Yazının başlığını, “ve erildir” diye tamamlayabilirdim ama yanlış anlaşılmaktan korktum; önce meramımı biraz anlatayım, diye düşündüm.
Geçtiğimiz hafta, dünyadaki ve Türkiye’deki bunca olay arasında en çok tecavüzü konuşup tartıştık. İyi de yaptık; çünkü acı da verse çıban patlatılmadan, pis kokulu irin akıtılmadan dertten kurtulunmaz; temizlenmemiş yaraya merhem kâr etmez. Tabu sayılan yasaklı, tehlikeli ve zor konuları konuşmak, biraz çıbanı deşmeye benzer. İyileşmek için göze almak gerekir.
Tartışmayı alevlendiren, Selçuk Üniversitesi’nden bir ilahiyatçı profesörün, açık giyinen kadının tecavüze uğraması halinde tecavüzcü kadar onu tahrik edenin de suçta payı bulunacağı yolundaki sözleri oldu. Hemen ardından, Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, 13 yaşında bir kız çocuğunun ırzına geçen -aralarında memurların, öğretmenlerin, esnafın, şehrin ileri gelenlerinin de bulunduğu- 26 tecavüzcü erkeğe, çocuğun bu kişilerle, eylemin ahlaki kötülüğünün bilincinde olarak kendi rızasıyla ilişkiye girdiği gerekçesiyle “iyi halden” alt sınırdan ceza kesmesi geldi. Kız çocuğunu pazarlayan iki kadına ise, “iffetsizlik”leri nedeniyle ceza indirimi yapılmadı. Kararda, kız çocuğunun da iffetsizlikten mahkum edilmesi eksikti neredeyse.
İlahiyatçının sözleriyle Mardin Ağır Ceza’nın kararı, uç örnekler olarak toplumda tepki yarattı, tartışmalara yol açtı. Peki her gün, her an muhatap olduğumuz, burnumuzun dibinde, sokakta, işyerinde, hatta evlerimizin içinde yaşanan benzer olaylar, benzer sözler, benzer kararlar... Biz kadınların da zaman zaman katıldığımız, telaffuz ettiğimiz sözler, özdeyişler, espriler, şakalar... Bir hatırlayalım: Ahlâk ve namus üzerine bilgiç bilgiç kestiğimiz ahkâm; ve de devlet büyüklerimizden, başbakandan, bakanlardan başlayıp alt katımızdaki Hacı Amca’nın; arkadaşımız, meslekdaşımız da olan modern, ilerici, laik köşe yazarının, milletvekili hanımın (parti ayrımı gözetmeden), liberal yorumcunun, cemaat üyesi işadamının, endişeli modernin ve de başörtüsü mağdurunun; toplumun en değişik kesimlerinden gelen bunca insanın kadının iffeti, analık görevi, kutsal aile, cinsellik, eşcinsellik, ahlâk, namus konularındaki inanılmaz birlik ve bütünlükleri dikkatinizi çekmiyor mu hiç? “Dişi köpek kuyruğunu sallamazsa erkek köpek arkasından gitmez” atasözünü duymayanımız var mı? İlahiyatçı Prof’un ve ona arka çıkan, onun gibi düşünen ve yazan dindaş-ülküdaşlarının yaptığı bunu İslami kaynaklara ve kurallara oturtarak pervasızca dillendirmekten ibaret değil mi? Çok modern, çok Batıcı ve de çok laik bir köşe yazarımızın, Defne Joy Foster’in ölümü üzerine yazdığı o acımasız “su testisi su yolunda kırılır” yazısı; ya da, önemli bir medya grubunun başındaki afili medya starının, olağanüstü hal ve savaş sırasında kadınların ordu mensuplarının cinsel tacizine uğradıklarını söyleyen kadın konuğuna, “O ordu neyi koruyor biliyor musunuz? Sizin bacak aranızı koruyor” demesi; entel köşe yazarının sanatçı Rojin’i dağa kaçırma esprisi (!) yapması temelde hiç de farklı olmayan bir erkeksi bakışı yansıtmıyor mu? Yıllar önce bir kadın bakanın kızlık muayenesini savunması, AKP’nin kadından ve aileden sorumlu kadın bakanının, aile, kadın, cinsellik konularında her vesileyle kullandığı eril iktidar dili; ayrımcılığa, ötekileştirmeye, her türlü mağduriyete samimiyetle karşı olduğundan kuşku duymadığım genç bir kadın yazarımızın kadınla erkeğin el sıkışmasının cinsel tahrik yaratacağını savunması; başbakanın şahitlik ettiği her nikahta ve her kadın topluluğu gördüğü yerde “üç çocuk yapın” diye tutturması, kaymakamlara toplumla kaynaşabilmek için mutlaka acilen evlenmelerini emir tonunda öğütlemesi... Daha da gündelik söylemler: Bekâra ev verilmez, kızını dövmeyen dizini döver; kan ayaklı eksik eteklinin belinden sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin... Bir de dilimizdeki en yaygın küfürlerin “Ana’nın.....” diye başladığını “sit.....tir”lerle, “onun bunun çocuğu"yla sürdüğünü hatırlarsak...
İlahiyatçı profesörün sözleri tekil vaka olsaydı, ya da kimilerinin iddia ettiği gibi sadece toplumun dindar-muhafazakâr kesiminin ahlak anlayışı ve bakışını yansıtsaydı, ya da Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı kötü ve yanlış bir yerel karar, bir hukuk ayıbı olarak kalsaydı, durum o kadar vahim sayılmazdı. Ama söz konusu olan; kadim, kökleşmiş, içimize işlemiş, törelerle, dinsel göndermelerle kuşatılmış ve kadın-erkek bütün toplumu saran bir ahlak anlayışı. Kaynağını; töreleri de dinsel yasakları ve tabuları da yaratmış olan erkek iktidarında bulan; toplumu olduğu kadar ruhlarımızı ve zihniyet dünyamızı da esir alan bir anlayış. Bu anlayış, kadını cinsel nesne ve erkeğin malı sayan, namusu kadının bacak arasında ve cinselliğinde arayan, erkeklik organlarını beyinlerinde taşıyanların ahlak anlayışıdır ki erkek egemenliğini dini ve töresel dayanakları kullanarak sürdürür. Kızını dövmeyen dizini döverden başlar, namus cinayetine, töre cinayetine kadar varır.
“İktidar tecavüzcüdür” derken, irkiltici ve uçta bir söz söylediğimi biliyorum. Ama galiba irkilmemiz gerekiyor: İktidar özünde erkektir ve binlerce yıllık erkek iktidarı, tecavüzü her alanda silah olarak kullanır. Geniş anlamıyla tecavüz sadece cinsel bir olay, bir kişinin -çoğunlukla kadının- kendi rızası dışında cinsel ilişkiye zorlanması, ırzına tecavüz edilmesi değildir. Erkek iktidarının, iktidar konumundaki kurum ve kişilere yaşamın her alanında tanıdığı; kadınlara da din, namus, ahlak prangalarıyla gönüllü olarak kabul ettirdiği bir haktır. Kendileri üzerinden oynanan namus oyununda birçok kadının erkeklerden daha ahlakçı, daha tutucu ve bağnaz olmaları, erkek iktidarını hayatın akışı içinde, verili ahlak anlayışı çerçevesinde fark etmeden içlerine sindirmelerindendir. O erkek iktidarı ki Tanrıyı bile erkekleştirmekle başlar. Tek Tanrılı semavi dinlere geçilmesinden, yani erkek egemen toplumların pekişmesinden bu yana Tanrı bütün dillerde ve tahayyüllerde erildir, Allah Baba’dır; peygamberler, tebliğciler, din büyükleri, dini tarikat reisleri ve de modern toplumlarda yasa koyucular, yöneticiler erkektir.
İktidarsızlık, yani çıplak dille söyleyecek olursak erkeklik organının sertleşmemesi, ereksiyonun gerçekleşmemesi, erkek için en büyük başarısızlık ve eksiklik sayılır. Erkeğin kabul etmekte en fazla zorlandığı, çevreden sakladığı, kendisini alçalmış hissettiği, biri açık ederse cinayete varacak tepkiler verdiği durum veya sözdür “iktidarsızlık”. Oysa kadının iktidarsızlığından söz edildiğini kimse duymamıştır. Toplumsal-töresel-dinsel değerler yumağının içinde debelenen erkek, daha çocukluktan erkekliği cinsel iktidarla özdeşleştirir ve iktidar duygusu cinselliğin sınırlarını aşarak her anlamda iktidar istemine ve iktidar tapıncına varır. Bu iktidar arayışının ve uygulamasının ilk nesnesinin kadın olması doğaldır. Kadın üzerinden kurgulanmış töre, namus, ahlak, hukuk, vb., erkeklerin hem kendilerini hem de kadınları kuşatan yaşam kurallarına dönüştürülmüş erkek egemenliğinin temel taşlarıdır.
İktidar konumunda bulunmak, sadece siyasi iktidarla, ekonomik iktidarla da sınırlı değildir. Komutanlık, rütbe, askerlik, kürsüden konuşmak, öğretmenlik, yöneticilik, köşe yazısı yazmak, (bu yazının kendisi bile), televizyonda program yönetmek, yani birilerinin karşısındaki her üst konum, kendi çapında bir iktidar odağı yaratır ve mutlaka cinsel olması gerekmeyen genel anlamda tecavüz olanakları doğurur. Tek cümleyle özetlersek, kadın bile uygulasa iktidar özünde kökeninde erildir ve tecavüze (her türlüsüne) doğası gereği cevaz verir. Din, namus, ahlâk kuralları eril iktidarın kurallarıdır. Bu yüzden de bizimki kadar yarılmış; cephelere ayrılmış, kültürel-ideolojik- dinsel- etnik-siyasal bölünmelere uğramış bir toplumda bile her kesimin ahlakçı erkeklerinin buluşmaları, birleşmeleri yadırgatıcı değildir. Kimileri yükses sesle söylemeye cesaret edemese de, kimileri siyaseten doğruluk adına düşündüğünden farklı konuşsa da, kadın ve cinsellik üzerinden kurdukları söylem şaşırtıcı şekilde birbirine benzer. İlahiyatçı profesörün sözleriyle Mardin mahkemesinin kararı, ortaçağda cadı saydıkları kadınları yakanlarla Pınar Selek’i yok etmeye yeminli yüksek mahkeme yargıçlarının kararı, Başbakan’ın kadınlar eşit değildir veya kadının esas vazifesi analıktır, üç çocuk yapın söylemleri, çok eşliliğinin erkeğin doğasında olduğunu ve dinin cevaz verdiğini iddia eden Müslüman psikiatrın, çok eşli entel sosyoloğun bakışı, eninde sonunda aynı kapıya varır. Ve o kapı namus cinayetine de, töre cinayetine de açılır. Aradaki fark nitel değil niceldir.
Benden pek hoşlanmadıklarını bildiğim, ne yazarsam yazayım zılgıtı eksik etmeyen bazı erkek tıklayıcılarım şimdi biraz daha öfkelenecekler, biliyorum. Kimileri de, “Ne yani? Ahlak normlarına, namus kavramına, dine, imana mı saldırıyorsun diye hop oturup hop kalkacaklar. Hele bir durun! Vurun ama dinleyin, kızın ama kimselere belli etmeden kendinizi yoklayın. Bir parçacık gerçeklik yok mu söylemeye çalıştıklarımda? Ne mi yapalım peki? Binlerce yıllık eril iktidar öyle kolay kolay değişmez. Önce kendimizden başlamaya, iktidarla kendi bilincimizde ve vicdanımızda yüzleşmeye, en azından dilimizi değiştirmeye ne dersiniz?