19. yüzyılda milliyetçilik rüzgârlarının daha sert esmesi ile birlikte Kürtler arasında da Kürt kimliği açısından yeni istekler oluştu. Yeni kurulan T.C'nin önünde bulduğu meseleyi çözüm şekli, o zamanki otoriter siyaset anlayışına uygundu. Dini kimliği olduğu gibi Kürt kimlik arayışlarını da tepeleyerek çözme anlayışı öne çıkmıştı. Yıllarca bu konudaki sıkıntıyı, hazırlattığı raporları umursamayarak mesafeli duran devlet son 40 yılda olayın kronik hali ile karşı karşıya kalmaktan kendini kurtaramadı. Yıllarca aynı otoriter siyaset anlayışının ezdiği dindar camia ise Kürt meselesinin çözümü için sahih bir İslami perspektiften çözümler üretemedi.
Yıllarca dindar partilerin oy deposu olarak görülen Kürt illeri bir müddet sonra bu görüntüyü değiştirdi. PKK ile olan ilişkisini inkâr etmeyen partiler geleneği, her seçimde oy oranını arttırarak gözden uzak tutulamayacak bir orana ulaştılar. Bu oy oranlarındaki yükseliş ve dindar Kürt topluluklarının seküler bir dil ve anlayışa evrilmesiyle dindar camia da meseleye İslami çözümler bulma isteği oluştu. O zamana kadar "İslam gelecek, vahşet bitecek" sloganını tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan İslamcı camia, dindar Kürt tabanındaki erozyonu görünce İslam bağı ile kopuşun durdurulabileceğini düşündü.
Dini argümanlarla PKK'ya mesafeli duran dindarların, sorunun çok aktif siyasal terimlerle tartışıldığı ve sıcak gelişmelerin olduğu bir ortamda kendi kozasında duramayacağı belliydi. Kozadan çıkış, Türk İslamcılarının tedirgin olacağı şekillerde oluyordu ama bu yıllarca kozaya mahkûm ve mecbur etme anlayışından kaynaklanıyordu. Değişimin hiç değişmediğini unutmamak gerektiği ve doğru çözüm önerilerini sunmayı başaranların kazandığı bir dünyada, yerinde sabit kalanlar, dinamik olamayanlar kaybediyordu.
Meseleye İslamcıların çözüm bulması gerektiği söyleniyordu. Bulunan İslami çözüm her insanın gasp edilemez haklarının iadesi şeklindeydi. Bu çözümü çok daha önceleri seküler hareketler söylemişti. Farklı olan neydi? İslami çözüm denilerek insan haklarına uygun bir çözümü savunan liberal çevrelerden bile farklı yerde durma özeninin nedeni neydi? Bulunan İslami çözümün hastalığın teşhisine ve doğru tedavisine hizmet edeceği su götürmez bir gerçekti. Ancak İslami çözüm hangi açıdan farklıydı ki liberal ve sol çevrelerden uzak durmayı gerektiriyordu?
Kürtleri kundakçı diye tanımlayan ve ayrı toprak talebinin caiz olmayacağını söyleyen yetkin din âlimi Hayrettin Karaman'ı yoğun bir eleştiri bombardımanına tutan İslami camia, farklı toprak taleplerinin İslami bir dille reddedilemeyeceğini söylüyordu. Seçim Kürtlere kalmalıydı, siyasi bir meseleye dini bir fetva verirken yanlış yapılmamalıydı. Şükrü Hanioğlu'nun Sabah'taki yazısında belirttiği gibi bu tartışmaların benzer tarzları farklı zaman ve coğrafyalarda da olmuştu. "Yeni Arnavut alfabesinin kullanılmasının "günah" olduğunu ileri süren Meşihat'ı Türk baskıcılığının dinî aleti olmakla suçlayan Arnavut milliyetçileri, yerli ulemadan da destek alarak bir Arnavut Meclis-i Uleması kurulmasını talep etmişlerdi." Kimlik taleplerini ses çıkarılamayacak ağırlıktaki fetvalar ile bastırma eğilimi hiçbir zaman doğru seçenek değildi.
Kürt meselesinde İslami çözümün farklı kesimlerin çözüm önerilerinden çok farklı bir tarafı yok. Zira çözüm, gasp edilen hakların insani ve adil kriterler tanınarak iade edilmesi gerektiğini söylüyor. Çözüm sonrası oluşacak siyasi tablo tabi ki her grubun kendi görmek istediği açıdan olacaktır. Şu anda doğru çözümler bulmuş olanların çözüm sonrası daha şanslı olacağı açıktır.
Kürt meselesini herkesi İslamcı yaparak mı çözeceğiz? Ya öyle olmayacaklarsa? Dini yaklaşımın mahiyetini doğru anlamazsanız Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz.
İslami çözümün mutlaklığı üzerinde düşünenler son zamanlarda artık iyice birbirinden kopmaya yüz tutmaya başladığı belli olan Türk ve Kürt dindar entelektüel çevrelerini niye anlamıyor, gözden kaçırıyor?
İslami kardeşlik vb. sözler Kürt mahallesinde artık sempati yerine antipati oluşturuyor. Aldatmaca olduğu düşünülüyor ve güvensizlik devam ediyor. Karşı kutba yaklaşılmaması gerektiğini Zerdüştlük argümanı üzerinden sürdürmek de çözümsüzlüğü arttırmaktan başka bir sonuç doğurmuyor. Siyasi bir sorunu dini argümanları öne çıkararak veya tersinden özellikle dini reddederek çözmekten başka bir çare olmadığını söylemek tünelin ucundaki ışığı göstermiyor. Aslında dini kardeşlik argümanını dindarların asıl Türk kesimine hazmettirmesi gerekiyor.
"Sekülerlikten kaynaklanan bir sorunu İslami bir dili terk ederek çözmek yeni sorunlar ortaya çıkartır, İslami çözüme herkes dönerse sorun kalmaz" deniliyor ancak bölgedeki dini ve siyasi çok parçalılık gözden kaçırılıyor. İslami ağırlığın egemen olduğu tek parçalı durum şu anda büyük ölçüde değişmiş durumdadır. Sorun sadece Ak parti BDP arasındaki yanlış politikalar değildir. İslami camialar da soruna doğru yaklaşamadı ve halen meseleye nüfuz etmeye pek gönüllü değiller. Sahih olmayan bir yaklaşım ve çözüm tarzının İslami çözümü hepten zayıflatacağı da akıllardan çıkarmamalıdır.