04 Ekim 2022

Demokratik siyaseti şiddete kurban etmeme cesareti

Demirtaş'ın ve HDP'nin, Mersin Mezitli şiddet eyleminin ardından net bir şekilde dile getirdikleri şiddete karşı demokratik siyaset vurgusu, çıkarılan derslerin ürünüdür ve çok değerlidir…

Bekleniyordu. 7 Haziran-1 Kasım 2015 süreci, "Erdoğan-Bahçeli-derin odaklar" ittifakının iktidarı kaybetmemek için neleri göze alabileceğini herkese göstermişti. Toplumda huzursuzluk, korku, tepki yaratacak şiddet eylemlerinin ilk kurşunu, Mersin Mezitli'deki Polisevi'ne atıldı. Bencileyin, "Bu dönemde Kürt siyasî hareketine, HDP'ye, demokrasi mücadelesine büyük zarar verecek böyle bir saldırıyı PKK yapmış olamaz, derin odakların işidir" diye düşünenler yanıldılar, PKK eylemi üstlenmekte gecikmedi.

Selahattin Demirtaş Edirne'deki hücresinden gönderdiği mesajda saldırıyı kınarken şöyle diyordu:

"Mersin'deki silahlı saldırıyı kınıyorum. Siyasetin sorumluluğu şiddet dışı çözümlerde ısrarcı olmaktır, ölümleri durdurmaktır. Şiddetin her türlüsüne karşı çıkacağız. Demokratik siyasette ısrarcı olacağız. Bunun herkes tarafından bilinmesini isterim."

Hemen ardından HDP yönetiminin aynı mealdeki açıklaması geldi.

Desen: Selçuk Demirel

Terörü kınayanı 'katil' ilan eden bir İçişleri Bakanı

İçişleri Bakanlığı koltuğunu işgal eden zâtın, şiddetin her türlüsüne karşı çıkacağını bildiren Demirtaş'a cevabı, "Katil Demirtaş, o kadar iğrenç ve aşağılıksın ki birlikte fail olduğun PKK'yi temize çıkarıyorsun" oldu. Kişiliğini ayna gibi yansıtan üslubuna, son zamanlarda ipin ucunu iyiden iyiye kaçırmış ruhsal durumuna alışık olduğumuzdan, yadırgamadık.

Ama Soylu, Demirtaş'ı hedef almakta yalnız değildi. PKK'nin Demirtaş ve HDP yönetimine cevabı "Kürt halkını ve değerlerini korumak için kendisini feda eden fedaileri, hangi gerekçeyle olursa olsun düşman diliyle kınamak ancak sindirilmişlikle ifade edilebilir" şeklindeydi.

Yedi yıl öncesine gidersek

15 Ekim 2012'de kurulan Halkların Demokratik Partisi (HDP), çözüm sürecinin siyasî ayağı olarak tasarlanmıştı. Çözümün, "Devlet-İmralı-Kandil" olarak özetlenebilecek taraf ve muhatapları düşünüldüğünde, baş aktör Kandil'in HDP'deki ağırlığı doğal ve kaçınılmazdı.

7 Haziran seçimlerinde HDP'nin barajı aşarak beklenenin üstünde bir oy oranıyla Meclis'e üçüncü parti olarak girmesi, Türkiye demokrasi güçlerinin de desteğini alan Kürt siyasî hareketinin başarısıydı. Zafer olarak da nitelenebilecek bu başarının Kandil (PKK) tarafından pek de önemsenmediğini, hatta HDP'nin "kazanılan gücün gereğini yapamamış" olmakla eleştirildiğini iyi hatırlıyorum.

İmralı ve Kandil, yasal siyaset alanına çıkmakla kalmayıp Meclis'e 80 milletvekiliyle girmiş HDP'deki ağırlıklarının azalmasından, hele de dönemin ruhuna uygun (seçim başarısında da büyük payı olan) Demirtaş gibi genç liderlerin parlamasından hoşlanmamışlardı, -ki insanî zaaflar ve iktidar mücadelesi de hesaba katılacak olursa- bunun anlaşılabilir bir durum olduğunu düşünüyorum.

Çözüm sürecinin sona erdirildiği 7 Haziran-1 Kasım arasında, Türkiye devlet/iktidar eliyle tetiklenen bir şiddet girdabına sürüklendi. Amaç kitleleri korkutmak, ürkütmek, Erdoğan-Bahçeli ittifakına zemin hazırlamaktı. Hâlâ geçer akçe olan "terör=PKK=HDP" formülü o günlerin ürünüdür. 2015 sonbaharının ve kışının, bölgede zulmün, şiddetin, kan ve ölümün hüküm sürdüğü kâbus gibi günlerini hatırlamak, bugün konuyu yeniden, soğukkanlılıkla düşünmemize, yaşananlardan ders çıkarmamıza yardımcı olur.

Bir süredir izlediği yol ve son olarak da şiddete karşı cesur çıkışıyla Selahattin Demirtaş'ın bunu yapabildiğini düşünüyorum. O'nun ve HDP'nin, Mersin Mezitli şiddet eyleminin ardından net bir şekilde dile getirdikleri şiddete karşı demokratik siyaset vurgusu, çıkarılan derslerin ürünüdür ve çok değerlidir. Bizlere düşen; demokratik siyaset arayışının ve onun aktörlerinin arkasında durmak, "nereden gelirse gelsin" şiddete prim tanımamak, iktidarın "Terör=PKK=HDP" denklemini geçersizleştirecek tutum alarak HDP'nin beka'sını sağlamaktır. Son açıklamasıyla Demirtaş'ın yapmak istediği de buydu.

Mükemmel bir zamanlama

Bir polisin yaşamını yitirdiği, bir diğerinin yaralandığı Mezitli saldırısı aslında ucuz atlatıldı. Saldırılan nokta polis ailelerinin yaşadığı Polisevi'ydi, bu yüzden de onlarca insan hedefteydi. Sivillere, masum insanlara yönelmiş bu saldırının amacını, neye, kime hizmet ettiğini eylemi yücelten PKK dahil hepimiz sorgulamak zorundayız.

PKK'nin üstlendiği şiddet eyleminin zamanlaması, şu ağza sakız deyimle "mânidar"ın ötesinde bir anlam taşıyor ve acı şekilde 7 Haziran-1 Kasım dönemini anımsatıyor.

HDP'yi kapatma davasının sona yaklaştığı, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın ilan edildiği, HDP'nin önümüzdeki muhtemel seçimlerde kilit parti olacağının anlaşıldığı, Kürt meselesinin 6'lı Masa'nın Aşil topuğu olduğunun iyice ortaya çıktığı bir dönemdeyiz. Bu saldırı "Suriye'de, Irak'ta sınırötesi harekâtlara girişmiş olan silahlı güçlere karşı" planlanmışsa da Cumhur İttifakı'nın değirmenine su taşımaktan, "Terör=PKK=HDP" denklemine kitlelerin gözünde haklılık kazandırmaktan, HDP'nin Türkiyelileşme ve demokratik siyaset çizgisine oturmasını güçleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Öte yandan demokratik muhalefeti de zora sokuyor. 6'lı Masa'nın Kürt fobili şoven milliyetçi ortağına koz verilmesi de cabası.

Soylu'nun itirafları 15 Temmuz'u hatırlatıyor

CHP'yi Mezitli saldırısıyla bağlantılı göstermek için önce yalana dolana başvurup, sonra gerçek ortaya çıkınca büsbütün saçmalayan Soylu, olayı şöyle açıklıyor:

"… Ondan sonra da o ilâ cehenneme zümera, cehennemin dibine gittikleri eylem ABD merkezli. Münbiç'ten hareket ettiler, önceki akşam saat 20.00 itibariyle tam 12-13 saat paramotorla, paraşütlü motor var ya, motorlu paraşüt hani, Tarsus'a geldiler, ondan sonra akşama kadar orada kaldılar, birilerinin arabalarına binerek gelip eylemi gerçekleştirdiler…"

İçişleri Bakanı'nın çok önemli bir olayla ilgili açıklamasının dili, üslubu bu. Amatör işi ilkel bir macera filminden beter bir saçmalama. Ama üzerinde önemle durulması gereken bir gerçek var: Kaç numara ayakkabı giydiklerini bile bildiğiniz, adım adım takip ettiğinizi söylediğiniz bu "teröristler", icabında MİT'in gidip nokta atışı adam kaçırdığı, ajanlarınızın cirit attığı o bölgeden 12-13 saat havada süzülerek gelirken, Tarsus'ta akşama kadar kalırken, arabalara binip Mezitli'ye varırken nasıl haberiniz olmamış?

15 Temmuz darbe teşebbüsü konusunda her şeyi bilmiyoruz ama iktidarın başındakilerin darbeden haberdar oldukları, Erdoğan'ın darbeyi Enişte'den öğrenmediği, küçük bir araştırma sonucu ulaşılabilecek herkesin bildiği sırlardan. Belki işin bu noktaya varacağını hesaplamamışlardı ama "Allah'ın lütfu" olarak niteleyecekleri kalkışıma adeta yol verdikleri ortada.

Soylu'nun sözlerini (sayıklamaları veya saçmalamaları demek daha doğru) duyunca ilk aklıma gelen 15 Temmuz oldu. İçişleri Bakanı'nın açıklaması ciddiye alınırsa iki ihtimal var: Ya iktidar Polisevi saldırısının kendilerine yarayacağı hesabı yaptı ya da ordusuyla, istihbaratıyla, MİT'iyle, İçişleri Bakanlığı'yla devlet kurumları tümüyle çökmüş, işlevsiz ve yetersiz durumda.

Komşu ülkenin sınırlarından 130 km. içeri girip oralara bomba yağdırmakla, şu kadar teröristi etkisiz hale getirdik propagandasıyla gözlerden gizlenemeyecek bir zafiyet değil mi bu?

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye’de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24’te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

Yazarın Diğer Yazıları

1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?

45 bin polisin işe koşulduğu bir ortamda, eski gücünde olmayan sendikal hareketin, uzun yıllardır pasifize edilmiş, aş-iş-ekmek derdindeki emekçi sınıfları Taksim'e çıkarmaya niyeti vardı, ama gücü yoktu

Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?

AKP kendi içinde bir muhasebeye yönelmek istiyorsa 2002 AKP'sinden 2024 AKP'sine adım adım nasıl gelindiğini; ıstakozu, Maldivler'i bir yana bırakıp Reis'in metaformozu ve Beştepe zihniyeti üzerinden düşünmek zorunda

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır