Her geçen gün inanılmaz olaylar yaşıyoruz. Bir kaza haberini verme şekli örgüt üyeliği veya savcıları tehdit nedeniyle tutuklanma nedeni olurken, 3 günlük bebeği olan yeni doğum yapmış lohusa bir kadın tutuksuz yargılanma seçeneği varken tutuklanarak yargılanabiliyor. Asıl olan tutuksuz yargılamadır, raydan çıkmışsanız böyle lohusa kadınları da tutuklayıp götürürsünüz.
Yine bakıyorsunuz bir iki gün sonra unutulacak , vak'ayı adiyeden görülen ama Avrupa birincisi olduğumuz bir iş kazası...
KHK ile işinden ihraç edilen bir öğretmen inşaatta çalışırken iş kazasında vefat ediyor. Bu kişiyi işinden atanların hiç vicdanı sizlamiyor belli ki..! Bilmediği işi yapmak zorunda kalan bu öğretmenin ölümü bir kaza değil adeta cinayet, katili kim sizce? Engelli çocukların tutuklu babalarının durumunun iyileştirilmesi istenirken daha kötüsüne layık görebiliyorlar. Tüm vicdanlar isyan ederken hala birileri mazeret peşinde koşabiliyor.
Bunlar karşısında ne yapmalı? Kahredip umutsuzluğa mı kapılmalı? Bu ülkeyi bir an evvel terk etme düşüncelerine mi kapılmalı? Yoksa daha büyük bir dirençle zulümle mücadele mi edilmeli?
2 engelli çocuğun ailesinin halini gördüğümde kahretme, lanetleme, kabuğuna çekilme gibi bir seçeneğimizin olmadığını anlamıştım. Verilen mücadele sonrası yavaş yavaş başlayan olumlu gelişmeler bize hak üzere direnmenin çok sevindiren meyvelerini lutfetmişti. 3 günlük bebeğiyle tutuklanmış lohusa kadın için bir anda ayağa kalkan kamuoyu ise tahliye sevincini hepimize tattırmıştı. Demek ki yılmadan verilecek bir mücadele var. Meyvelerini almasak veya geç alsak da mücadelenin kendisinin tadı bir başka.
Cumhuriyet gazetesi internet genel yayın yönetmeni Oğuz Güven de büyük bir haksızlıkla karşı karşıya. Başlıktan gazeteci tutuklamak...2015'de hukukun üstünlüğü endeksinde 102 ülke arasında 80. sıradaydık, sanırım şimdi 102.e terfi etmişizdir. Yine yapmamız gereken tepki göstermektir, herkes için adaleti istemektir. Bu antidemokratik hava mutlaka gerileyecektir. Bu selin arkasından onurlarımızın yerde sürünenlerden olmaması, dimdik ayakta kalanlardan olması şu an bizim elimizdedir.
83 gündür çocuğunun kemiğini alma mücadelesi veren Kemal Gün tüm kahredenlere, kaçanlara, yenilmişlere örnek olmalı, yüzlerini kızartmalıdır. "Ben sadece canımı, oğlumu istiyorum, kimsenin canını istemiyorum ki" diyordu bana Kemal amca onunla telefonla konuşurken. Haberlerden izlediğimizin çok üstünde bir duygu yaşattı bu sözleri bana, adeta yüreğime bir ok gibi saplandı. Zira yaşlı adam yaptığı işin canı gibi gördüğü evladının hatırasına saygı olduğunu düşünüyor ve bu uğurda "canı" için canından vaz geçeceğini gösteriyordu. Ve sonunda direnişi ona "canı"nın kemiklerine kavuşacağı müjdesini verdiriyordu.
Şu an ne ABD Türkiye ilişkileri ne de bir başka konu... Odaklanmamız gereken haksızlığa, hukuksuzluğa karşı direnenlerin kazanacağı gerçeğidir. Odaklanmamız gereken iş, eğdirilmek istenen başları nasıl dik tutabileceğimizdir. Direnenler maddi anlamda kazanmasalar bile onurlarının peşinden koştukları için manevi alemde gerçek kazananlardan olacaktır.