Türk devletinin derin yüzüne hiçbir şey Denktaş’ın ölümünün ardından yaşananlar kadar iyi ayna tutamazdı. Aynı devletin karanlık yüzünü de hiçbir ayna Hrant’ın ölümünün ardından yaşananlar kadar iyi yansıtamazdı.
Rauf Denktaş: Doğumu 1924 Kıbrıs- Ölümü 2012 Kıbrıs. Bütün yaşamını Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye ilhakı, olmadı “yavru vatan” olarak anavatan Türkiye’ye bağımlı bir yavru devlet olmasına adamış kişi. Azılı Kıbrıslı Rum milliyetçilerin Ada’yı Yunanistan’a ilhak amaçları ve bunu gerçekleştirmek için kurulmuş kanlı EOKA terör örgütüne karşı 1958’de, EOKA’dan aşağı kalmayan kontr-terör teşkilatı TMT’yi (Türk Mukavemet Teşkilatı) kuran, kod adı Toros olan savaşçı. 1974 Kıbrıs harekâtıyla Ada’nın kuzeyinin Türk ordusu tarafından işgali sonrasında ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin devlet ve meclis başkanı. 12 Eylül faşist cunta yönetiminin vizyonu ve siyaseti doğrultusunda 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanından, yani Ada’nın bölünmesinin tescilinden sonra, aynı vizyonun öncüsü ve temsilcisi olarak, Türkiye’den başka kimsenin tanımadığı bu sözde devletin Cumhurbaşkanı. Bünyeyi kangrene sürükleyecek cerahatli bir yara olan Kıbrıs meselesinin çözüme yaklaştığı 2002 Kopenhag zirvesinde ve 2003’te Lahey buluşmasında, o günlerde çözümü destekleyen AKP hükümetine rağmen, ardındaki asker-sivil vesayetçi güçlere dayanarak mutabakatı imzalamayı reddeden; “hayır” diyerek Türkiye’nin AB’ye giriş projesini sabote etmeyi ve AKP’yi yıpratmayı amaç edinmiş statükocu devletin muteber ve mutemet adamı. 2004’te Annan planına karşı çıkan, federal Kıbrıs’ın AB’ye bir bütün olarak girmesini engelleyen, bugünkü çözümsüzlüğe götüren yolun taşlarını döşeyen zihniyetin baş temsilcisi. Ada’da Türk askerî varlığının işgal gücü olarak kalmasının destekçisi olduğu kadar, Susurluk’tan Ergenekon’a derin devletin çeteleşmiş güçlerine sığınak sağlayan, kucak açan, göz yuman “kurucu başkan.”
Hrant Dink: Doğumu 1954 Malatya- öldürülmesi 2007 İstanbul. Onu anlatmama gerek yok, anlatmaya çalışmak bile hatırasına saygısızlık gibi geliyor bana. Kısaca: Bütün yaşamını barışa adamış, Türkiye’nin vicdanı ve gerçek gururu olmuş kişi. Söz konusu olan özgürlük, adalet, barışsa, her türlü çifte standarttan arınmış olarak bu değerleri yaşamı pahasına savunan insan. Öldürülmesinden birkaç yıl önce, 2001’de Irak savaşına karşı çıkmak amacıyla birlikte kurduğumuz Barış Girişimi’nde tanıdığım, bir süre sonra yakınlarıma “Bizler de kendimize barışçı diyoruz ama hiçbirimiz Hrant kadar ‘ama’sız, çifte standartsız, taa yürekten barışçı olamayız, bu çok özel bir insan” dediğimi hatırladığım kişi.
Bu yazıda amacım, cenaze toprağa verilirken ölümünün ardından Rauf Denktaş’ı yermek değil. Mutlaka cesurdu, inatçıydı, örgütçüydü, kendi davasına inançlıydı, kurnazdı. Mutlaka iyi baba, iyi koca, keyifli, esprili dosttu. İnsan olarak Denktaş değil bu yazının konusu; sadece Kıbrıs’a değil, bir dönem Türkiye siyasetine de damgasını vurmuş, yaşanan çözümsüzlüklerde payı olan devletin adamı Denktaş ilgilendiriyor beni. Yine bu yazıda amacım Hrant Dink güzellemesi yapmak da değil; onun buna ihtiyacı yok. Beni, bizi, hepimizi, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini ilgilendiren, devletin şimdi de AKP’lileşen gaddar yüzü.
'Devlet Aklı'nın Derin Adamları ve Piyonları
Devlet aklı ya da hikmeti hükûmet denen şey; insanı/yurttaşı, özgürlükleri değil devlet gücünü ve statükoyu ne pahasına olursa olsun korumayı amaçlayan zihniyettir. Devletin kırmızı çizgileri, milli güvenlik siyaset belgeleri; Dersim’den Uludere’ye, askeri darbelerden Kıbrıs çözümsüzlüğüne, Hrant’ın öldürülmesinden Kürt siyasal hareketini ortadan kaldırmayı amaçlayan KCK-BDP tutuklamalarına kadar, hepsi aynı devlet aklının sonuçlarıdır. Bu akıl, kimisi en yüksek mevkilere tırmanan, kimisi gizlilikte kalan şahıslar ve güçler tarafından belirlenir.
Allah rahmet eylesin Denktaş ve Allah uzun ömür versin Demirel o aklın sahibi ve uygulayıcılarının bir kuşak önceki önemli temsilcileridir. Her ne kadar, Denktaş Kıbrıs meselesindeki “çözümsüzlük çözümdür” siyasetiyle Demirel’e bile kök söktürmüş, “bizi burnumuzdan tutmuş sürüklüyor” dedirtmişse de, onlar bütün siyasi yaşamları ve zihniyetleriyle aynı derin devletin cisimleşmiş yüzleridir. Devlet aklını temsil ederler ve o akla uygun davranırlar. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsinler zamanı geldiğinde (Denktaş’ın cenaze merasiminde görüldüğü gibi) devlet onları yüceltir, böylece de kendi sürekliliğini ve gücünü kanıtlar.
Derin devletin bir de maşaları ve çeteleri vardır. Hrant’ın ölümüne azmettirenler, cinayeti hazırlayanlar, göz yumanlar, bebeklerden katil yaratanlar gibi...Bir bölümü şu günlerde Ergenekon vb. çeşitli davalardan tutuklu bulunan, bir bölümü ise devlet tarafından özenle korunan bu adamlar; derin devletin tetikçileri, provokatörleri, o acımasız aklın uygulayıcılarıdır. Aynı zihniyetin en güçlü taşıyıcı kolonu olan ordu, darbe ortamını sağlamak için bunlardan yararlanır. Darbelere doğru giden yolu, bu piyonlar döşer. Tıpkı Balyozcuların Veli Küçük ve adamlarını kullandıkları, Hrant Dink cinayetini hazırladıkları gibi; tıpkı 12 Eylül öncesinde Evrengillerin Ülkücüleri ve lumpen provokatörleri kullanarak Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta ve daha çok yerde solcu ve Alevi katliamı yaptırdıkları gibi...
Bütün Renkler Aynı Hızla Kirlenirken
Denktaş’ın ölümü üzerine AKP Hükümeti üç gün ulusal yas ilan etti. Uludere’de 34 Kürt yurttaşın devletin uçaklarıyla bombalanarak öldürülmesinin ardından yas ilan etmek düşünülmemiş, çıstak çıstak yılbaşı kutlanmıştı. O ölüler ulustan bile sayılmıyordu, yurttaş oldukları bile hatırlanmıyordu da ondan.
Bu satırları yazarken izlemekte olduğum Denktaş’ın cenaze töreni, son dönemlerde gördüğümüz devlet törenlerinin en büyüğü ve tam katılımlısıydı. Katılımın düzeyi hem siyasi hem de etik anlamda gerekli olan, kimsenin itiraz edemeyeceği sembolik düzeyin çok üstündeydi. Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Meclis Başkanı, vekiller, Genel KurmayBaşkanı, Karakuvvetleri Komutanı, CHP ve MHP genel başkanları, milletvekilleri, Rahşan Ecevit ve Türk devletini ve siyasetini temsilen yüzlerce kişi vardı törende. Esksik olanlar: Denktaş’ın ruh ikizi ve kavga arkadaşı Demirel; işgalci, ilhakçı Kıbrıs siyasetinin en önemli destekçisi 12 Eylül cunta başı Evren; Mehmet Ali Talat Cumhurbaşkanı seçildiğinde onu aylarca köşke kabul etmeyen ama aynı dönemde Denktaş’ı kırmızı halılar ve devlet töreniyle ulusal kahraman olarak Çankaya’da ağırlayan dönemin cumhurbaşkanı Sezer’di. Onlar da Lefkoşe’deki törende bulunmuş olsalardı uyumlu devlet tablosu eksiksiz tamamlanacaktı.
Dün bir yandan Lefkoşe’de, öte yandan Hrant Dink davasının görüldüğü Beşiktaş adliyesinde “AKP devletleşiyor mu, Ankaralılaşıyor mu?” sorusu bir kez daha, hem de en açık şekilde cevabını buldu.
Devletin yeni sahiplerinin; geleneksel devlet aklının ve siyasetinin en önemli temsilcilerinden birini, Türkiye’nin önünü tıkayan üç önemli sorundan (diğerleri Kürt ve Ermeni sorunları) biri olan Kıbrıs sorununda çözümsüzlüğün sembolü ve mimarı Rauf Denktaş’ı son yolculuğuna uğurlarken verdikleri resim ibret doluydu. Artık sadece hükümet değil iktidar olan AKP, 2002-2007 ruhunu, yani kendisini farklı kılan çizgisini inkâr ederek geleneksel statükocu devlet ve onun kırmızı çizgileriyle barıştığını bir cenaze töreninde ele güne karşı ilan ederken kendi geçmişinin cenaze namazını da kılıyordu. Ne mutlu Denktaş’a ki, çok az faniye nasip olana kavuştu: Muarızlarına diz çöktürdü, Türkiye’nin ve Kıbrıs halkının ufkunu daraltıp geleceğine ambargo koyan, kendisinin ise hayatını vakfettiği “idealin” bayrağını yeni muktedirlere devretti.
Hrant Dink davasında ve dünkü kararda, avukat Fethiye Çetin’in her şeyi özetleyen: “Bu karar, devletin cinayet ve ötekileştirme geleneğinin sürdüğünü gösteriyor” sözleri, bu davanın arkasına siyasi irade koymayan, aksine gerçek katillere vardıracak yolları tıkayan AKP’nin o bildik eski devlete eklemlendiğinin veciz ifadesiydi. Fethiye Çetin’in, Hrant Dink’in gerçek katillerinin ortaya çıkarılmasının mevcut iktidar açısından devletin temizlenmesi, iç barışın sağlanması ve Ermeni sorununda adım atılması için fırsat olduğu ve bu fırsatın heba edildiğini yorumuna eklenebilecek bir söz bulamıyorum. Bütün renkler ve siyasetler devlet aklına teslim olup hızla kirlenirken birinciliği AK (Parti) aldı, diyebiliyorum sadece.
Son söz: Yarın 19 Ocak; Hrant’ın devlet desteğiyle katledilmesinin beşinci yıldönümü. Saat 13’te Taksim/ Elmadağ’dan Agos’a yürüyeceğiz. Sessiz olmaya çalışsak da sitemsiz kalmayacağız. Aslında yüzyıllık devlet geleneğinin, devlet ideolojisinin değişmesi, o karanlık gelenekle hesaplaşılması anlamı taşıyan bu dava, temiz bir topluma, yurttaşın cellatı değil hizmetkârı bir devlet anlayışına varana kadar sürecek. Bizim kuşak yaşlanmış olsa da, gençler devralacak. Eşitlikçi, adil, barışçı bir topluma giden yol uzun ve tuzaklarla dolu biliyoruz. Yine de insanlık bu yolu yürüye yürüye barbarlıktan uygarlığa geçiyor. Yürüyüş sürüyor.