16 Ocak 2010

Türkiye’nin gündemi çağ dışı

Neden çağ dışı sorusuna yanıtlamadan önce, Kopenhag’da alınan kararlara bir bakalım...

Neden çağ dışı sorusuna yanıtlamadan önce, Kopenhag’da alınan kararlara bir bakalım.
Bilindiği gibi Kopenhag BM İklim Değişikliği Zirvesi, küresel sıcaklık artışının 2 derecenin altında tutulmasını amaçlayan çalışmalar ve gelişmekte olan ülkelere mali yardım yapılmasını öngören "Kopenhag Mutabakatı" ile sona erdi.
Yasal bağlayıcılığı bulunmayan ve daha çok uzlaşı niteliği taşıyan Kopenhag mutabakatında neler vardı?
Beş ana başlık adı altında varılan mutabakat hükümlerini şöyle bir gözden geçirelim.
Küresel sıcaklık artışının 2 dereceden daha az olması; gelecek yılın sonuna kadar üzerinde uzlaşılan konulara yasal bağlayıcılık getirilmesi; gelişmekte olan ülkelere yardım; ormanların tahrip edilmesinin önlenmesi ve mali destek verilmesi; sera gazları salımlarının azaltılması ve denetlenmesi.
Bu şu demektir:
Önümüzdeki yılda veya yıllarda bu işler yasal bir sürece girdiğinde, artık ülkeler, topluluklar öyle istediği gibi özgürce dünyayı, özellikle atmosferi kirletemeyecek, mevcut kirlilik saçan teknolojilerini değiştirmek zorunda kalacaklar. Kısaca dünya artık tek bir vücut haline geliyor. Yani küresel ısınma, dünyayı ekolojik anlamda da birleştirmeye doğru ilerliyor.
Mavi gezegen, insanlığı, artık kendisine karşı yapılan bu zulme ve üzerindeki tahribata ve talana dur demeye zorluyor.
Gezegen kendi anayasasını oluşturmaya çalışıyor.
Yani artık, “burası bizim toprağımızdır, biz memleketimizde istediğimizi yaparız, ister kirletiriz ister temizleriz” diye bir anlayış artık tarihe karışıyor. Çünkü her kirlettiğimiz toprak parçası, her kirlettiğimiz hava parçası aslında gezegenimizi kirletmekte, yok oluşa doğru sürüklemekte.
Kısaca artık kirletmekte özgür olamayacağız.
O nedenle bu zirve belki yok oluşa doğru gidişin önündeki tek umut…
* * *
Şimdi asıl can alıcı soruya gelelim.
Zirve dünyanın yok oluşuna karşı madem bir umut, bundan böyle her ülke gündemlerinde bu hayati konuya mutlaka yer vermeli ve hatta en önemli maddesi yapmalı, değil mi?
Doğrusu bu ama, Türkiye’de öyle bir gündem yok.
Peki içinde küresel ısınma olmayan bir ülke gündemi sizce ne kadar çağdaş olabilir?
Olamaz.
Kopenhag’da dünyanın yani gezegenin geleceği tartışıldı. Türkiye’den bu sorunun çözümüne ne gibi bir katkı oldu dersiniz?
Bilebildiğim kadarıyla ciddi anlamda bir katkı yok.
* * *
Kopenhag’daki liderler zirvesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kürsüye çıkarak beş dakikayı biraz geçen sürede kurmaylarının hazırladığı dört sayfalık konuşmayı okudu.
Ne yazık ki, dört sayfalık konuşma metninde küresel ısınmanın çözümüne dair ciddi hiçbir somut öneri yoktu. Gül, iklimle mücadelede net bir hedef ortaya koymadı. Türkiye’nin ne verebileceği değil, ne alabileceği, ne alması gerektiği gibi genel konulara ve Türkiye’nin şartlarına değindi.
Greenpeace Akdeniz Genel Direktörü Dr. Uygar Özemsi, Gül’ün konuşmasının hayal kırıklığı yarattığını savundu,  “İklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkelerin başında gelen Türkiye, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda lider olmalıdır. Sayın Gül’ün hedef açıklayamamasının altında, kimi bakanlıkların yeterli çalışmayı yapmamış olması yatmaktadır” dedi.
Peki Türk siyaseti ve medyası olaya nasıl baktı?
Doğru dürüst ne bir demeç, ne bir haber, ne de bir yorum veya analiz vardı.
Yani Kopenhag Zirvesi sırasında yapılan birkaç haber ile birlikte Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun bir iki açıklamasından başka bir şey medyada pek yer almadı.
Kısaca dünyanın kaderiyle ilgili toplantı bizim gündemimizde yoktu.
* * *
Eroğlu’nun söylemeyi unuttuğu şeyleri ise, Bölgesel çevre Merkezi (REC) Türkiye Ofisi ve Türk Sanayicileri ev İşadamları Derneği’nin TÜSİAD işbirliği ile kurulan İklim Platformu sözcüleri söyledi.
Platform, Kopenhag İklim Değişikliği Zirvesi öncesi, “21. Yüzyıl Karbon Uygarlığını Yakalamak; Düşük Karbon Ekonomisine Geçişte Teknoloji, Finans ve Tedarik Zinciri” adlı bir rapor yayımladı.

Raporun ortaya koyduğu önemli tespit ve öneriler şöyleydi:
- 1990-2004 yılları içersinde OECD ülkelerinde enerji kullanımında karbon yoğunluğu yüzde 4.2 azalırken aynı değerin Türkiye’de yüzde 6,5 oranında artmış olması düşük karbon ekonomisine geçiş sürecinde Türkiye’nin rekabet gücünü zayıflatıyor.
- Türkiye’nin, 1990-2007 yılları arasında sera gazı salım artışı yüzde 119 olarak gerçekleşti. Bu dünyanın en hızlı artış oranıdır. Bu artış hızının devam etmesi düşük karbon merkezli yeni ekonomiye geçiş sürecinde Türkiye için önemli bir engel oluşturuyor.
- 2008 verilerine göre, küresel düşük karbon ekonomisi 3.65 trilyon Euro gibi önemli bir büyüklüğe ulaşmış durumda. Türkiye’nin gelişen bu pazardan pay alması ekonominin sürdürülebilirliği için hayati önem taşıyor. 2012 – 2030 yılları arasında düşük karbon ekonomisine geçiş için her yıl 530 milyon dolar yatırım yapılması gerekiyor.
Bugün sera gazı salımlarının azaltımı için yapılacak olan yatırımların yüzde 70’i mevcut teknolojilerle karşılanabiliyor. Diğer yüzde 30’u oluşturan yatırımların “karbon tutma ve depolama” gibi yeni geliştirilen teknolojiler ile gerçekleşmesi bekleniyor. Türkiye mevcut teknoloji imkanlarını kullanarak özellikle enerji verimliliği ve enerji tasarrufu projelerinden faydalanabilir.
Rapor, teknoloji transferi, düşük karbon ekonomisine geçişin finansmanı ve tedarik zincirinde karbon yönetimi olmak üzere üç alanda çok önemli veriler ve kullanılabilecek uygulama modelleri ortaya koyuyor.
* * *
Yani Türkiye önümüzdeki “ekolojik çağ”da teknoloji transferine ayak uydurmalı, karbon emisyonlarını azaltmalıdır.
Dünyanın kurtuluşuyla ilgili yeni çözüm önerileri getirmeli, öncülük yapabilmelidir.
Bunu sadece İklim Platformu değil, geçtiğimiz günlerde, Türkiye’de Akbank ve Sabancı Üniversitesi işbirliğiyle hayata geçirilecek olan Karbon Saydamlık Projesi* nedeniyle ülkemize gelen Grantham İklim Değişikliği ve Çevre Enstitüsü Başkanı ve London School of Economics Profesörü, Akbank Uluslararası  Danışma Kurulu Üyesi Lord Nicholas Stern de söyledi.
Stern, projenin tanıtıldığı toplantıda yaptığı konuşmada, yüksek karbona dayalı şu andaki iş modelleri ve süreçlerinin devam etmesi halinde dünyanın bu yüzyılın sonunda çok ciddi sıcaklıklar yaşayacağını, Avrupa’nın güneyinin Sahra Çölü gibi olacağını, dünyanın güneyinin ise sular altında kalacağını, fiziki olarak dünya coğrafyasının değişeceğini söyledi. Atmosferdeki ortalama ısının, sanayi devrimi dönemindeki ortalamasından en fazla 2 santigrat derece üzerinde sınırlandırılması hedefine işaret eden Stern, işlerin eski şekilde devam ettirilemeyeceğini, 2 santigrat derecenin 5 santigrat dereceye kadar gitmesinin "büyük bir felakete" yol açacağını da belirtti.
Emisyon hacminde şu anda 50 milyar tona yakın bir rakamın söz konusu olduğuna işaret eden Stern, hacmin 2050’ye kadar 20 milyar tonun altına çekilmesi gerektiğini, bunun da şirket bazında bireysel olarak karbon salımının 7.5-8 kat azaltılmasını gerektirdiğinin altını çizdi.
Stern, "Bu, rakamsal bir enerji devrimi anlamına gelir. Yüksek karbonlu büyüme ile ekonomilerde aslında büyümeler değil, düşüşler göreceğiz. Yüksek karbonlu büyüme, kendi sonunu hazırlayacaktır. Düşük karbon ekonomisine geçiş tek yapabileceğimiz şey. Bu nedenle aslında bir çatala gelmiş durumdayız. Bir tarafta tehlikeli ve aptalca bir yol. Diğer tarafta çekici bir yol... Düşük karbon ekonomisi bize çok şey sağlayabilir" şeklinde konuştu.
Düşük karbon ekonomisine geçişin ekonomi tarihinin en dinamik dönemlerinden birinin gerçekleşmesi için fırsatlar sunduğunu, şu anda bunun için gerekli olan en önemli unsurun siyasi irade ve uluslararası düzeyde işbirliği olduğunu, insanların giderek daha fazla sorumsuzca olduğunu düşündükleri şirketlerden uzaklaşacaklarını söyledi Stern. Konuşmasında Türkiye’ye de değindi. Ve ders niteliğinde şu sözleri sarfetti:
"Türkiye de iklim değişikliğinden kaynaklanan riskler açısından çok hassas bir noktada. Akdeniz’in kuzeyi çok yüksek risk altında. Hiçbir şey değişmezse yüzyılın sonunda Sahra Çölü’ne benzeme riski var.  Kimsenin bunu çocuğu ve torunu için isteyebileceğini düşünmüyorum. Güneş ve hidro enerji, Türkiye’ye çok büyük fırsatlar sunuyor. Türkiye, temiz enerjide önemli ihracat ülkesi olabilir. Hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Şimdi yoksul ülkeler çok etkileniyor. Ancak zengin yoksul herkesin emisyonları azaltması gerekir. Türkiye de bu noktada daha güçlü bir politika geliştirmelidir. Daha önemli bir siyasi role büründüğü için bunu yapmalıdır."
Stern o toplantıda söylenmesi gerekenleri gayet açıklıkla söyledi. Türkiye’nin önüne çağdaş bir gündem maddesi koydu. Siyasiler ve medyanın yapması gereken tek şey, bu gündemi ülkenin önüne koymak...

NOT:

Karbon Saydamlık Projesi

Karbon Saydamlık Projesi (CDP), 2000 yılında şirketlerin, yatırımcıların ve hükümetlerin iklim değişikliği tehdidine karşı önlem almalarını sağlayacak bilgileri toplamak ve paylaşmak amacıyla başlatıldı. CDP açıklanması sayesinde, şirketler ve hükümetler karbon emisyonlarını azaltma hedefleri koyarak performans iyileştirmesi yapabiliyorlar. Bu veriler kurumsal yatırımcılar, şirketler, kamu politikasını yönlendirenler, resmi kurumlar ve akademisyenler dahil geniş bir kitle ile paylaşılıyor. İklim değişiklikleri risklerinin şirketler tarafından nasıl yönetildiğini küresel çapta raporlayan "bağımsız uluslararası kuruluş" olma özelliği taşıyan CDP, dünyada 55 trilyon dolar değerindeki varlığı yöneten 475 kurumsal yatırımcı adına hareket ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları

O at pisliğinin kokusunu çok ararsınız sonra!

Büyükada’da atlı faytonların yerini akülü faytonların alması için bir seferberliktir gidiyor.

TÜBA kendini iyi tanıtamamış olabilir; ama mesele bu değil!

TÜBA’nın kuruluşunda söz sahibi olan bilim adamlarından Prof. Dr. Celal Şengör de, alınan kararı eleştirirken...

Çevre korumada yine sınıfta kaldık

Dünyanın en saygın üniversitelerinden Yale Üniversitesi, 2012 Dünya Çevre Performansı Endeksi\'ni (Environmental Performance Index EPI) yayınladı.

"
"