Güç sahibi olmak isteyen kuvvetlerin kendisinde toplanmasını ister. Adalet dağıtmak isteyen ise kendisinin denetlenmesini ister.
Taha Akyol'un "Atatürk'ün ihtilal hukuku" isimli kitabında Mustafa Kemal Atatürk'ün Kuvvetler birliği yanlısı olduğu anlatılır. Rousseau'yu örnek Alan Mustafa Kemal, kuvvetler ayrılığının iradenin ortaya çıkmasını engelleyeceğini ve anarşi çıkartacağını düşünür. Kuvvetleri tek elde Toplamak için 1. Meclis'te hem Meclis başkanıdır, hem meclis içinde kurulan parti benzeri bir grubun başkanıdır, hem de meclis tarafından kurulmuş hükümetin başıdır. Bu anlayışı ve istediğini yaptırmak için dengeleri gözeten kurnaz bir strateji izlemenin usullerinin nasıl olduğunu görmek istiyorsanız bu değerli araştırma kitabına bir göz atınız.
Başbakan da kuvvetler birliği olmadan bir yere varılamayacağını söylüyor ve başkanlık sistemi istiyor. Başbakan açık ara farkla bugün Türkiye'nin en beğenilen lideri olabilir hatta en yakın rakibi partiye iyi bir fark atabilir ancak bu istediği kendisinin mutlu olacağı ve herkesin memnun olabileceği bir Türkiye oluşturabilecek mi?
Başbakan'ın kuvvetler birliği yönündeki sözleri bize 90 yıl önceki başka önemli bir lideri ister istemez hatırlattı. Mustafa Kemal kuvvetler birliği isteğini fiilen de hayata geçirmiş ve birçok önemli sorun oluşmuştu. Cumhuriyetin ilanından önce yeni Ankara meclisinin önünde çok önemli meseleler vardı. İlk önce saltanatın bütün belaların başı olduğu söylenecek ama hilafetin korunması gerektiği söylenecekti. Ardından 1. meclis'teki muhalefet refüze edildikten ve 2. meclis'teki güç oranı yakalandıktan sonra hilafetin ne kadar lüzumsuz ve zararlı bir kurum olduğu ilan edilecektir. Adım adım istenilen kuvvet elde edilmekte diğer meb'usların tahayyül edemediği çok önemli bir değişim gerçekleştirilmekteydi.
Sakarya meydan muharebesinde zaferi kazanabilecek tek komutan olarak görülen Mustafa Kemal uzun tartışmaları dinleyip herkesin ne dediğini gördükten sonra bir şartla bu kumandayı kabul edeceğini ifade etmişti. Bu da olağanüstü yetkilerle hareket etme yetkisiydi. Bunu demokrasiye olan inancından dolayı 3 ay ile sınırlandırmak istediğini belirtmişti ancak 3 ayın sonrasında uzatma istemişti. 5-6 kez 3 aylar onun arzusu doğrultusunda uzatılmıştı. Almış olduğu Başkumandanlık yetkisini Cumhurbaşkanı olduğu zaman da kullanan Mustafa Kemal tek adam olmayı çok arzuladığını gösteriyordu. Cumhurbaşkanı olduktan sonra bile Falih Rıfkı'nın "peki parti ne olacak" sorusuna imalı bir şekilde Cumhurbaşkanı olsa bile partinin kontrolünün kendi elinde olacağını beyan etmişti.
O zamanlar kuvvetler ayrılığı ilkesinin ne kadar önemli ve gerekli, olduğu pek anlaşılmıyordu belki. Ancak şimdi çok önemli olduğu tüm anayasa hukukçuları tarafından teslim edilmekte ve adaletli bir yönetimin ancak böyle sağlanabileceği vurgulanmaktadır. Padişahlıkla yönetilen Osmanlı'da bile günümüze yansıyan adil uygulamaların nedeni kuvvetler ayrılığının vurgulandığı olaylardır. Padişah'ın hâkim karşısına çıkması ve aleyhinde hüküm verilmesi unutulmaz bir olaydır. Bunun nedeni kuvvetler ayrılığı ilkesine dikkat edilmesidir.
Ankara hükümetinin önünde iki seçenek vardı. Çok saygı duydukları kişiyi ya demokratik bir yönetime razı edeceklerdi ya da güçlü bir karakterin yere ve zamana göre yorumladığı durumları çok düşünmeden onaylayacaklardı. 2. seçeneği tercih etmek istemeyenler dışlandı, günün gücünü kabul edenler ise makam ve mevki açısından yükseliyorlardı. Ama bu toplumun sorunlarını çözebilecek miydi? Adil bir yönetim oluşturabilecek miydi? İki önemli sorun gündeme gelince Meclis adalet pusulasını şaşırıyordu. Din ve Kürt meselesi.
Şimdilerde yeni bir anayasada Türk yerine Türkiyeli denmesi gerektiğini söyleyerek adil bir çözüm bulunabileceğini söylüyoruz. Ankara meclisinin kayıtlarını incelediğinizde aynı tartışmanın o günlerde de yapıldığını duymak insanı ürpertiyor. Irk ayrımcılığı olacağı gerekçesi ile Türk yerine Türkiyeli ifadesi kullanılması gerektiğini söyleyen liberal kanat meb'uslarının itirazının dinlenmediğini görmek üzücüdür. 90 yıl önce gücü değil adaleti esas alan bir anlayışın hâkim olmamasının bedelini bugün 40 bin kişinin öldüğü dallı, budaklı kronik çözümü zor bir mesele ile karşı karşıya kalarak ödüyoruz.
Bugün de kuvvetler birliğini istemenin sonucunun yüzyıllar sürecek yeni çözümsüzlüklerin nedeni olacağı açıktır. Sorunları çözmek, kuvvetleri birleştirerek değil, demokratik bir anlayışla kuvvetlerden hesap sorma ile olmalıdır. Askerin Roboski katliamını, polisin her gün karakollarda rastlanabilen vatandaşa güç yoluyla haddini bildirme usullerinin hesabını sorulmasını istiyorsanız kuvvetlerin ayrılığının ne kadar önemli olduğunu anlarsınız. İlkelere göre hareket etmek çoğu zaman safça bulunur ancak zaman geçtikçe ne kadar önemli bir değer olduğu anlaşılır.
Bu vesile ile 1. ölüm yıldönümlerini maalesef idrak ettiğimiz şu günlerde Roboski/Uludere'deki öldürülen çoğu çocuk kardeşime Allah'tan rahmet diliyorum. Ne hesap verenin ne özür dileyenin olduğu bir katliamın, katledilen garip köy çocuklarının hesabı bu dünyada ancak kendine güvenen kuvvetlerden korkmadan sorulabilecektir.