıma değil ama asıl, hafızalarda hâlâ diri olan kötü yaşanmışlıklar, yetmedi son genel seçimlerde CHP'nin genel başkanı olan Kılıçdaroğlu'nun ırkçı faşist kimliklerle yaptığı gizli protokoller ve benzer uygulamalar yüzünden güvenleri sarsılmış Kürt halkı adına rica ve talep ediyorum