İslam tarihinde kriz zamanlarında terörist eğilimler kendisini göstermiş ve bunun muhasebesini yapmak çok mümkün olmamıştır. Yüzyıllar boyu baskıcı yönetimler , İslam düşüncesinin çeşitli nedenlerle kendisini geliştirememesi, geri kalma, oluşan çaresizlik, Batının sömürüsü ve, çifte standardı İslam dünyasının en önemli sorunlarıydı. İslamcılık akımının derde deva olmak için ortaya çıkışı ancak hem kendisini örnek model olarak geliştirememesi hem de karşılaştığı yönetim baskıları var olan gerilimi arttırdı. Bu, birlikte yaşam tartışmasını da aklı selimle çözme ihtimalini azalttı. Hem islamcılar konuya soğuk baktı hem de yönetimler çözüme darbeler yaptı.
Böylesi kriz anlarında el Kaide , IŞİD gibi yapıların ortaya çıkışı kaçınılmazdı. Yüzeyselliğin aşılamadığı Selefi ikliminden neşvünema buldular ve canlarını hiçe sayarak silahlandılar. Batıya savaş ilan ettiler ve İslam dünyasında savaşması için davetiye çıkardılar. Afganistan ve Irak işgalleri sonucu örgütler iyice kuvvetlendi, sonunda örgütlerin yanısıra devletler de çıktı ve Irak Şam İslam devleti doğdu.
Bu arada bu örgüt ve devletlerin yaptığı vahşetler Batı'da İslamofobiyi de arttırdı. Batıdaki dayatmacı anlayış ortaya çıkan terörde adaletsizliğinin payı olduğunu göremedi. Bu sefer terör olayları batıda da başladı. Her iki tarafın fanatikleri fobiyi tırmandırdı. İslama hakaret olan ifade ve yayınlar yargı ve yürütme tarafından hoş görüldü, ifade özgürlüğünün sınırları konusunda bir mutabakat sağlama ihtiyacı hissedilmedi. AİHM bunun sınırlarını belirlese ve bazen doğru kararlar verse de yer yer çifte standartlı kararlara imza attı ve Müslümanlar arasındaki zaten tereddütlü olan prestijini kaybetti. İfade özgürlüğünü korunması gereken bir değer değil de araçsallaştırma aracı olarak kullanma en başta ifade özgürlüğüne zarar verdi.
Zaten Müslüman fertlerin yaptığı kusurları bile onun grubuna yıkma düşüncesiyle yükselen bir İslamofobi varken IŞİD vb. örgütlerin yaptıkları, fobinin çözümünü iyice çıkmaz sokağa itti. Batı'nın Müslümanlarla karşılaştığı ilk günlere yani Endülüs'e kadar dayanan İslamofobi Avrupa'nın sömürge ülkelerdeki uygulamalarıyla daha da belirginleşti. İdeolojilerin çatışmasının pik yaptığı bir ortamın bitmesinden sonra artık çelişkinin kimlik temelli çatışma olacağını ileri süren Harvard Üniversitesinden Samuel Huntington belki doğru bir teşhis yapmıştı ancak bunun kaçınılmaz bir medeniyet çatışmasına döneceğini iddia etmesi, karşısında durulması gereken bir iddiadır.
İslamofobiyi sadece Müslümanların yaptığı hatalara indirgemeye çalışan bir aydın yaklaşımı var. Bu "Batı'nın zarar görmeseydi Müslümanlardan korku duymayacağı" tezine dayanıyor. "İslamofobi" değil "IŞİDofobi" var demek istiyor bazı aydınlarımız. Şiddet eğiliminde olanların ürkütmesi sonucu "İslamofobi" denen yanlış bir kavramın ortaya çıktığını, oysa Batılıların İslam'la bir sorunu olmadığını, onlarda korku oluşturanın "cihadistler" olduğunu söylüyorlar. Oysa daha dikkatli bakıldığında fobilerin çoğunun stres eşiğinin düşük olmasına benzer, tehdit edilme eşiğinin düşük olduğu durumu yaşayanlarda çıktığı anlaşılır. Her insan veya toplumda tehdit edilme eşiği farklı olabilir. Bünyenin zayıf düştüğü bazı anlarda veya oluşmuş kaygılarla bu eşik düşer. Fobide bir çeşit mekanizmayla korkulanla ilgili oluşmuş veya oluşturulmuş bir kaygı vardır. Ortaya çıkan kaygı, zarar vermese de ürkülen kimliğe karşı ön yargı ve korku oluşturur.
Her canlı, birey olarak varlığını tehdit eden ya da tehdit riski taşıyan varlık ve durumlardan içgüdüsel olarak kaçınır. Korkuyorsa önceden oluşmuş bir deneyim vardır. Nesneyi (dini) kendisi için potansiyel tehdit hissetme hali anlamsız bir şeye karşı bile fobi oluşmasına yol açar. Sonunda Batı'nın potansiyel tehdit olarak gördüğü, fobisi korktuğu başına geldi. Batı zarar gördüğü için zarar görmediği Müslümanlardan da korkmaya başladı. Müslümanların Fransa'ya gidişlerine bile zorlamalar getirildi. Bu İslamofobi değil de nedir? Zaten zarar görmese de Müslümana karşı tepki göstermesi patolojik bir ruh halidir. Konuşulan zaten tepkideki adres değişikliğidir.
ABD’de Pew Research Center tarafından yapılan bir araştırma İslamofobinin arttığını gösteriyor.Araştırma kapsamında anket yapılan ülkelerden İspanya’da yüzde 52, Almanya’da yüzde 50, Polonya’da yüzde 46 oranında Müslümanlara karşı olumsuz düşünme oranları düşündürücüdür. Artık ırkçılık etnisiteye göre değil, dine göre kategorize ediliyor, kültürel ırkçılık yapılıyor. Almanya'da 4 milyon Müslümanın dini resmi din olarak bile tanınmıyor, Almanya sorunlara çözüm üretmiyor.
Charlie Hebdo katliamından sonra AB ülkelerinin Schengen vizesi kurallarını sertleştirme kararı başvurulara yansıdı. Örnek olay olarak, işadamı Sami Kızıldağ, kızını ve yeğenlerini Paris Disneyland’a götürmek için başvurduğu Fransız Konsolosluğu’ndan vize alamadı. "Şirketim 20 yıllık ve yıllık cirosu 80 milyon lira. Zaten vize koşulları, parmak izi alınması yeterince aşağılayıcıydı. Potansiyel hırsız ve soyguncu olarak görülüyorduk, şimdi de terörist muamelesi eklendi. Türklüğümden utandım. Bir de kızıma verdiğim sözü yerine getiremediğim için çok üzüldüm. Heyecanla bekliyordu. Bundan sonra Fransa’ya gitmeyi asla düşünmüyorum.” diyor Kızıldağ.
Batı'daki Müslümanlara yönelik tepki ve korkunun en çok nedeninin Müslüman dünyanın kendi eksikliklerini giderememesi, şiddete başvurarak korku oluşturmaya çalışması olduğu bir gerçektir. Gerek tarihsel korkular gerekse de şiddet şoklarıyla karşılaşan Batılıların İslam'a karşı oluşturduğu fobi ilkine göre daha az nedendir.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, başkanlık yaptığı “Barış ve İtidal Daimi Temas Grubu”nun hazırladığı “iyi niyet mektubu”nu kamuoyuyla paylaşmış, “Bugün bir endüstriye dönüşen İslamofobi, İslam dünyasındaki çatışmaları ve yaşanan manzaraları gösterip Müslümanlar aleyhine acımasız bir propaganda yaparak İslam’la ilgili korkuyu yüreklere salmaya çalışıyor” demiş. Buna katılıyorum ancak Diyanet'in de asıl sorunun İslam düşünce dünyasının ihyası ve inşası olduğunu görmesi gerekir.
İslamofobiyi de Hristiyanofobiyi de önlemek için asgari müşterekleri konuşmaktan başka çare yok. Birbirini besleyen bu korkuları yok etmek, fanatiklere bu dünyayı teslim etmemek, konuşmak, birbirimizi anlamak ve birlikte yaşamın ortak paydasını arama gayretinde olmaktan başka çare yoktur. Öteki gördüğünü tanımaya gayret, aynısı gibi olmaya niyetimiz olmasa da ortak paydaları bulmamız son şansımız artık.
www.omerfarukgergerlioglu.com