Nefret duygularını önleyemezsek bu toplum kurtuluşa, felaha eremez.
Farklı kesimlerin birbirlerine karşı olan tavırlarına dikkat etmesi gerekiyor. Toplumsal barışı, Kürt sorununu çözerek sağlamak istediğimiz bugünlerde aslında farklı birçok konuda toplum fertleri bir diğerine nefret duyguları besliyor.
Yeni doğum yapmış çarşaflı bir hanımın fotoğrafından bahisle Barış Atay'ın ""fotoğraftaki anneyi bulun" " sözü önemli bir sorunu tartışmalarla alevlendirdi. Anneyi aşağılamaya yönelik bu saygısız ifade, bir tartışma başlattı ve karşılıklı nefretler daha da arttı. Evrensel düzlemde korunması gereken bir kişiye, yeni doğum yapmış lohusa bir kadına yönelik bu aşağılayıcı, alaycı tavır neden halen insanımızda var? Siyasi polemikleri aşıp ön yargıyı ve nezaketsizliği niye fark edemiyoruz, konuşulan üzerinden değil konuşan üzerinden karşılıklı mevzileniyoruz? Bir kadının çarşaf giymesi, aşağılanması için yeter sebep mi? Bu alaycı tavrı, objektif bir şekilde insani hassasiyetler üzerinden sorgulamayı beceremeyip de hemen niye kamplaşıyor, kutuplaşıyoruz?
Aslında toplumun farklı kesimleri birbirine karşı nefret dolu. Kişi, şiddetle karşı olduğu bir dünya görüşünden hazzetmiyor olabilir, alerji hissettiğinin varlığından, görüntüsünden rahatsız olabilir. Ancak bu hal, çoğunlukla burada kalmıyor, ilerliyor, nefret hisleriyle aşağılamaya dönüyor ve toplumsal yarılmalara yol açıyor.
Yine önceki günlerde her sene yaşadığımız gibi yılbaşı kutlama tartışmaları yaşadık. Bir kısım insan yılbaşı kutlayabilir bir kısmı da kutlamayabilir. Ancak Noel baba objesini korkunç bir zombi kılığına sokarak yılbaşı kutlamalarından insanları sakındırmaya çalışmak da neyin nesidir? Nefret duygularını katmadan düşüncenizi ifade edemiyor musunuz? Noel babaya özel önem veren, seven kişileri kırdığınızın farkında değil misiniz? Medya organları işi o kadar kötü bir noktaya vardırdı ki nefret ettirmeye çalıştığı kişinin fotoğraflarını teknik programlarla çirkinleştirerek nefreti arttırmaya çalışıyor.
Geçtiğimiz gün intihar etmeden önce videosunu çekerek son mesajlarını kamuoyuna ileten trans Mehtap (Eylül cansın) gibi transseksüel, eşcinsellerden de dindarların çoğu nefret ediyor. Bazı dindarlar yok edilmesi gereken bir güruh olarak bu kesime bakıyor. Ancak trans Mehtap'ın çok üzücü perişan hali sanırım herkeste olduğu gibi birçok dindarın da yüreğinde derin bir sızı oluşturdu. Hangi nedenle bilinmez ama tedavisi çok zor, kötü bir hastalık olan depresyonun tetiklediği tüm insanlara karşı güvenememe ve tükenme halinin Mehtap'ı sarması, insan olan hangi kişiyi derinden etkilemez ki? Belki nefret duygularını tedavi etmenin en etkin yolu birbirimizi dinlemek, anlamak, acısını hissetme ve paylaşma yoludur. "Potansiyel nefret edilmesi gerekeni" ilan etmeden önce o kişinin yaşam tarzı ve insan olarak korunması gereken hakları arasında ayırım yapabiliyor muyuz? Bunu her kesim, öteki olarak gördüğü hakkında kendisine sormalı, kendisini sorgulamalı. Farklı gördüğünüzün yaşam tarzından hazzetmiyor olabilirsiniz ama bir nefret objesi haline getirmeye hakkınız var mı? Sanırım bu intihar videosunu seyreden birçok kişi kendisiyle özel bir hasbihal, özeleştiri yaparak dediklerimize hak vermiştir.
Bu olaylar tüm kesimler için uyarıcı olmalı. Niye hepimiz nefreti oluşturan bir yöneliş içinde olduğumuzun hasbihalini yapmıyoruz ki?
Farklı olduğunu kabul ettiğimize karşı olan duygu ve düşüncelerimizin sınırlarını niye sürekli bir hassasiyetle gözden geçirmiyoruz ki?
Farklılıkların olduğu bir dünyada bir arada yaşadığımızı, yaşamak zorunda olduğumuzu düşünemiyoruz mu?
İnsan, kendisinden başkasını ilk önce yanlış, sonra tehlikeli, ardından nefret edilmesi gereken bir ruh haliyle değerlendiren benliğini, karşısına alıp niye onunla konuşmaz, sorguya çekmez, hesaplaşmaz ki ?
Nefret toplumsal bir öğüt halini de alabiliyor zaman zaman. İktidar sahibinin annesine küfredilmesini önemsemeyerek nefretinizi gösterebiliyorsunuz veya iktidarına karşı çıkan bir gösteride öldürülen Berkin'in annesini topluluklara yuhalatırken de bir lider olarak topluma nefreti belletiyor ve normalleştirebiliyorsunuz.
Bu nefrete bir dur demez ve her tartışma, her nefret sözünden sonra körüklersek nereye varacağız?
Nefret söyleminin sonu iyi değildir. En başta demokrasiyi, birlikte yaşamayı vurur ve toplumun hafızasında kalıcı kötü izler bırakarak ayrılıkları körükler. Gezi ve Cemaat tartışmalarıyla iyice alevlenen kutuplaştırıcı dile son vermezsek daha çok nefret edeceğimiz düşmanımız olacak maalesef.
Toplumda farklılıklar var olacak, bu kaçınılmaz, bizim belirleyemeyeceğimiz bir durum. Her kesim kendisinden farklı, sevemeyeceği, tehlikeli bulacağı kesimlerin olacağını bilmeli. Farklılıklara İslam dini içindeki farklı kesimlerin bile hoşgörüyle bakmadığı günlerdeyiz ve bunun acısını, sorunlarını yaşıyoruz. Dindar, aynı dinden farklı gördüğünü bile din dışı ilan ederek yanlış ve tehlikeli bulduğunu belirtiyor. Bu, nefret ve yok etme duygularını beraberinde getiriyor. Farklılığı yanlış bulabilirsiniz ama öteki bulduğunuzun var olma hakkına saygı duymak zorundasınız. Varlık aleminin sahibi tek siz değilsiniz, farklı olan yerine göre size zenginlik katacak bir çeşittir. Bu formül toplumsal çatışma ve çekişmeleri önleyebilecek en makul yoldur. Yoksa farklılıklar bitmez, farklı dinden ve ideolojiden olanlar da birbirine katlanamaz, aynı dinden olanlar bile ötekini imha etmeye çalışır. Her kesimden insan bunu iyi düşünmek ve pratize etmek zorundadır.
www.omerfarukgergerlioglu.com