Çözüm sürecinin bozulmasından sonra muhafazakar camia kızgın. Devletten yıllarca sopa yiyen, ötekileştirilen dindarlar oy verdikleri hükümetin yürüttüğü savaşta taraf oluyorlar. Çözüm sürecinde itirazcı olmayan kitleler şu an çoğunlukla şahin kesilmiş durumda. Meseleyi dünyanın diğer ülkelerindeki benzerlerini araştırmak ve çözümü uzun süren bir sorun olarak görmeyi ve anlamayı tercih etmediler. Adalet kriteriyle hareket ederek her iki tarafı da eleştirmek seçeneği varken taraf olmayı tercih etme yüzünden hükümete artan bir destek veriyorlar.
Kürt meselesini siyasetten bağımsız, maaşsız Müslüman alimlerin çözme ihtimali olabilirdi. Ancak alimlerin de çoğu, elde ettikleri kazanımlardan dolayı iktidara dua etmekteler. Eleştirdikleri hususlar olsa da maslahatçılık yaparak ya mırıldanarak eleştiri yapmayı ya da susmayı tercih ediyorlar. Kimi din alimi ise tabanın karşı çıkacağı barış söylemini gündeme getirmekten tedirginlik duyuyor. Kazara birisi bunu gündeme getirse "terörist" ilan ediliyor. Alimler bu sorunda çoğunlukla güce ve paraya tav olmayı tercih etti. Oysa imam-ı Azam Ebu Hanife gibi çığır açan alimler iktidarlardan bağımsız bir çizgiyi korumayı hayatları pahasına tercih etmişlerdi. İslam dini, her iki milliyetin genel olarak ortak değeri olduğu için barış için bir şans olabilirdi. Ama her geçen gün artan Türk milliyetçiliği dalgası bu ihtimali de toplumda minimale indiriyor.
Kürt meselesinde çözüm için toplumun çoğunu oluşturan muhafazakarların niye sorgulayan bir güç olamadığını irdeleyelim. Bu topraklarda İslam daha çok Türk milliyetçiliğiyle karıştırılarak öğretildi. Cumhuriyetin elitleri dine karşı sert ve net bir tavır alınca halk eskiye dair ne varsa sahiplenme tepkisi göstermeye başladı. Osmanlı, yıkılması durdurulamayacak köhne bir bina gibiydi ve yıkıldı. Yaşadığı büyük imparatorluk kaybının üzüntüsü içindeyken bir de yeni devlet onları dışlıyordu. Ancak dindar halk dışlandığı bu yeni Cumhuriyete karşı tepkisellik içinde tarihten bulduğu tüm değerlere sarıldı. Şanlı tarih, evliya sultanlar, asrı saadet gibi olan Osmanlı yaşam tarzı, vb. aşırı kutsallaştırıldı. Osmanlı, gazavat, Türklük artık bu yeni tepkiselliğin içinde dini bir elbise giydirilerek kabulleniliyordu. Cumhuriyetin tepeden inmeci Türkleştirmeci politikalarına bu yüzden Türk muhafazakarlar arasında önemli bir reddiye görülmedi. Baskılara rağmen ortaya çıkan Cumhuriyetin ilk muhafazakar akımları oldukça milliyetçi tonlara sahipti. Türk'e, Osmanlı'ya sahip çıkmak, dine sahip çıkmak olarak değerlendiriliyordu. Necip Fazıl Kısakürek vb. İslamcıların çoğu Türk milliyetçiliğiyle din arasındaki çelişkiyi göremedi. Neden sonra Kur'an'a dönüş hareketleri gelişince her kesimden dindar, Türk milliyetçiliğinin İslami bir yöneliş olmadığını fark etti. Ancak muhafazakar toplumun baştan aşağı her kesiminin genlerine milliyetçilik işlemişti artık.
Kürt meselesindeki haksız uygulamalara karşı çıkabilecek muhafazakar camiaya karşı devletin eli güçlüydü. Zira muhafazakarların en alttan en üste kadar olan bilinçaltı Türk milliyetçiliğiyle dolmuştu. Kendisi de ötekileştirilse, muhafazakar için İstanbul'u fethetmiş olan Türk komutana övgüler sunan Osmanlı'nın devamı olan bir devlet dini anlayışı oluşmuştu. Bu toprakların Türk olan Osmanlı eliyle Müslümanlaştırılmasına engel olanların ellerinin kırılacağı günler elbette gelecekti. Bu günler muhafazakar oylarla sağlanan bir iktidar eliyle sağlanınca da tüm bilinçaltı devreye girdi. Türklük ve Müslümanlık duyguları Kürt meselesinde giriftliği anlamayı, adaleti değil, çatışmacı çözümü alkışlar oldu.
Dindar Türk camia kendisini evvelden beri devlete taraf olarak görüyordu. Kendisine zulmeden devletin uygulamaları bir başka toplumsal kesime yöneldiğinde hiçbir rahatsızlık duymuyordu. Ermeniler, Aleviler, Kürtler haksızlığa uğruyor ama etkili ve temsiliyet arz eden bir karşı koyuşu muhafazakarlar göstermiyordu. Sol camianın yaptığı sahiplenmeyi umursamıyor ama Kürtler, Aleviler solculaşınca "hain ve nankör" oluyorlardı. Muhafazakarların bir dönem kendi derdiyle meşgul olduğu için adaletli davranış gösteremediği itirazına peşinen şunu söyleyeyim ki muhafazakarlar iktidar olduklarında devlete daha çok sahip çıktı, itirazcı seslere karşı mücadeleyi kutsal bir iş olarak gördü.
Çözüm sürecinin bozulmasından sonra gelinen 6. ayda çözüme, barışa en alerjik kesim muhafazakarlar, İslamcılar oldu. İktidarın yaptığını eleştirebilen ve gittikçe sayısı azalan dindar aydın şeytanlaştırılmaya da başlandı. Bunu yapan yeni zamanların muktedir Müslümanlarıydı. İktidar nereye dönse oraya dönen bu kesim, yolsuzluk söylentilerini, otoriterleşme eleştirilerini ve hatta İsrail'le düzelmeye başlayan ilişkileri bile sorun etmedi. Varsa yoksa İslamcılığın amaçlarına hizmet edeceğini düşündüğü bir iktidarı korumak, kollamak, ona gelen eleştirilere göğüs germek oldu. Bir de iktidarın nimetleri bu gayreti pekiştiriyordu. Devlet ve PKK arasındaki çatışmayı kendi iktidarına bir tehdit gördüğünden hak, batıl savaşı olarak niteliyordu. Anlamak için çırpınması gereken etnik bir meseleyi dini terminolojiyle açıklamaktan bile çekinmez olmuştu. Bunun doğuracağı kafir ilan etme tehlikesini önemsemedi bile. Geleneksel ve yeni İslamcı din anlayışı sahih anlayışın tersine adaleti önemsemiyordu, acı gerçek buydu.
Kürt meselesindeki her iktidar eleştirisini ümmetin abiliğine soyunmuş bir iktidarı yıpratacak sözler zanneden dindarlar aslında ümmet kavramını baştan beri yanlış anlamıştı. Yeniden Osmanlı ruhuyla 3 kıtada güç artıracak bir ümmet kavramının canlanması için adaletsizliklere göz yumuyorlardı. Aslında ümmet, İslam ortak paydasında kimliklerin var olma hakkıdır ve bu muhafazakar zihinde sanıldığı gibi ırkçılık değildir. Çünkü ayetler kimlikleri bir çiçek bahçesinin oluşturduğu güzellik olarak gösterir insanlara.
Türk dindarlar kendilerine öğretilen devlet ezberlerini aşarak Kürt meselesini bilimsel, tarihi araştırmalarla ve bölgeye giderek derin tahlillere yönelerek çözmeyi denemediler. Empati yapın "Hrant'la Ermeni, Tahir Elçi ile Kürdüz" deyin deyince, "kimse için ırkımı değiştiremem, elhamdülillah Müslümanım" cevabıyla anlayış düzeyini gösterdiler. Kürt meselesini çatışmacı ortamda gündeme getirdiğinizde "tarafını seç" deniyor, adalet, çatışan iki taraf ça da muhafazakarlar için de önemli değil artık.
Aslında mesele güncel meselelerde değil, dini anlayışın asli ruhundan uzaklaştığı zamandan beri var. Bu sorunu düzeltmek ise yerleşik ve geleneksel anlayışların iyice kökleştiği günümüzde oldukça zor iştir. Muhafazakarlar yeniden bir dini dirilişe yönelmeli, İfslamcılar ise dini fazla siyasileştirme illetinden artık kendilerini kurtarmalı ve siyasal kamplaşmadan uzak sakince düşünebilmelidir.
@gergerliogluof
www.omerfarukgergerlioglu.com