06 Nisan 2022

Türkiye, Ukrayna savaşında ince bir çizgide dengeli bir şekilde ilerlemeye gayret ediyor

Türkiye Rusya’yla tabii ki düşman olmasın. Karşılıklı çıkar temelinde işbirliğimizi sürdürelim; ama, saldırgan, uluslararası hukuku istediği gibi çiğneyebileceğini ve her yaptığının yanına kalacağını düşünen bir Rusya’nın, Türkiye için de yüksek risk olduğunu da, hiç olmazsa bundan sonra, göz ardı etmeyelim...

Ukrayna ile Rusya heyetleri arasında 29 Mart’ta İstanbul’da yapılan toplantı, bir süre sonra ateşkes tesis edilebileceğine dair ümitleri arttırmıştı. O tarihten bu yana, savaş sürmekle birlikte, iyimser bir bakış açısıyla olumlu olarak nitelendirilebilecek bazı gelişmeler yaşandı.

Bu kapsamda, savaşın yapıldığı alan daraldı; Rusya, Kyiv ve çevresinden çekildi. Rus kuvvetleri şimdi harekatı doğu bölgelerinde (Luhansk ve Donbas bölgelerinde) yoğunlaştırıyorlar. Mariupol’de şiddetli savaş yaşanıyor. Rusya, Karadeniz kıyısında da Odessa’yı, Mykolaiv’i bombalıyor.

Ukrayna ile Rusya arasındaki müzakerelerde ele alınan belli başlı konular hakkında basında parça parça da olsa bilgi yer aldı.

Rusya’nın Ukrayna’dan talepleri; bu ülkenin NATO’ya üye olmaması, tarafsız ülke statüsünde olması ve nükleer silah sahibi olmaması. Ayrıntılar müzakere gerektirecek olmakla birlikte, bu unsurlar üzerinde genel itibarıyla mutabakat sağlanmasının mümkün olabileceği anlaşılmakta.

Ukrayna da haklı olarak, Rusya’nın taleplerinin yerine getirilmesi karşılığında güvenlik garantileri talep etmekte. Burada da, mesela, tarafsızlığın nasıl tanımlanacağı konusu var. Öne çıkan model, Avusturya tarzı tarafsızlık.

Açıklığa kavuşturulması gereken diğer bir konu da, güvenlik garantileri. Ukrayna uluslararası bir konferans toplanmasını ve Türkiye’nin de dahil olacağı muhtelif ülkelerin garantör olmalarını talep etmekte. Garantör ülkelerin yükümlülüklerinin ne olacağı spekülasyon konusu ve muhtelif tartışmaları beraberinde getiriyor. Özellikle garantörlerin yükümlülükleri hassas, çünkü, anlaşıldığı kadarıyla, Ukrayna’nın kafasında, bir mekanizma dahilinde garantörlerin silahlı müdahale imkanı da bulunmakta.

Meselenin toprak bütünlüğünü ilgilendiren boyutunda mutabakata varılabilmesi ise çok daha zor. Rusya’nın Kırım’ı 2014’de ilhakı uluslararası camia tarafından gayri meşru olarak tanımlandı ve hiçbir ülke tarafından tanınmadı. 2022’de de Luhansk ve Donetsk bağımsızlıklarını ilan ettiler. Sadece Rusya ve Esad Suriye’si tarafından tanındılar.

Genel kanı, Kırım’ın Rusya’dan geri alınmasının zor olduğu yolunda. Luhansk ve Donetsk içinse, bu bölgelerin geleceğinin referanduma götürülmesi, sonrasında Rusya’ya katılmalarından, ileri derecede otonomiye sahip olarak Ukrayna’nın toprakları dahilinde kalmaya kadar farklı seçenekler dillendirilmekte.

Şu sıra öne çıkan konu, Rusya’nın çekildiği bölgelerdeki korkunç manzaralar. Özellikle Buça şehrinde sokaklardaki yanmış parçalanmış cesetler, elleri bağlanıp infaz edilmiş insanlar, toplu mezarlar infial yarattı. Bu şehirdeki görüntülerin başka yerlerde ve özellikle Mariopul’da karşılaşılaşılabilecek çok daha feci görüntülerin habercisi olmasından kaygı duyulmakta.

Rusya sorumluluk kabul etmiyor. Buça’daki görüntülerin Ukrayna’nın mizanseni ve kurgusu olduğunu ileri sürüyor. Sosyal medyada da bazı görüntüler dolaştırılıyor. Arabanın dikiz aynasından arkaya bakınca yolda yatan cesedin kımıldadığı görülüyormuş falan filan.

1800’lerde Kafkasya’da Çerkeslerin kendilerinden kat be kat fazla Ruslarla on yıllarca savaştıktan sonra nihayetinde sürülmelerini ve soykırıma maruz kalmalarını,
1940’larda Ahıska Türklerinin sürgün edilmelerini ve on binlercesinin öldürülmesini,
1990’larda başta Grozni olmak üzere Çeçenistan’ın birçok yerinin yakılıp yıkılmasını,
2015’den itibaren Suriye’de hastanelerin, pazar yerlerinin vurulmasını,
2020’de İdlib’de saatler süren hava saldırıları sonucunda askerlerimizin şehit edilmelerini hatırlıyor sunuz değil mi?

O olaylar ne kadar mizansen, ne kadar kurguysa, Rusya’nın Ukrayna’da yaptıkları, Buça’daki cinayetleri de o kadar mizansendir, kurgudur.

Dünyada barışın teminatı olması gereken Birleşmiş Milletler'in Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden biri olan Rusya; ülkelerin egemenliğine saygı, kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma, sınırların dokunulmazlığı, sınırların güç kullanımı yoluyla değiştirilmemesi devletlerin toprak bütünlüğünün korunması gibi uluslararası hukukun tüm temel ilkelerini çiğnemiştir.
Rusya; Neo-Naziler, Rusça konuşanlara soykırım, nükleer silahlar gibi uyduruk sebeplerle Ukrayna’ya askeri güçleriyle girdi, sivil yerleri vurdu, altyapıyı tahrip etti. 500 ila 800 milyar dolar zarar tahmini yapılıyor.

Ukrayna’da yaşanan trajedinin sorumluluğunu Rusların tamamına mal etmek elbette olmaz. Çok sayıda Rus da Ukrayna savaşına ve Putin’in siyasetine karşılar. Ama ellerinden bir şey gelmiyor ve karşı oldukları bir olayın sonuçlarına katlanmak durumunda kalıyorlar.

Demokrasinin olmadığı veya sözde demokrasinin bulunduğu ülkelerde, olan halka oluyor. Otoriter ve ideolojik rejimler halka değil, sadece kendi çıkarlarına ve ideolojilerine hizmet ediyorlar, sadece kendileri gibi düşünenleri, kendilerinden gördüklerini var sayıyorlar. Otoriter rejimde hesap vermek yok, hesap sormak da yok. Hesap soranı, yanlışa yanlış diyeni, yanlış olduğunu düşündüğüne dair fikir beyan edeni mahkemelerde ve hapishanelerde süründürüyorlar. Putin’in Rusya’sında böyle bir rejimin canlı ve tipik örneğini görmekteyiz. Muhaliflere sıfır tolerans uygulanıyor. Savaşa savaş demek, Putin’in imzaladığı bir yasayla suç haline getirildi. Sadece borazan basına yaşam hakkı tanınıyor.

Desen: Selçuk Demirel

Türkiye coğrafi konumu itibarıyla savaşan ülkelerin komşusu olmasının yanı sıra, her iki ülkeyle ve daha çok Rusya’yla çeşitli alanlarda gelişmiş ilişkilere sahip. Ticaretten turizme, doğalgaz tedarikinden nükleer santral yapımına kadar birçok alanda işbirliği bulunmakta. Türkiye ve Rusya, birden fazla bölgede de (Suriye, Azerbaycan, Libya) meseleye müdahil durumdalar.

Dolayısıyla, ekonomik alanda olumsuzlukların yaşandığı ve iktidarın seçim öncesi ekonomiyi düzeltmeye çabaladığı bir döneme de rastlayan bu savaştan en fazla zarar görebilecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Türkiye’nin ulusal çıkarları, savaşın bir an önce sonlanmasını gerektirmektedir.

Türkiye, bu kriz özelinde ve en azından bugüne kadar, gerçekçi ve dengeli dış politika izleyebilmiştir. Rusya’yı kınamış ama yaptırımlara katılmamıştır. Hava sahasını kapatmamış ama Montrö’yü uygulamıştır. Her ülkenin taraf olmaya itildiği bir ortamda, savaşın iki tarafıyla da konuşuyor olabilmesini artı değer olarak kabul ettirebilmiştir. Savaşan iki ülkenin dışişleri bakanlarının Antalya’da bir araya gelmeleri, dördüncü tur müzakerelerin İstanbul’da yapılması, Cumhurbaşkanı’nın hem Rus hem Ukraynalı karşıtlarıyla görüşmeler yapması önemlidir, diplomatik alanda başarıdır.

Ancak, bu işin 'ama’larından biri, savaş uzarsa pozisyonumuzu korumakta zorlanmaya başlayabilecek olmamızdır. Hem Batı'dan hem Rusya’dan şimdiden bazı kıpırdanmalar görülmektedir.

Ankara’daki Rusya Büyükelçisi'nin 4 Nisan’da Rus TASS Haber Ajansı’nda bir demeci yayınlandı. Büyükelçi, özetle, Türkiye’ye sitem etmiş, Ukrayna’nın Türkiye’den tedarik ettiği Bayraktar İHA’larla Rus askerlerini öldürdüğünü söylemiş. (Malum, Rusya da, ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci silah ihracatçısıdır). Rusya Büyükelçisinin sözlerini dost sitemi olarak nitelememek gerekir. Diplomatik bir lisanla, aba altından sopa gösteriyor.

Ukrayna krizi, Türkiye’nin ilişkilerinin bozuk olduğu birçok ülkeyle ara düzeltme çabaları gösterdiği bir döneme de denk gelmiş ve Türkiye’nin konumunun ve öneminin hatırlatılması/hatırlanması bakımından fırsat yaratmıştır.

Türkiye’nin son yıllarda Batı’yla temel pozitif gündem maddesi sığınmacılardı. (Gerçi bu konu dahilinde dahi ihtilaflar yaşanmıştır). Şimdi, bu kısa listeye, Ukrayna da eklenmiştir.

Ukrayna savaşı vesilesiyle oluşan iyi havanın, Türkiye’nin genel olarak ABD ve AB’yle ilişkilerine olumlu yansıyıp yansımayacağını göreceğiz. Sığınmacılar konusu temelinde yansımamıştı. Türkiye AB’den bol miktarda bravo almış ama gümrük birliğinin güncellenmesi, vize serbestisi sağlanması, üyelik sürecinin canlandırılması gibi konularda ilerleme olmamıştı.

Ukrayna savaşının Rusya’nın Suriye’deki davranışlarını nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz, göreceğiz. Türkiye ve Rusya’nın Suriye’de bir süredir yaptıkları işbirliği, bu ülkede ateşkes anlaşmalarına varılabilmesine katkı sağlamıştır ama her an yeni patlamalara yol açabilecek çözümlenmemiş birçok mesele de mevcudiyetini sürdürmektedir. Türkiye ve Rusya’nın önümüzdeki dönemde Suriye’de karşılaşmalarının işbirliği temelinde olmasını ümit ederim ama ihtilaflı olabilme ihtimali de mevcuttur. Her halükarda, Suriye sahasında NATO müttefikleriyle işbirliği zemininde buluşabilen Türkiye’nin eli daha güçlü olacaktır.

Türkiye de, ABD başta olmak üzere bazı NATO müttefiklerinin artık akıllarını başlarına alıp, Suriye sahasında terör örgütüne destek veren ve Rusya’ya alan açan politikalarından vazgeçmelerini bekleyecektir.

Türkiye Rusya’yla tabii ki düşman olmasın. Karşılıklı çıkar temelinde işbirliğimizi sürdürelim, turistler gelsin, domates biber satalım, doğalgaz alalım. Ama, saldırgan, uluslararası hukuku istediği gibi çiğneyebileceğini ve her yaptığının yanına kalacağını düşünen bir Rusya’nın, Türkiye için de yüksek risk olduğunu da, hiç olmazsa bundan sonra, göz ardı etmeyelim.

Yazarın Diğer Yazıları

Filistin'de kural tanımaz, insanlık dışı savaş

İsrail uçaklarla ve füzelerle Gazze’deki Hamas altyapısını ve hastaneler, okullar, evler, ibadethaneler dahil, kullanabilecekleri her şeyi yok ediyor. Aynen İtalyan işgalcilerin 1910’larda Libya’da, Nazilerin 2. Dünya Savaşında Varşova Gettosu'nda yaptıkları gibi...

Filistin'de benzeri görülmemiş gelişmeler dünyayı sarstı

Devlet Başkanı Abbas’a ve El Fetih’e bağlı güçlerin, yeni nesil Filistinli direnişçilerin ve İsrail vatandaşı Arapların sokağa inip çatışmaya katılmaları halinde İsrail çok zor durumda kalacaktır

Sığınmacılar ve yabancılara vatandaşlık verilmesi konuları gündem olmayı sürdürüyor

Erdoğan ile Esad tokalaşıp kucaklaşsa bile, ülkemizdeki Suriyelilerin Esad karşıtı olanları dönmeyecektir. Esad karşıtlığından ziyade ekonomik ve genel güvenlik kaygılarıyla ülkemizde bulunanların da koşullarda düzelme görmeden dönmeleri çok güç gözüküyor...