24 Ocak 2023

Uzlaşı çalışmaları, Suriye meselesinin çözümü için beklenen kırılma noktası olabilir mi?

“Her şeyin üzerindeki çıkarlar” açısından öyle bir noktadayız ki, Suriye’ye yönelik geniş kapsamlı yeni bir askeri harekâttan iki ülke liderinin birbirleriyle kucaklaşmalarına kadar çok geniş bir marj dahilinde hiçbir gelişmenin şaşırtıcı olmayacağını düşünüyorum...

Türkiye, Suriye politikasında çok keskin bir değişime gitti ve bu gelişme son dönemdeki diplomasi trafiğinin odak noktasını oluşturdu.

28 Aralık'ta Moskova’da Rusya, Suriye ve Türkiye Savunma Bakanlarının bir araya gelmesiyle gerçekleştirilen üçlü toplantıdan kısa bir süre sonra (Ocak ayı için tarih de telaffuz edilerek) Dışişleri Bakanlarının bir araya gelmesinin ve ardından sürecin liderler düzeyindeki görüşmeyle taçlandırılmasının beklenebileceği en üst düzey Türk yetkililerce ifade edildi. 

Millî Savunma Bakanı Akar, 28 Aralık'ta Suriyeli mevkidaşıyla Moskova'da görüştü

Ama gelişmeler, “sürecin”  öyle arzu edildiği kadar süratli ilerlemesinin güç olduğunu gösteriyor. Telaffuz edilen tarihlerin ötelendiği de zaten aynı yetkililerce açıklandı.

Esad, sürecin bir yerlere gidebilmesi için “öncelikle Türkiye’nin işgalinin ve teröre desteğinin sona ermesi gerektiğini”, yani, Türk askerinin Suriye'den çekilmesi ve Türkiye'nin Suriye muhalefetine  desteğini kesmesi gerektiğini açıkladı.

Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Miktad da, "Bu koşullar yerine getirilmedikçe Türkiye ile normal ilişkiler kurulamaz" ve "Esad ile Türk liderliğinin görüşmesi, anlaşmazlığın nedenlerinin ortadan kaldırılmasına bağlıdır" dedi.

Suriye meselesine çoğunlukla çatışan çıkarlara sahip birçok aktörün dahil olmasının, çok karmaşık bir sorunu daha da karmaşık hale getirdiği artık herkesin malumu. Bu kapsamda, Türkiye ile Esad arasındaki süreci etkileyebilecek çok sayıda aktör ve faktör var.

Bulunduğumuz noktada ana kilit aktör Rusya. Krizin ilk dönemlerinde Suriye’de tehlikeli şekilde karşı karşıya gelen ve birbirine zarar veren Rusya ile Türkiye, muhtelif anlaşmazlıklara, zorluklara ve riyaya mukabil, zaman içinde, bir işbirliği ilişkisi tesis edebildiler. İran’ın da katıldığı Astana Süreci'yle Suriye'de olayların akışı değişti. Sonraki dönemde farklı siyasi dinamiklerin ve gelişmelerin de etkisiyle Türkiye ile Rusya arasında daha da ilerleyen ilişkilerin kapsamı ve niteliği, Ukrayna'daki savaşla birlikte daha da genişledi.

Rusya, Türkiye'nin Suriye'de taraf değiştirmesini veya en azından tarafsız kalmasını hep arzu etmiştir. Ukrayna’daki savaş ve Türkiye'deki seçimler Rusya’ya bu yönde bir fırsat yaratmış gözüküyor. İki ülkenin de çeşitli yönlerden birbirine ihtiyaçları var.

Putin, Türkiye ile Suriye arasındaki olası bir uzlaşıdan birkaç bakımdan  kazanım elde etmeyi ümit etmektedir.  Bu çerçevede ilk olarak akla gelenler, Türk siyasetindeki en önemli konulardan biri için elverişli koşullar yaratarak, işbirliği ortağı olarak gördüğü  Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeniden seçilme çalışmalarına katkı sağlanması, Rusya’yla da  gerginliğe yol açabilecek yeni bir askeri harekatın engellenmesi, Türkiye ile Batılı müttefikleri arasında biraz daha şüphe ve sürtüşme yaratılabilmesidir.

Uzlaşı Süreci üçlüsünün Esad ayağında;  Suriye'nin yaklaşık üçte biri halen Esad’ın  kontrolü dışındadır, kontrol ettiği kısımlarda da derin sorunlar mevcuttur. Süveyda ve Daraa’da ciddi karışıklıklar ve güvenlik sorunları yaşanmaktadır. Ülke genelinde ve bilhassa rejim bölgeleri özelinde  ekonomik durum son derece kötüdür. İmtiyazlı bir azınlık dışında, Suriye halkının çoğunluğu çok zor koşullarda yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. 

Ülkedeki iç savaşın sonuçlarından biri, krizin başladığı döneme kadar Suriye ekonomisine ve zenginliklerine hakim  olan ayrıcalıklı ve geleneksel çevrelerin  yerini büyük ölçüde yeni bir güruhun almış olmasıdır.  Çoğu savaş vurguncusu, savaş zengini olan bu güruh, Esad ailesi ve diğer rejim önde gelenleriyle  birlikte, Suriye ekonomisinden ve zenginliğinden ne kaldıysa ellerine geçirmişlerdir. Bu vesileyle, günümüz Suriye ekonomisinin önemli ölçüde uyuşturucu, karaborsa,  arazi ve mülklere el konulması ve kaçakçılık üzerinden döndüğünü de hatırlatayım.

İktidarını sürdürebilmesini Rusya'nın desteğine ve korumasına borçlu olan Esad, Rusya’nın bu politikasının Ukrayna savaşı dahil her koşulda  süreceğine, Suriye’deki savaşın galibi olduğuna ve uluslararası toplumun iktidarını koruyacağı fikrine alışmaya başladığına kanaat getirmiş olmalı ki, özgüvenle hareket ediyor (veya öyle gösteriyor).

Bu kapsamda, Esad Rusya'nın Türkiye’yle görüşmesi yolundaki  baskısına direnemese de, sürecin daha ileriye taşınabilmesi için şartlar ileri sürebiliyor. Kamuoyuna açık bir şekilde de Rusya’ya, Türkiye’yle yapılacak görüşmelerden önce Suriye ile Moskova arasında koordinasyon yapılmasını beklediği mesajlarını veriyor. 

Bu süreçte acelesi olan taraf Türkiye gibi gözüküyor. Muhtemelen Mayıs ayında,  iktidarıyla, muhalefetiyle herkes ve ülke için çok önemli hatta birçok açıdan hayati önemde seçimler yapılacak.

Her oyun değerli olduğu bu seçimlerde  Suriye’den kaynaklanan özellikle iki meselenin (Suriyeli sığınmacıların dönüşü ve YPG/SDG güvenlik sorunu) seçim gündemindeki ve seçmen nezdindeki önemi malum.

Durum böyle olunca, iktidar, AKP saflarında dahi ciddi eleştirilere konu olan Suriye politikasında çok keskin değişiklik yaptı ve Esad rejimiyle uzlaşı sağlamak için yola çıktı.

İktidar, politika değişikliğinden umduğu faydayı elde edebilmek için seçime kadar somut bir adım atmalı veya atıyor gözükmeli. Zaman dar olduğu için acelesi var. İktidar ayrıca, pek çok açıdan hayret verici bu hamlesiyle,  kendisini en çok da Şam’la görüşmekten kaçınmakla eleştiren muhalefeti önemli bir eleştiri kozundan mahrum etmeyi  amaçlıyor.

Suriye meselesindeki diğer aktörlere gelince;

Rusya, İran'ı başlattığı girişimin dışında bıraktı ama İran kenara çekilmedi. Dışişleri Bakanı Abdullahyan Ocak’ta Şam’ı ve Ankara'yı ziyaret etti. İranlı Bakan, (gerçekte tam olarak öyle olmasa bile) Suriye ile Türkiye arasındaki diyalogdan memnun olduklarını açıkladı. Devlet Başkanı İbrahim Reisi’nin de birkaç gün önce Rusya Devlet Başkanı Putin’le yaptığı telefonda görüşmesinde, Astana çerçevesinin merkezde olmasının önemine  vurgu yaptığını, yani “bizi dışlamayın” dediğini İran basınından okuduk. 

İran, “Bizi gözardı ederseniz çabalarınız olumsuz etkilenir” mesajını veriyor. Haksız da değil. Zira İran’ın bölgede ve Suriye’de olumsuz anlamdaki etkisi çok fazla. Öte yandan,  İran’ın düşmanı da çok ve kendi topraklarında çok  ciddi sorunlarla karşı karşıya. Yani, etkili ama kırılganlığı da çok fazla. 

Suriye denkleminin diğer ana unsuru olan  ABD'nin YPG/SDG ile işbirliği, Türkiye-ABD ilişkilerinde en sorunlu konulardan biri olmaya devam ediyor.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Biden yönetiminin göreve gelmesinden bu yana ilk kez Washington'a giderek mevkidaşı Antony Blinken’la görüştü. Stratejik Mekanizma çerçevesindeki bu toplantıda Suriye konusu da tabi gündemdeydi.  ABD, bu toplantıdan önce, Esad’la  uzlaşma girişimlerine karşı olduğunu açıklamıştı. Üst düzey bir Pentagon yetkilisi de daha birkaç gün önce “ABD'nin SDG'yi terk etme planı yoktur, çünkü Kürtlerin öncülüğündeki bu güç, (ABD açısından) IŞİD'e karşı  mücadeleyi sürdürmek için güvenilir, yetenekli ve kararlı tek ortaktır” şeklinde açıklama yaparak ABD’nin tutumunu teyit etmişti. 

İki Bakan’ın görüşmelerinin ardından yayınlanan ortak bildiri, (sadece Suriye değil, her konuda) tarafların malum pozisyonlarını tekrarlamaktan öteye gitmediklerine işaret ediyor. Suriye’yle (ve diğer konularla) ilgili meselelerde kayda değer bir ilerleme kaydedildiğini zannetmiyorum. Kaydedilseydi, iktidar, “yeni bir diplomatik başarı” olarak kamuoyunu, yani seçmeni hemen  bilgilendirirdi.

Suriye’deki ihtilafın diğer yerel tarafları olan her türden Suriye muhalefeti ve YPG de kendilerine göre haklı nedenlerle endişeliler. 

Muhaliflerin Suriye'nin kuzeydoğusundaki kasabalarda Esad’la uzlaşı aleyhtarı gösteriler düzenlemeleri, Heyet Tahrir  el-Şam’ın ve muhtelif diğer grupların her türlü uzlaşmayı reddetmeleri gözardı edilecek gelişmeler değildir. Bu durum herkes açısından önemli ama muhalefetle/muhalif gruplarla ilişkileri sır olmayan Türkiye için daha da önemlidir. 

Uluslararası toplumun geneli, ve kağıt üzerinde tüm aktörler, Suriye'de 2254 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı temelinde siyasi çözümden yana ama buna rağmen bir türlü ilerleme olamıyor.

Bu noktada Türkiye ile Esad arasında gerçek bir uzlaşı sağlanabilmesi olumlu anlamda bir kırılma noktası teşkil edecektir. Ama uzlaşı sürecinin başarılı olmasının önünde ciddi sorunlar bulunmaktadır.

Suriyelilerin ve uluslararası toplumun önemli bir bölümü tarafından savaş suçlusu olarak nitelenen Esad’ın çözüm için samimi bir  siyasi iradeye sahip olduğu son derece kuşkuludur.  Daha doğrusu, Esad’ın siyasi çözümden anladığı,  rejimini ve mutlak otoritesini koruyacak bir formüldür. Bu yaklaşım, çözüm çarkının dönebilmesinin önünde temel bir engel oluşturmaktadır. 

Türkiye tarafındaki temel unsur ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “pragmatizmini” hangi sınırlara kadar taşımaya hazır olduğu ve ayrıca, başta Suriye’deki karşıtı olmak üzere, muhtelif aktörlerin  kendisine ne kadar güven duyacağıdır.   

Bu tabloda ve gelinen noktada, sürecin kamuoyuna duyurulan kısımları dışında, Suriye meselesine müdahil olan devletler ve devlet dışı aktörlerden oluşan bir yumak içinde  kamuoyunun gözünden uzak temaslar ve pazarlıklar yapıldığı tahmine müsaittir.

Nitekim, bazı yabancı basın-yayın organlarında bu yönde (resmi kaynaklarca teyit edilmeyen) haberler çıkmıştır. Bir haberde, ABD’den Brett McGurk ile MİT Başkanı arasında, adı verilmeyen  bir Körfez ülkesinde görüşme yapıldığı ileri sürülmekte. Ayrıca, YPG’nin de Rusya’nın ayarlamalarıyla rejimle görüştüğü, bu temaslarda YPG’nin ve Kürtlerin Suriye’deki geleceğiyle ilgili konuların ve sınır boylarıyla ilgili hangi adımların atılabileceğinin konuşulduğu da yazılıyor.

Türkiye ile Suriye arasındaki süreçte başarıya ulaşılabilmesi için aşılması gereken pek çok mesele bulunduğu ve birçoğunun son derece çetrefil olduğu doğrudur. Ama, “her şeyin üzerindeki çıkarlar” açısından öyle bir noktadayız ki, Suriye’ye yönelik geniş kapsamlı yeni bir askeri harekâttan iki ülke liderinin birbirleriyle kucaklaşmalarına kadar çok geniş bir marj dahilinde hiçbir gelişmenin şaşırtıcı olmayacağını düşünüyorum.

1960 doğumlu Ömer Önhon, Türkiye'nin son Şam büyükelçisidir. Kingston Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Kasım 1985’te Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Yurtdışında sırasıyla Riyad Büyükelçiliği, AGİT Daimi Temsilciliği, NATO Daimi Temsilciliği ve Şam Büyükelçiliği'ndeki görevlerinden sonra, New York’ta başkonsolosluk ve Madrid’de büyükelçilik yaptı. Nisan 2021’de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekli oldu. Merkez teşkilattaki son görevleri Orta Doğu ve Asya'dan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı ve Uluslararası Güvenlik İlişkilerinden Sorumlu Genel Müdürlüktü. 

2021'de Remzi Kitabevi'nden çıkan 'Büyükelçi'nin Gözünden Suriye' kitabının yazarıdır.

Yazarın Diğer Yazıları

Operasyonel becerilerine karşın İsrail su alıyor

ABD hiç ilgisi olmadığını açıkladı ama İsrail’in bu operasyonları ABD'nin bilgisi ve hatta dahli dışında yaptığını düşünmek saflık olur...

Potansiyel Türkiye-Suriye normalleşmesinde son gelişmeler, olasılıklar ve akıllara takılanlar

Erdoğan ile Esad önümüzdeki günlerde veya haftalarda bir araya gelseler dahi, hepsi bir şekilde iç içe geçmiş onca sorunun çözümünün yıllara yayılacağı, bazı sorunların da belki çözülemeyeceği bir süreç beklenebilir

Filistin'de kural tanımaz, insanlık dışı savaş

İsrail uçaklarla ve füzelerle Gazze’deki Hamas altyapısını ve hastaneler, okullar, evler, ibadethaneler dahil, kullanabilecekleri her şeyi yok ediyor. Aynen İtalyan işgalcilerin 1910’larda Libya’da, Nazilerin 2. Dünya Savaşında Varşova Gettosu'nda yaptıkları gibi...

"
"