Adettendir. Türkiye ne zaman kritik bir döneme girse, ABD gelişmeleri nasıl görüyor, kimi tutuyor, kimi sevmiyor, nasıl bir Türkiye istiyor diye sorulur. Biraz komplo teorisi, biraz korku, bazen son bir umut, bazen de gerçek bir merakla sorulur bu soru. Yirmi yıldır Washington’da yaşayan, Demokrat partiye yakın düşünce kuruluşlarında calışan, akademisyenlik yapan, Obama yönetiminde yüksek seviyede isimlerle Türkiye üzerine kitap yazan, analizler yapan bir gözlemci olarak görüşlerimi paylaşmak istiyorum. ABD gittikçe zayıflayan ve içine kapanma eğilimi içine giren bir süpergüç. Washington’un dünyadaki gelişmelere yön verme konusunda siyasi gücü ve iradesi azalıyor. İyi niyetli bir şekilde ABD’den ciddi beklentileri olan veya komplocu mantığa yatkın kesimlerin bunu bir kenara yazması gerekiyor.
Kanımca bir tane ABD yok. ABD basını, düşünce kuruluşları, Beyaz Saray, Kongre, Dışişleri Bakanlığı, Pentagon, istihbarat kurumları farklı bakış açılarına sahip. Ama bütün Amerikan kurumlarının ortak noktası objektif bilgi üzerinden analiz yapmaya çalışıyor olmaları. Peki objektif bilgi nedir Türkiye konusunda ? Türkiye’deki herkesin gördüğü siyasi kutuplaşma, kurumsal çürüme, otoriterleşme, sistemik patronaj ve yolsuzluk, hukuk devleti, demokrasi ve özgürlükler konusunda sorunları seçim ve sandığa indirgeyen “ben kazandım, istediğimi yaparım” diyen coğunluk diktası. Bir de tabii ki Gülen cemaati ve AKP arasındaki dünkü ortaklığın bugün, şartlar değişince, “paralel yapı” ve “darbe girişimi” olarak yansıtılması. Bütün bunlar objektif veriler ve sorunlar. Gülen hareketi ve AKP arasındaki kavganın ülkeyi bu derecede sallaması Türkiye’deki kurumsal çürümeyi apaçık ortaya çıkardı ABD’nin gözünde. Civileri cıkmış, kurumları iflas etmiş, ne yana savrulacağı belli olmayan bir üçüncü dünya ülkesi konumunda adeta şimdi Türkiye.
Türkiye’yi en çok ilgilendiren tabii ki Obama’nın ve Beyaz Saray’ın Türkiye’ye bakışı. Obama’nın dünyaya bakış açısını en iyi özetleyen kavram “realist pragmatizm.” Realist ve pragmatik Obama yönetimi, Türk ekonomisinde ciddi bir kriz ve çöküş yaşanmadığı sürece AKP’nin bir dönem daha Türkiye’yi yönetecek olduğunun farkında. Öte yandan, Başbakan Erdoğan’ın bir yıl öncesine oranla ciddi bir güç ve meşruiyet kaybına uğradığı apaçık ortada. Seçimleri kazanmaya devam etse de, Erdoğan, artık Obama’nın aynı kare içinde gözükmek istemediği bir lider. Geçenlerde konuştuğum bir Amerikalı üst düzey yetkili Erdoğan’ın ımajının “Berlusconi ve Putin arasında bir yerde” olduğunu belirtti. Yolsuzluklar Berlusconi, otoriterleşme Putin boyutunu temsil ediyor olmalı.
Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin bölgesel ağırlığı ve kabarık dış politika konuları Beyaz Saray’ı realist olmaya itiyor. Aylardır komplocu ve otoriter gidişatı nedeniyle Erdoğan’la konuşmak istemeyen Obama’nın en sonunda geçtiğimiz günlerde bir telefon görüşmesine evet demesini bu “realpoltik” çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Uyarılara rağmen Erdoğan’ın görüşmede Fethullah Gülen konusunu gündeme getirmesi ve üstüne üstlük bu konuda daha sonra yanıltıcı açıklamalar yapması Beyaz Saray’ı son derece rahatsız etmiş durumda. Yapılan açıklamadan da hemen anlaşıldığı gibi Obama nezdinde zaten son dönemde gittikçe olumsuzlaşan Erdoğan ımajının daha da negatifleştiğini söylemek mümkün. Böyle bir Washington’un Erdoğan’ın seçimlerden büyük bir zaferle çıkmasını otoriterleşme ve coğunluk diktası yönünde ciddi bir risk olarak gördüğüne emin olabilirsiniz. Zaten tam da bu nedenle Obama yönetiminin gözünde Türkiye’nin en büyük eksikliği güçlü bir muhalefet.
Son olarak sadece Beyaz Sarayı değil, basın ve düşünce kuruluşları dahil, ABD genelini kapsayan bir analizle bitirelim. Fazla değil, bundan birkaç yıl öncesine kadar Amerika’da Türkiye analizleri iki kutuplu, basite indirgemeci, “laik ve İslamcı” cephesinde yapılırdı. AKP bu cephede, askeri vesayeti aşmaya çalışan ve de nisbeten daha demokratik olan bir siyasi yapıyı temsil ederdi. Zaten tam da bu nedenle Türkiye Arap dünyası için iyi bir demokratik model olarak kabul edilirdi. Bugünse durum çok farklı. Artık Türkiye analizleri laik-İslamcı değil “demokrasi - otokrasi” düzleminde yapılıyor. Bu analizlerde AKP otoriterleşen, yasakçı ve baskıcı rejimi temsil ediyor. Peki demokrasiyi kim temsil ediyor ? Kanımca ABD’nın gözünde demokratik cephe Türkiye’de adeta namevcut. AKP’lisi, Gülencisi, Kemalisti, Kürtçüsüyle herkes cemaatleşmiş durumda. Türkiye genelini kapsayan bir vatandaşlık bilinci ve demokrasi kavramı yok. Pederşahi bir siyasi kültür ve akıllara durgunluk veren bir siyasi oportünizm ülke geneline hakim. Gülen hareketi de geçmişteki hataları ve artık dizboyu siyasileşmiş yarı dini yarı politik yapısı nedeniyle ABD’ye kendini demokrasi cephesinde bir oluşum olarak kabul ettirme konusunda inandırıcılık sorunu yaşıyor.
Bu şartlar altında ABD’den bakınca Türkiye konusunda en revaçta olan analiz şu: eskiden askeri vesayet üzerinden giden bir otokrasi varken bugün artık daha geniş halk tabanı olan dolasıyla daha popülist, ama aynı derece otokratik bir coğunluk diktası kuruluyor. Bu arada siyasi kutuplaşma ve istikrarsızlık arttıkça en çok endişe veren gelişme askeri vesayetin, hatta darbe tehlikesinin geri gelme riski. Yani Türkiye’nin o karanlık doksanlı yıllara geri dönmesi. Erdoğan’ın askerle işbirliği yaparak Gülen hareketini yok etme planı son derece tehlikeli bir gidişat. Hem AKP’den hem de Gülen hareketinden nefret eden, ve yıllardır haksız yere hapis yattığına inandığı için rövanş arayacak olan bir askeri- ulusalcı psikolojisi var bugün ülkede. Seçim öncesinde, sırasında veya sonrasında, özellikle de seçimleri şaibeli kılacak gelişmeler ülkeyi bir anda kanlı bir kaos ortamına ve sıkıyönetim ilanına sürükleyebilir. En karanlık senaryo, bahsettiğimiz rövanşist askeri psikolojinin kaos ve boşluktan yararlanarak iktidarı darbe yoluyla ele geçirmesi. İşte o zaman yeni bir “ABD nasıl bakıyor” yazısı yazmak gerekir. Ama şimdiden bir cevap arıyorsanız size bir tavsiyem var: Mısır’a bakın. Obama’nın pragmatik realizmi Mısır’da olduğu gibi darbeye darbe diyemezse hiç şaşırmayın.
_