Çözüm sürecinin hükümet açısından bittiğini değil durduğunu görüyoruz. Beşir Atalay'ın açıklaması böyle, bu açıklamayı bardağın dolu ve boş kısmı bakış açısıyla da değerlendirip "artık herşey bitti" uçurumuna da yuvarlanabilirsiniz ancak yapılması gereken çatışma çözümlerinde daha da büyüğü hep yaşanmış yol kazalarına bakıp olgun ve umutlu değerlendirmeler yapabilmektir. PKK açısından da böyle bir "bitiş" in olmadığını karşılıklı güç gösterisi yaşandığını unutmamamız gerekir.
Yaşanan çatışmalar dönüşü mutlak bir çözüm masası için talihsiz yol kazalarıdır. Ancak bu kazalar tahmin edilenin üstünde sürece zarar vermektedir. Hem toplumda gereksiz düşmanlığı arttırmakta, hem kutuplaşmaya yol açmakta hem de çözümü zorlaştırmaktadır. Çözüm sürecinin başarıya ulaşmasında en önemli etken (teferruatı bırakarak söylemek gerekirse), güven oluşumudur. Kürtler açısından güven kaybı 90 yıllık uygulamalardan sonra 2.5 yıllık çözüm süreciyle giderilebilecek bir mesele değildir. Bunun için PKK silah bırakma konusunda ayak sürümektedir. Yaşanan son çözüm süreci duraklaması ve bitiş tehdidi ise bu güven bunalımını daha da derinleştirmekten başka birşeye yaramamaktadır.
Türkler açısından yaşanan temel problem Kürtleri anlama konusundaki empati eksikliği ve sorunun derinliğini fark edememektir. Çözüm masasından yine aldatılarak kalkılma tehlikesine karşı çıtayı yüksekte tutmaya çalışan örgütün 2.5 yıldır ayak sürümeler yaptığını ama masadan kalkmadığını görebilmeleri gerekir. Yıllarca hak gaspına uğrayanın göstediği aşırı tedbir halinin ancak devletin kalıcı güven arttırıcı adımlarla atılabileceğini anlamaları gerekir. PKK'nın da Batı'da yaşanan fevri hareketlerde Türk toplumunun eşrafı ve çoğunluğu tarafından temsil edilen sabır duygusunu çok zorlamaması gerekir. Öldürdüğü her asker ve sivil ile ne denli büyük bir çözümsüzlüğe yol açtığını bilmesi gerekir.
PKK'nın silah bırakmasını engelleyecek hem kendisinden hem de hükümetten kaynaklanan tüm sorunlar giderilmelidir. Bunu sağlamak için yapılması gerekenlerin en başında kalıcı güven veren adımların cesaretle atılması olduğu unutulmamalıdır. Çözüm sürecinde yaşananlar karşılıklı güven oluşmadan yürümenin ne kadar zor olduğunu göstermektedir. Selahattin Demirtaş'ın Radikal gazetesinden Ezgi Başaran'a verdiği mülakat bu görüşlerimizin ne kadar doğru olduğunu göstermektedir. Çözümün kıyısına gelinmişken karşı tarafa güven oluşmadığı için Kandil'in Öcalan'ı da aşarak çekilme yasasını dayatması veya Dolmabahçe'de "önce mutabakat mı, silahsızlanma mı" krizinin olması aslında başta kalıcı güven sorununun çözülememiş olmasındandır.
Şu an yaşanan bombalamalar, asker infazları sorunun en büyüğü olan güvensizliği derinleştirmekten başka bir şeye yaramamaktadır.
Sonuca odaklı isek yapılması gereken, her kesim için tansiyon arttırıcı söylemler değildir. Eğer bu sorunu çözmeye Türkiye toplumu mecbur ve mahkum ise hiçkimse karşı tarafın gerginliği arttıran sözlerine aynı dozda cevap vermemelidir. Şu an aranması gereken asgari müştereklerde mutabakattır ve çözümün sağlanmasında kolaylaştırıcı olmaktır. Ateşkes sağlanmadan barış,barış sağlanmadan demokratikleşme adımlarının atılması çok zordur.
Atılan her bomba, öldürülen her asker, çözümü zorlaştırmaktadır ancak bu zorluk halen "imkansızlaştırmaktadır" denecek aşamada değildir. Ancak Erzurum'un Tekman ilçesinde TOKİ inşaatında çalışan Kürt işçileri linç girişimi ne denli büyük bir olayların kontrolden çıkma ve iç savaş tehdidiyle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Tayyip Erdoğan ve Kandil sorumluluğunun farkına varmalı ve Kobani gibi olayların oluşumundan önce oluşan kesintiye müdahale etmeli ve bir diğerine güvenmeyi başarabilmelidir.
@gergerliogluof