Türkiye'de uzun yıllardır "milli birlik ve beraberlik" istekleri gündemde tutulur. Herkes olaylar karşısında beraberliğimizin bozulmamasını diler. Bu güzel bir temenni ancak toplumsal yönelişlerimiz, bilinçaltımız beraberlik ve dayanışmaya uygun mu? Beraberlik söylemlerini dillendirirken ne derece samimiyiz?
2.5 yıldır devam eden çözüm süreci bu toprakların büyük umudu olmuştu. Zira sadece sınırların mekanik bölünmesiyle veya bölünmemesiyle çözülebilecek bir sonuçtan öte yüzyıllarca birlikte iç içe yaşamış halkların Ortadoğu coğrafyasındaki istikbali konuşuluyordu. Ancak umutlarla başlayan süreç, son zamanlarda tökezlemeye başladı. Bunun en önemli nedeni süreci yürütenlerin ayak sürümesi. Erdoğan'ın henüz tam anlaşılmayan bir nedenle önce yavaşlatıp sonrasında Dolmabahçe mutabakatını, izleme kurulunu reddetmesi süreci iyice hareketsizleştirdi. Bunun üzerine Kandil de sertleşerek ateşkesi bitirdiğini açıklayarak, halka silahlanma çağrısı yaptı. Tabii ki bu yönelişlerin asıl olumsuz yansıması bu liderlikleri takip eden kesimlerde oldu. Ruhsal kırgınlıklar, rahatsızlıklar artarak toplumsal yarıklar büyümeye, derinleşmeye başladı.
Seçim öncesi Türk milliyetçisi kesimlerden gelecek oya talip olan Erdoğan, seçim sonrası Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da oldu milliyetçi oyları kaybettiği gibi Kürt oylarını da elinden kaçırdı. Bu da özellikle Ak Parti yönetiminde ve taraftarlarında büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. Bu hayal kırıklığı, Kürt sorununun evveliyatını, geldiği noktayı, yeni coğrafi ve sosyolojik durumları göremeyince de taraftarlarda yanlış yapma dozunu iyice arttırdı.
Seçim öncesi HDP'ye yönelik saldırılar HDP'li olmayan Kürtler arasında bile rahatsızlığa yol açarken bunu hiç hissetmeyen bir Batı kamuoyu oluştu maalesef. Zaten çözüm sürecinin başında sadece Erdoğan'ın karizmasıyla çözüm sürecine tahammül eden milliyetçi muhafazakar çevreler Erdoğan'ın da çark etmesiyle iyice asıllarına dönmeye başladı. Bu hal, sürecin, Suriye'deki son gelişmelerin iyice mekanikleşmiş bir siyasi çekişme diliyle ele alınmasını doğurdu. Bu ruh hali, karşı tarafa "haddini bildirirken" toplumsal bağların ne denli zayıfladığını, ruhsal ayrılıkların derinleştiğini ve toplumsal yarıkların iyice belirginleştiğini göremedi.
Kürtler kendileriyle empati yapmayan Türkleri gördükçe son iyi niyet kırıntılarını da yitirmeye başladı. Çözüm süreciyle oluşturulması gereken devlete ve Türklere kalıcı güven ve ikna olmuşluk hissi iyice tahrip oldu. Zaten yıllardır "alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete" hissiyatının olumsuzluğunu yaşayan Kürtler nobran dilin iyice belirginleşmesiyle eskiye dönüşü tercih etmeye başladı.
Suruç patlamasıyla ortaya çıkan tablo maalesef bu dediklerimizi doğruluyor. Suruç'ta yaşanan katliam sonrası aslında toplumsal dayanışma, bütünleşme anlamında bir büyük fırsat yakalanmıştı ancak yine bu fırsat kaçırıldı. Çoğu Türk olan gençler Kürt çocuklarına destek olma amacıyla çıktıkları yolda vahşice katledilmişti. Bu hem Kürtlerde hem de Türklerde ortak bir sinerji oluşturup ortak bir kazanıma, dayanışmaya vesile olabilirdi. Ancak böylesi bir olay sonrası bile olayı siyasi rant mevzusu edinerek HDP'li milletvekillerinin neden alanda bulunmadığını saldırıyı HDP'nin yaptırdığını ima ederek sormak, aynı gün öldürülen uzman onbaşı Müsellem Ünlü'nün ölümünü bir acı yarıştırma, çekiştirme yaygarasına boğarak katliamı hissetmeme ve Demirtaş'ın güvenlik önlemlerinin arttırılması çağrısını "silahlanın dedi" polemiğine kurban etme aslında ne kadar derinleşmiş bir toplumsal yarık içinde bulunduğumuzu gösteriyor.
Bu çekişme dili öylesine belirginleşti ki, İslami camialar tartışılması gereken IŞİD gerçeğini hep hasıraltı etmeye devam ediyor. Aslında dev bir problem olan IŞİD ve Harici zihniyeti çözülmeden geçen her süre, istikbalde artabilecek IŞİD terörü karşısında sağlıklı çözümlemeler yapılmasını imkansızlaştırıyor.
Çözüm süreci kolay bir süreç değildir ve şımarıkça, hoyratça harcanacak bir süreç değildir. Her iki taraftan oluşabilecek ölümlerde samimi, insanı ve çözümü önceleyen bir dil, tüm toplumu iyileştirecektir, zira hastalığımız devam etmektedir. Her iki taraf da toplumun süreç için verdiği opsiyonu, sabrını yanlış değerlendirmemelidir. Bu yanlış değerlendirme sadece bir sorunu çözümsüz bırakmakla kalmayıp Ortadoğu'da en çok korunması gereken toplumsal bütünleşmeyi de vuracak ve yarık derinden bir kopuşa neden olacaktır. Bu kopuş sadece sınırların ayrılması anlamında değil ruhsal, moral ve duygusal tüm eşiklerin iyice düşmesi kırılması olacaktır ve sadece zarara hizmet edecektir.
@gergerliogluof
www.omerfarukgergerlioglu.com