Suriye'de bir iç savaş yaşanırken kimyasal silah kullanımı, Batı'nın muhtemel müdahalesini gündeme getirdi.Batılı ülkeler dışardan gelecek ve konunun uzmanlarının söylediği gibi füzeler, bombalar atarak karaya inmeden Suriye yönetimini cezalandıracaklarmış. Hatta beklenti Batı'nın sihirli elinin 3 senedir süren iç çatışmaları bitirebileceği yönünde.
Irak'ta da aynı senaryo yaşanmıştı. Batı müdahalesini yapıp, çıkarlarını sağlama aldı ancak batağa saplandığını anladığında biran önce kaçmaya çalıştı. Suriye'de de aynısının gerçekleşeceğini gördüğü için Obama uzun süredir bu savaşa bulaşmak istemiyordu. Ancak kimyasal saldırısı bardağı taşıran son damla oldu.
Bu müdahale Bosna'ya veya Irak'a müdahale etmeye benzemeyecek gibi. Zira Suriye'nin arkasında Batı'yla uzlaşmaya kesinlikle yanaşmayan İran var. İran bölgedeki dengelerin değişmesini kendi varlığıyla eşdeğer gördüğü için tavrını sürdürecektir.Bu da müdahale nedeniyle güç zaafiyetine uğrayan Esed'in tekrar tahkim edilmesi demektir.
O halde bu müdahaleye biz niye katılalım? Türkiye yıllardır sürdürdüğü Esed karşıtı tavrıyla müdahaleye destek vermeye gönüllü. Ancak bu yeni Reyhanlılar anlamına gelebilir. Sınrda alınan kimyasal silah tedbirleri ne denli büyük bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Hatta ateşin çok daha büyümesiyle de sonuçlanabilir.
Peki o halde ne yapalım? Bu zalim iç savaşta masum çocukların parçalanmış veya kimyasalla boğulmuş cesetlerini izlemeye devam mı edelim?
Yıllardır "neredesin Batı, katliamlara niye müdahale etmiyorsun" denir. Ancak Batı'nın müdahalesi gündeme gelince de antiemperyalist bir rüzgar eser. Bu rüzgarın esmesinden önce kendi işimizi kendimiz görmeye odaklansaydık, sorunlarımızı , ihtilaflarımızı kendimiz çözmeye çalışsaydık olmaz mıydı?
Doğunun kaderi kendi elindedir. "Kurtar bizi Batı, neredesin ey Batı" demekten önce birbirine tahammülü, başkasının hakkını tanımayı başarmalıdır. Kendi mahallesindeki kavga için başkasının insafını beklerse kendisini hedef tahtası haline, oyuncak haline getirenlerden daha çok medet bekler. Bölgede üstü örtük Türkiye ve İran çekişmesi olduğunu, Suriye'de adeta karşılıklı savaştıklarını bilmeyen yok.
Bölgede karşılıklı vahşet, acımasız infazlar artık sıradan olaylar oldu. Ancak yine de çok geç kalınmış değil. Batı'nın müdahalesiyle değişecek bir şey de olmayacak sanırım. Çok açık bir şekilde Türkiye ve İran masaya oturmalı ve bu savaşa son verilmesi ve ülkede seçimlerin yapılması ve demokrasiye geçilmesi konusunda bir anlaşma yapmalılar.
İran'a muhtaç olan Suriye de, Türkiye ye muhtaç olan Esed karşıtları da bu mutabakata sesini çıkaramayacaktır.
Bir ülkenin barışı oraya dışardan gelenlerin müdahalesiyle olmaz. Hatta var olabilecek anlaşma ihtimalini kalıcı olarak ortadan kaldırabilir. Bu Kürt meselesinde de, mezhep ayrılığında da aynıdır.
"İslam dünyası var mı?" diye bir soru sormuş Ruşen Çakır. Sorduğu her önemli müslüman aydın da "var olduğunu düşünüyor musun? demiş. İslam dünyasının hac gibi kimseye nasip olmayan birliktelik sağlayabilecek dev bir organizasyonu var ama için içinde olanlar "böyle bir dünya var mı ki?" diye sorana cevap veriyor. "İslam dünyası yok" diye eleştiri yapılacağına bu dünyanın var olduğunu zor zamanda göstermesi gereken aydınların gayreti, devletlerin işbirliği olmalı. Bu sonuca olası müdahale öncesi varması gerekiyordu. Türkiye ve İran müdahaleyle olabilecek can kayıplarını önleyebilirdi. Ancak zararın neresinden dönülse kardır.Yapılacak iş bellidir. On yıllar sürebilecek bir iç savaş ve Irak'taki gibi devam eden trajediyi istemiyorsanız "zararın neresinden dönülse kardır " demeli ve barışı gündem etmelisiniz.
Suud'un Mısır karşısındaki tavrı için Hayrettin Karaman "hac boykotu" yapalım demiş. Buna gerek yok sonuç da alınmaz. İslam dünyası hacca gönderdiği insanlarını medeni değerler açısından eğitse, hacla zaten öğrenilmesi gereken farklılığın bir ötekileştirme değil renklilik ve güzellik olduğunu anlatsa yeter. Suud benzeri mantığın diskalifiye edilmesinin en nitelikli yolu budur.