BPD heyeti ile Öcalan arasındaki görüşme notlarının sızdırılması gündemin en önemli maddesi olarak tartışılmaya devam ediyor.
Hükümetin iktidara geldikten sonra Kürt sorununu çözmek için iki seçenek vardı. Ya demokratikleşmeye hız vermek ve PKK'yı muhatap almadan sonucu beklemek ve bu sürecin demokratikleşme adımlarıyla örgütü zayıflatmasını beklemek böylece riskli bir yola girmemiş olmak. Bu uzun bir süre gerektirebilecek bir yoldu. İkinci yol ise silahlı örgütle masaya oturarak ve olası riskleri de göze alarak kısa bir süre içinde sonuç almaktı. İktidar birinci yolu denedi ancak yıllardır kemikleşmiş bir sorun olan bu konuda PKK'nın "bensiz olmaz" çıkışlarını aşamadı. Yıllar içinde Kürt sorununda çok önemli bir aktör olmayı başarmış örgüt iktidarın bu seçeneğini iptal etti.
Ülkenin düze çıkması için bir anayasa yapılması gerektiği ortadadır. Yeni bir anayasanın Kürt sorununu çözücü adımlar atmadan oluşması anlamsızdır. Kürt sorununu çözmek için de örgütü dışlayarak yapılmaya çalışılan çözüm girişimleri başarısızlıkla sonuçlanıyorsa masaya oturmaktan başka çare var mıdır?2005 ve ardından gelen 2009 açılımları PKK'nın "dışlanacağım" endişesi nedeniyle başarısız olmuştu. Yılların kronik meselesini çözmeye oturduğunuzda aktörlerin hepsini değerlendirmek ve yol almayı garantilemek zorundasınız.
Hükümetin hiç umulmadık bir anda 2013 açılımını başlatması ve açlık grevlerini bitirmesiyle gücünü kanıtlamış Öcalan'la masaya oturması mantık dışı bir durum değildir. On yıllarca savaşmış ve karşılıklı yüz binlerce ölü vermiş olan güçler sonunda masaya oturabiliyor da 30 yıllık bir savaşın tarafları niye masaya oturamasın. Masaya oturulduğu zaman birbirlerinin dostu olacaklarını düşünmek yersizdir. Barış masasındayken çatışmaların devam ettiği ve sonu kalıcı barış olan çok yer biliyoruz. Barış masasına oturanların eski huylarını devam ettirmesi çok garip bir hadise değildir. Öcalan'ın görüşme notlarına yansıyan megalomanik sözleri çok yabancı olduğumuz sözler değildir. Zaten şu ana kadar avukatlarıyla yaptığı görüşmelerindeki üslubunu kamuoyu biliyor. Buyurgan, benmerkezci bir üslup ve tavır içinde olduğunu herkes biliyor.
Görüşme notlarından sızan ifadeler olumsuz anlamda istenen etkisini gösterdi. Ulusalcı gazeteler ertesi günkü nüshalarında "vatan satılıyor" yaygaralarını daha yüksek sesle dillendirdi. Milliyetçiler sesini daha da yükseltti. Fethullah Gülen hareketine bağlı gazeteler ise zehir zemberek ifadelerle barış sürecine zarar verecek bir üslup içine giriverdiler. "Sulh hayırdadır, hayır sulhtadır" anlayışından çok keskin bir dönüş oldu. Başkanlık karşılığında barış yapıldığı ve dolayısıyla samimi bir barışın yapılamayacağı endişesi ise yıllardır barışa hasret entellektüel camiada bile önemli bir sarsıntı ve olumsuz bakış oluşturdu. Velhasılı notların sızdırılması istenen etkiyi gösterdi.
Görüşme notlarının medyaya sızması aslında ortamı normalleştirdi. 14 yıldır cezaevinde bulunan birisinin sadece Türkiye'nin demokratikleşmesinin kendisine yeteceğini söylemesi şaşırtıcı bulundu. Ancak görüşme notlarında Kürt sorununun çözümü konusunda kalıcı adımların atıldığını görmeden bazı adımların atılmayacağı vurgusu Kandil'i rahatlattı. Yıllardır devam eden bir savaşın barışa en yaklaşıldığı noktasında "tekrar kandırılıyor muyuz" hissi oldukça tedirgin edici bir duygudur. Kürtlerin yıllardır gasp edilen haklarının bihakkın teslim edilme ihtimalinin olduğu günlerde böylesi bir terdirginlik çok zor oluşabilmiş barış masasını vurabilecek bir düşüncedir. Anlaşma masasına oturulduğunda herkes daha iyi pazarlık yapmak için kozlarının gücünü arttırmaya çalışır.
Görüşme notlarının sızdırılması bu sefer Habur etkisi yapmadı.Artık barışa susamış iki halk da daha olgun bir hale gelmiş durumdadır. Açıkça yapılan provokasyonlara karşı daha uyanık durumdalar. Ama adımların atılmasının kaygıları biraz azaltabileceğini, güveni arttıracağını düşünüyorum. Yılların meselesi için biraz sabırlı olmak gerektiğine vurgu yapıyorum.
Barışın gelmesi karşısında başkanlık pazarlığının yapıldığı iddiası önemli bir tartışma konusudur. Başkanlık sistemi bir diktatörleşme getirecekse elbete demokrasi adına büyük bir tehlikedir. Ancak barışın olmaması da bu toprakları tamamen bir iç savaş cehennemine çevirecek bir ihtimaldir. Barışın oluşması ile demokratikleşmenin artmasıyla zaten antidemokratik yönelişler engellenecektir.
Bu barış sürecinde de "kandırılma" konusunda çok kaygılı olan her iki tarafın halkını ikna edecek girişimler çok önemlidir. Hakikaten ucuz pazarlıklar yapılması bu büyük soruna karşı büyük bir sorumsuzluk olur.
Barış süreci çok nazik bir zeminde yürüyecek. Hakikaten tüm özenimizle barışı korumak zorundayız. Barıştan çok uzak olduğumuz günlerde "niye barış adımı atmıyorlar" şeklinde eleştirdiğimiz tarafları bugün istikbaldeki çok net olmayan ihtimalleri bahane ederek acımasızca eleştirmek biraz acelecilik oluyor. Tayyip Erdoğan'ın "batsın böyle gazetecilik" demesiyle Milliyet gazetesinde iki yazarın yazılarının kesintiye uğraması ise sivil toplumun tüm kesimleriyle net bir şekilde karşı çıkması gereken hükümran bir tavırdır. Bu tavır aslında sivil toplumun bu tarz bir pazarlığı kabul etmemesi yönündeki ilk imtihanı olmalıdır.