Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığındaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 3 Kasım 2002'de yapılan genel seçim sonucunda tek başına iktidara gelmesinin ve Erdoğan'ın 2003 yılında başbakan olarak göreve başlamasının üzerinden 19 yıl geçti. İstanbul'un Kasımpaşa semtinde doğan ve ayrıcalıklı bir çevrede yetişmeyen Erdoğan'ın başbakan olduktan sonra önüne çıkan bütün engelleri aşarak Türkiye gibi büyük bir ülkenin kaderini tek başına belirleyecek konuma gelebilmiş olması sıra dışı karakter özelliklerine ve farklı yeteneklere sahip olduğunu gösteriyor. Doğru bildiği yolda yürümekten kolay vazgeçmemesi de bu nedenle anlaşılabilir bir sonuç.
Erdoğan sanki doğuştan siyasetçi
Dünyanın büyük bir değişim yaşamakta olduğu bir dönemde, Türkiye gibi sıkça kriz yaşayan bir ülkede 19 yıldır iktidarda kalmış olmanın Erdoğan'a aşırı bir özgüven kazandırmış olması da hiç şaşırtıcı değil. Kendisini İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemden itibaren izleyen bir gazeteci olarak şunu söyleyebilirim: Erdoğan anglosaksonların bazen "political animal" (siyasi yaratık) diye tanımladığı, siyasetçi olarak doğan insan tipinin iyi bir örneği bence. Türkiye'de ve uluslararası arenada karşılaştığı farklı karakterdeki insanları da kendi kantarında tartarak onlara karşı davranış biçimini ve pazarlık gücünü kestirebiliyor.
Erdoğan bu süreçte Türkiye'de ve dünyada karşılaştığı siyasetçilerin, bürokratların, askerlerin ve iş insanlarının gözde büyütülecek rakipler olmadığını düşünmeye başladı ve özgüveni daha da arttı. Bu sayede sürekli olarak hedef büyüterek yoluna devam etti ve bugünlere gelebildi. Hiç yabancı dil bilmemesine karşın, dünyada adı en çok bilinen, anılan ve aynı zamanda eleştirilen siyasetçilerden biri olduğu da bir gerçek.
Erdoğan ölçüyü nasıl kaçırdı?
Erdoğan'ın Türkiye'nin 19 yıldır iktidarda kalmasında ve ülkenin tek hakimi haline gelmesinde, kendisine ciddi rakip olabilecek bir siyasetçinin çıkmaması belirleyici oldu. Türkiye'deki siyasi rakiplerinin, 7 Haziran 2015 genel seçiminde seçmenin kendilerine sunduğu büyük fırsatı iyi kullanamamaları, seçimden yaralı çıkan Erdoğan'ın önünü açtı ve iktidarını pekiştirerek "Tek Adam" haline gelmesini kolaylaştırdı.
Erdoğan, sınırsız yetkili Cumhurbaşkanı olarak Türkiye'nin tek hakimi haline geldikten sonra ölçüyü kaçırmaya başladı. Ona 2018 yılında Londra'da finans dünyasının temsilcilerine kendi faiz teorisini anlatma cesaretini veren de bu oldu. Erdoğan'ın sanayi devriminden itibaren dünyaya yön veren ve kapitalizmi küresel bir sistem haline getirmeyi başarmış olan Batı dünyasının kabul ettiği faiz teorisini hiçe sayarak kendi faiz teorisini savunması kendisini dinleyenleri hayli şaşırttı, Türkiye ile iş yapanları ise kalgılandırdı.
O günden bu yana, iş dünyasının izlediği İngilizce yayın organlarında Türkiye ekonomisiyle ilgili olarak yer alan her haberde Erdoğan'ın kendinden menkul faiz teorisinden mutlaka söz ediliyor. Türkiye ekonomisinin bugün içine sürüklenmiş bulunduğu çıkmazın baş sorumlusunun da TC Merkez Bankası'na faizleri düşürme emrini veren Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu belirtiliyor.
Erdoğan'ın Batı kompleksi
Erdoğan'ın 3 Kasım 2002 gecesi, partisinin seçim zaferini ilan ederken yaptığı ilk konuşmada, AKP'nin öncelikli hedeflerinden birinin Avrupa Birliği (AB) yolunda adımlar atmak olduğunu ifade etmesi çoğu kimse gibi beni de şaşırtmıştı. Erbakan'ın partilerinden farklı bir parti vardı sanki karşımızda. AKP'nin seçim öncesindeki bazı hazırlıkları da ekonomide Türkiye'nin önünü açacak adımlar atmaya niyetli olduğunu düşündürüyordu. Nitekim AKP iktidara geldikten sonra AB ile ilişkilerin geliştirilmesi ve Türkiye'nin tam üyeliği ile ilgili temasların başlaması yolunda adımlar atılmaya başlandı.
Şu günlerde Türkiye'de izlenmekte olan ekonomi politikalarına karşı en sert eleştirileri dile getiren DEVA Partisi Başkanı Ali Babacan, 3 Kasım seçimleri öncesinde AKP'nin kurucularından biri olarak ABD ve Avrupa'da uluslararası finans çevrelerinin yetkilileriyle temaslar yapmış ve AKP'nin IMF ile yapılmış olan programı tamamlamak için çaba göstereceğini, piyasa ekonomisine bağlı kalarak ekonomiyi geliştireceğini anlatmıştı.
19 yıl sonra Erdoğan ve Lula
O dönemde Türkiye'de bunlar yaşanırken Brezilya'da da solcu bir sendika lideri olan Luiz Inacio Lula da güçlü bir kitle desteğiyle iktidara doğru yürüyor ama uluslararası finans çevrelerine güvence vermeyi ihmal ediyordu. Lula seçimi kazandı ama bu ihmali nedeniyle iktidarının ilk günlerinde piyasalardan ciddi bir darbe yedi ve hayli zorlandı. Başkan olduktan sonra özellikle yoksul kesimlerin desteklenmesine önem veren Lula daha sonra bir yolsuzluk suçlamasıyla açılan davada hüküm giyerek siyaset dışı kaldı. Lula, şimdi 19 yıl sonra yeniden başkanlığa aday Brezilya'da ve kampanya öncesinde ABD, Çin, Rusya ve Meksika'ya gitmeyi ve finans çevreleriyle temas kurmayı hedefliyor. Erdoğan ve Lula'nın yolları 19 yıl sonra farklı bir kavşakta yeniden kesişmiş görünüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ona yardakçılık eden zevat, Türkiye'nin Erdoğan'ın dünyada alay konusu olan faiz teorisini uygulayarak krizden çıkacağına inanıyor. Oysa Türkiye'yi çıkmaza sürükleyen şey finansman açığını uluslararası piyasalardan sağlama şansını yok eden politikalarda ısrar edilmesi ve yıllardır sözü edilen reformların bir türlü yapılamaması. "Tek Adam" rejimi bu reformların yapılmasını engelliyor ve bu da kısır döngüyü tamamlıyor.