28 Kasım 2021

Pi’yi 3 alabilir miyiz hocam?

Bir nesil bu soruyla büyüdü, sınavlar kazandı, üniversiteler bitirdi, meslek sahibi oldu.

Bugünün şairleri de sordu belki bu soruyu zamanında, bilgisayar mühendisleri de. ‘İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz hocam?’ da bir başka efsane soruydu. Hep de arka sıralardan gelirdi bu sorular. Dersi, okulu pek takmayan bunu da maharet sayan arka sıraların bitirim öğrencilerinin, sınava hazır olmamanın verdiği gerilimi gençliğin avareliğine buladıkları bir tür alaya alma, ders kaynatma çabasıydı. Pi sayısı, çemberin çevresinin çapına oranını ifade eden bir matematik sabiti. 3,141592653589793… şeklinde devam eden ve bir bitimi olmadan sonsuzluğa uzayıp giden bu sayı, bitimsizliğini göstermek için sonuna üç nokta konulmasını istiyor. Sonu olmayan bir gidişe sahip Pi sayısını kullanmadan su içtiğimiz bardağın bile ne kadar su aldığını bilmek mümkün değil. Sınavlarda küsuratla uğraşmanın zor geldiği öğrencilerin, öğretmenler üzerinde kurduğu sınıf baskısıyla yuvarlandı Pi sayısı. Değil sonsuzluğa uzayıp giden ondalık haneleri, virgülden sonraki son iki hanesine bile tahammül edilemez oldu. Soruları kolayca, zahmetsizce çözme isteğiyle baş edemeyip 3’e yuvarlandı Pi. Yazılı yapan matematik, fizik, kimya öğretmenleri, arka sıraların haytalarına fırsat vermemek için bu sorunun sorulmasına gerek bırakmayacak şekilde sınavın en başında kendileri söylerlerdi Pi’ye ne olacağını. Soruların yazılı olarak çoğaltılmış sınav kâğıtlarıyla dağıtıldığı sınavlarda ise yine öğrencilerden gelecek şamata amaçlı soruların önüne geçmek üzere bu ibare peşinen yer alırdı: ‘Pi’yi 3 alabilirsiniz.’ Geçenlerde Yeni Türkü’den Çember’i dinlerken okul yıllarının bu kült sorusu aklıma geldi; ‘Pi’yi 3 alabilir miyiz hocam?’ Pi’yi hep 3 aldık, fakat etrafımızdaki çemberlerde bir değişiklik olmadı. Bir noktadan eşit uzaklıktaki noktalar dizisine çember deniyor. Herhangi bir yüzey üzerine bir nokta koyarsanız o an kendi elinizle koyduğunuz o nokta etrafında sonsuz çemberler oluşma olasılığını da üretmiş olursunuz. Birey olarak evrendeki varlığımızı merkezinde kendimizin olduğu bir nokta gibi düşünürsek de yaşantımızı çevreleyecek sonsuz sayıda çemberin içine hapsoluyoruz demektir doğar doğmaz.

Pek çoğumuza bu kuşatılmışlık duygusunu belki de ilk fark ettiren, Yeni Türkü’nün Çember’i oldu. Grubun 1983 yılında yayınlanan ikinci albümü Akdeniz Akdeniz’de yer alan Çember ile fark ettik sanki etrafımızın sarıldığını. Hayat cenginde güçlü düşman kuvvetlerinin ‘etrafınız sarıldı teslim olun’ çağrısına, çaresi yok, yapacak bir şey yok diyerek bize sınırlanan alana itildiğimiz ya da kendi rızamızla çaresizce içine girdiğimiz çemberlerden geçe geçe yaşıyor gibiyiz. Çoğu zaman kendimizi içine sıkıştırdığımız ama bir türlü de sığamadığımız hayatlarımızdır çember. İçinde yer aldığımız çemberi biliriz, tanırız, farkındayızdır, ama çıkmayız, çıkamayız, ya da korkutucu gelir artık çemberin dışı, çıkmak istemeyiz. Asıl gerilim de burada başlar. Fikrimiz, isteklerimiz, hayallerimiz, duygularımız, sevinçlerimiz, ideallerimiz, içinde bulunduğumuz bu geometrik şekle sığmaz. Düşünsel olarak başka bir yaşam tasarlıyor olsak da görünen alanımızla, bedenen oradayızdır. Sonra zamanla konfor alanımıza da dönüşür bu çember, artık vazgeçmişiz, kabullenmişizdir içinde var olmayı. Çember, içinde çeperlerine çarpa çarpa yuvarlandığımız bir komediye dönüşür kimi zaman. Şarkıdaki gibi kendimiz içindeyken kafamız dışındaysa, meyhane masalarının etrafına, çemberi oluşturan noktacıklar gibi sıralanırız. Akdeniz Akdeniz albümü, Yeni Türkü’nün tüm müzikal kimliğiyle kendini ortaya koyduğu çok güçlü bir çalışmaydı. Albümün ikinci şarkısı olan ve Murathan Mungan’ın aynı adlı şiirinden Selim Atakan’ın bestelediği Çember de, Yeni Türkü’nün Telli Telli gibi, Maskeli Balo gibi alamet-i farikalarından biri oldu. Öyle kalın, derin çizgiler çekip neredeyse kırk yıldır dönüp duruyor zihnimizde. 

Aynı kökten gelen, aynı toprakta yetişmiş ağaçtan gövdeleriyle Türk bağlama ve Yunan buzukiyi, Akdeniz’in iki yakasındaki iki kardeş çocuk gibi kâh hüzünlü kâh umut dolu bir oyunun içine alıveren Çember, adı gibi dönüp duran bir sarmalı anlattı hayatlarımızdaki. Başladığımız noktaya gelişimizi, ne kadar yol alsak da aslında gidemediğimizin, sınırların dışına çıkış tedirginliğimizin şarkısı oldu. Bir yanıyla bireyin kuşatılmışlığı ve çıkmazlarını anlatırken bir yanıyla da devletlerin, politikaların, kültürlerin hayatlara çizdiği sınırları da işaret etti. Bestelendiği 80’li yılların siyasi atmosferini, Akdeniz’e komşu iki ülkedeki siyasi politikalarla çembere alınan halkları da düşündürdü bir yandan. Hem kendi kendimize çektiğimiz çizgileri, hem de bize dayatılan sınırları gösterdi, sorgulattı. Hayatta içine neyi koyarsan koy alacak devasa bir çemberin varlığını nota nota somutlaştırdı. Fakat her ne kadar sözleriyle, mesajıyla biraz karamsar görünse de aynı çemberin içine umudu koymayı da başardı Yeni Türkü’nün Çember’i. Belki de gücünü buradan aldı. Şarkının orta yerinde giren flüt solonun, umudu yayan esintileriyle o kara bulutları sakin, kararlı ve kendinden emin bir neşeyle nasıl da dağıttığını hatırlayalım. Hayat gibi şarkıdır Çember. Hayat da sanki çaresizlik ve umut arasında iç içe geçmiş çemberler kümesi. Pi’nin sonsuza uzayıp gitmesi gibi Çember de bizim hiç bitmeyecek zamansız şarkılarımız arasında dönüp duracak sonsuza dek…

Yazarın Diğer Yazıları

Az kuru pilav yanında “Nenni de Feridem”

“Gidiyorum işte gör, Hayalde gör düşte gör, Gıymatımı bilmedin, Bir kötüye düş de gör, Nenni de Feridem nenni” Mesela Ürgüp yöresine ait bu muhteşem türkü, tam esnaf lokantalarında dinlenesidir. Ağır aksak ritmiyle, içindeki kaşık şıkırdatmalarıyla, mekândaki çatal kaşık seslerinin içine bir güzel karışır, dinlenmez de sanki adeta yenilir yutulur. Hatta ‘dadından yinmez’

İyi miyiz değil miyiz?

Bugün Türkiye pop müziğinin güncel örnekleri üzerinden bir dinleme yapınca, Demirel’e atfedilen bir vecize aklıma geldi. Efendim kendisine sormuşlar, “Bana Türkiye’nin durumunu bir kelimeyle anlatın derseniz, iyi derim. İki kelimeyle anlatın derseniz, iyi değildir derim” demiş

"Aman Avni, bunlar ne güzel şeyler"

Onun "Bir kadeh şarap gibi içilmiş şarkılar"ıyla gönlümüzü eğlendirebilme, hayatta kendimizi eyleme, oyalayabilme becerisini kazandık; "Bu Akşam Bütün Meyhânelerini Dolaştım İstanbul'un" ve "Kader Kime Şikâyet Edeyim Seni" ile öğrendik yaşamayı. Ruhumuzun boşluklarını onun nağmeleriyle bir güzel sıvadık, kapattık

"
"