09 Aralık 2012

Peki biz neden bu kadar suskunuz?

Peder rahmetli Sapanca’da çalışırken, ölmüş dirilmiş Cevat Bey’in çıkma katında ikamet ederdi

Peder rahmetli Sapanca’da çalışırken, ölmüş dirilmiş Cevat Bey’in çıkma katında ikamet ederdi.

Bu Cevat Bey, Balkanî gözlü, yakışıklı bir adam olmasının yanı sıra, sahiden ölmüş ve dirilmişti.

Alamancılık zamanından bir memleket yolculuğunda, ağır bir trafik kazası geçirmiş, öldü tanısıyla morga kaldırılmış ve o serinlikte ansızın kendine gelmiş bir ben-î âdemdi.

Sapanca’daki çıkma katın yarısı ev yarısı terastı –ki babamın delikanlı evladını ikna metoduyla uçmaktan alıkoyduğu teras da orasıydı-.

Bir öğle üzeri o terastaki bir şezlonga yayılmış iştihayla kitap okuyordum ki, o sıra TRT 3 kadar içselleştirdiğim ses konuşmaya başladı.

Bu ses cami hoparlöründen gündelik vak’aları aktaran eğlenceli adamın sesiydi. Yunanî bir Koro Başı gibi, kısmen otoriter, nebzen gülümser bir tonda anons yapardı, şimdi ismini çıkartamadığım o adam.

“Kırkpınarlı inekler!” dedi ve bir tarafta o birinde ben kalakaldık. Bilmeyenler için söylemeliyim, Kırkpınar Sapanca’nın şimdilerde pek moda olmuş en büyük kazasıdır. Gene bilmeyenler için ekleyeyim, kaza, mülki taksimatta kasabanımattn bir küçüğüdür ve bir ara nahiye denmişliği de vardır.

Durdu benim anonsör, “Kırkpınarlı birkaç inek,” dedi. Gene durdu. “Sahibi Kırkpınarlı olan inekler,” dedi.

Sonunda sıkılıp murâdına erdi: “Kırkpırarlı inekler Mustafa Bey’in bahçesine girmiştir. Sahibi gelsin alsın.”

Bir oh! çektiğini ardından, ben uydurmuş olabilirim.

Münasebetsiz zamanlarda hatıralar üşüşür zihnimize de farkına varmadan kovalarız. Bu da öyle bir münasebetsizliğin üzerine âni hatırlama kabîlinden sayılsın.

Bizim Başbakan “Bizanslı hanımlar,” dediğinde o öğle üzeri çaktı zihnimde.

Galiba pederin kütüphanesinden bir Matt Hammett romanını bitirip Sevgi’nin Yürümek’ine geçmek için acele ediyordum.

Başbakan’ın bu müthiş başlangıcı, uzun süredir profesyonel okumalardan bezmiş bendenizi tetikledi. Âdeta silkelendim, bu müptediliğin bir yerlerinde durduğumu fark edip ilendim.

Hâlâ uğraşıp duruyorsam, ben de bu Başbakan’a lâyığım, dedim kendime. Bu zillet hep vardı da kim iktidara taşıdı, diye de geçirdim aklımdan.

Türk’ün Türk’ten başka düşmanı yoktur, dedim, gülümseyip üzerini çizdim.

“Bizanslı hanımlar,” lafı beni bitirdi.

Üç kez bu konuda yazı karaladım. Üçünü de karaladım sonra. Bu zilletin beni kat be kat aştığını hissedip ürperdim.

Pardon, ben komünistlerin bebekleri yediğini, kapıda bir şapka asılıysa karılarının masuniyetinden fedakârlık etmeleri gerektiğini lâfzeden kahvehane dünyasından, bir komünist olarak geçebilmiş biriyim.

Böyle sâkıt bir “Bizanslı Hanımlar,” muhaveresine ise ilk kez tanık oluyorum. Lâyığımmış.

Bu hükümet ve münhasıran bu Başbakan, seneler senesi amok koşarcasına okuyup sombrero altındaymışcasına hiçbir şey yaptığımız bir dönemi suratımıza vurdu. Bu da bizim “in-yer-face”imiz, n’apalım.

Bu “Muhteşem Gündem”, bir kez daha projelerimizin uzağına düşüp “Sun’i Gündem”le oyalandığımızın resmidir.

Kulaktan dolmadan yalancı dolma yapan bir işsiz güçsüz, bizi meşgûl edebiliyorsa,kendi meşgâlelerimize dönüp bakalım ve bu memleketi kısa bir süre için sahipsiz sayalım.

Esasen bütün mes’elemiz de bu değil miydi, memleketi sahiplenmeye kalkışanlara “Hop!” demedik mi zamanlar boyu.

Gençliğini değil ama ileri zamanlarını hep sevdiğim Nadir Nadi’ye “Ben Atatürkçü Değilim” dedirten de bu samimi his değil miydi.

Nedir bu memleketin insanı kendisinden bile illallâh dedirten lâneti?

Biliyorum elbette. Çok zaman geçirdim bu kadîm coğrafyada.

Ben muhalif değilim, hayata muhalefet edenlerin karşısındayım, diye haykırdım.

Söze “Bizanslı hanımlar” diye girebilecek bir adamı ise tasavvur bile etmemiştim. Oldu işte.

Herkes konuşmalı, diyerek bir ömür tükettiğim bu memlekette sonunda kör cehalet de söz aldı.

Sağlıklı gelişmedir.

Peki biz neden bu kadar suskunuz?

Cehalet yıldırdı mı bizi?

Bizanslı hanımlar ile tanışmak için gereken cosmo-anakroniye mi sahibiz yoksa?

İtiraf ediyorum: Sorun iktidarda değil, muhalefette.

Biz böyle gidersek, meleklerin cinsiyeti meselesi Kürt meselesinin önüne geçecek.

Buna da varım da, kardeşliği ve sevgililiği unutacağız diye korkarım.

Cehalet duyguları teslim alır.

Cehalet cür’etle birleştiğinde duygularınız “latan”laşır.

Cür’etle karılmış cehaleti terbiye edemezsiniz, çünkü o terbiye tanımaz.

Bu filmin seloteyp taşıyacak tek bir karesi kalmadı.

Kim bir riyadan öpüşerek kurtulmuş, vesselam?

Deneyelim mi?

Yazarın Diğer Yazıları

Ödemişli Terzi Sadık’ın hakyemez evladı

Neye inanırsa onu söyler ve bedeli neyse gülümseyerek öder

Yurttaş kimin umurunda, varsa yoksa referandum

AKP, ustalıklı olduğu kadar çaresiz bir rota tespit etti: Bu yerel seçim bir güven oylamasıdır!

SS: Susurluk’tan sonra

Bugün, yevmiyeli hukuk döneminde yaşanan ise, Susurluk’u aratan bir facia. 7 Şubat 2012’de başlatılan yevmiyeli hukuk, belli ki bir süre daha devam edecek.

"
"