BDP'li milletvekillerinin dokunulmazlığının tartışmaya açılmasıyla Türkiye ensesine bastırılarak polis arabasına bindirilen eski milletvekilllerinin görüntülerini hatırladı. Dokunulmazlıklar kaldırılmaya çalışılırken Türkiye'ye yeni bir demokratikleşme hamlesi getirebilecek Ombudsman seçimi yapılıyor ve fakat yargıda devleti koruma refleksi göstermiş bir karara imza atan hakim iş başına getiriliyor.
Türkiye'nin bir numaralı meselesi Kürt meselesinde atılması gereken çok önemli adımlar halen beklemededir. Bu adımların atılmasıyla ancak huzurlu bir toplum olabileceğimiz biliniyor. Bu adımların çok ciddi bir hazırlık dönemi gerektirdiği yeni bir anayasa ile kalıcı adımların atılabileceği biliniyor. Ancak çözülmemiş sorun ortadayken karşınızda muhatap olarak kalabilecek kişileri de diskalifiye ederseniz artık az kalmış olan konuşma şansınızı kendi elinizle yok edebilirsiniz. Yaramazlık yapan bir çocuğu kuralcı takılarak cezalarla eğitmek veya yaramazlığının nedenini bulup onu anlamak, sroununa nüfuz etmek, empati yapmak ve sorunu insani yöntemlerle çözme şıkları arasında seçimi yaptığımızda tercihiniz hangisidir? Tıbbi bir örnek de verebiliriz. Uzun süredir oluşmuş ve tedavi edilemeyip derinleşme yönelişi olan bir yaranın bir komplikasyon olarak kan şekerini yükseltmesi karşısında yaranın üzerine kezzap mı dökersiniz?Yarayı mı cezalandırırsınız, kalıcı iyileşmeyi sağlayarak sorunun büyümesini nasıl önleyebileceğinizi mi düşünürsünüz?
BDP'nin sivil siyasetin temsilcisi olarak PKK ile zaten sürekli kucaklaşma halinde bilmeyenimiz yoktur. Bunu devlet de çok iyi bilmektedir. Defalarca partilerinin kapanma nedeni de budur zaten. Açlık grevlerinin sonunda görüşmeler yoluyla bitirildiği ve bunun BDP'lilerin isteği ile değil Öcalan'ın sözü ile olduğu bir ortamdayız. Bu gerçeği görmezden gelerek örgütü yok ederek meseleyi çözeyim derseniz bunlar zaten 30 yıldır söylenen ve başarılamayan sözlerdir.
Başbakan "dokunulmazlığı kaldırmazsak halk da Allah da bizi affetmez" diyor. Aslında "barışı getirmezsek halk da Allah da bizi af etmez" demeliydi. Barışın yolu T.C. devletinin 87 yıldır uyguladığı inkar ve asimilasyon politikalarıdır. Bu politikalar son zamanlarda bizzat Başbakan tarafından eleştirilip inkar ve asimilasyonun bitirildiği söylense de varılması gereken eşit vatandaşlığa ulaşılamamıştır. Başbakan bu sözü söylerken aslında bilinçaltını orta koyuyor.Türk halkını daha çok önemsediğini gösteriyor. Başbakan BDP'ye oy veren azımsanmayacak bir orandaki Kürt seçmenini halk olarak görmüyor mu acaba? İlaveten Ak Parti içinde bu karara itiraz eden milletvekillerinin temsil ettiği Kürt halkını da mı halk olarak görmüyor? Başbakan'ın Türk milliyetçisi oylarını kaybetmeme içgüdüsü mü acaba bu sözü kendisine söyletiyor. Dileriz halkın vicdanına gönderme yapmış olsun. Halkın vicdanı hakikaten en hakiki adil hakemlerden birisidir. Ancak halk da bilir ki kavgayı kızıştırmanın huzura bir faydası yoktur. Bunlar belki Erdoğan için acıtıcı ama sorgulanması gereken kelimelerdir.
Allah adaleti emreder, hata yapılsa bile hatadan dönüldüğünde af eder. Kürt sorununda devlet yıllardır hata yapmıştır. Bu hatadan geri dönüldüğünde tüm kesimlerin kalbine bir merhamet ve çözüm özlemi koyacak olan Allah'tır. Allah ayetlerinde nahoş gördüğü bir çok fiili tedricen, yavaş yavaş yasaklamıştır. Ateşin üzerine benzin dökmemiştir.Alkolü bir defada değil 4 ayrı zamanda gelen ayetlerde yasaklayarak insanlara merhamet etmiştir. İnsanların iman etmesini ve iyiliği barışı isteyen elçisini ayetinde övmüş ve "Sen katı yürekli, kaba birisi olsaydın yanında kimse kalmazdı" demiştir. Peygamber uygulamalarıyla nasıl sorunları derinden çözmeye çalışan, cezayı ön planda tutmayan bir kişi olduğunu sık sık göstermiştir. Bir keresinde mescide gelen bir kişi Hz. Muhammet'ten dinin şartları konusunda sorular sormuş cevabını Peygamber vermişti. Daha sonra bedevi kişi mescidin bir köşesine giderek küçük abdestini yapmıştı. Sahabeler mescidin içine küçük abdestini yapan bu adamı öldürmek için ileri atılırken Peygamber onları durdurmuş "bilmiyor, ben ona bu yaptığının yanlış olduğunu anlatacağım" demişti. Daha sonra o kişi yaptığı hareketin yanlış olduğunu söylemiş ve islam'a girmişti. Allah'ın emirlerinde cezanın ön planda olmadığını, Resul'ünün uygulamasının da böyle olduğunu gösteren sayısız örnek vardır. Zaten İslam kelimesin anlamı sulh, esenlik ve barış demektir. Sorunları çözdüğünde, dilediğine kavuştuğunda zaferi kazanıp Mekke'ye girdiğinde tevazusundan başı devesinin başına değecek kadar öne eğilen bir elçiyi örnek aldığınızda hiç merak etmeyin, herkes af eder, af olur. Peygamber'e o güne kadar yıllarca en ağır hakaretleri yapmış ve haince cinayetler işlemiş olan Mekkelileri bile büyük bir zafer kazanan ve aslında istese herkesi öldürtebilecek Peygamber afffetmişti. "Bundan sonra yeterki doğruluğa, iyiliğe iman edin" demişti onlara.
Sayın Başbakan, T.C. devletinin on yıllardır süren, vatandaşların eşitliğini ihlal eden tavrını yok edin sizi halk da affeder Allah da. Cezacı yöntemler yerine sulhçü yöntemleri uygulayın inanınki bu halk sizi unutulmaz bir lider olarak ilan eder. Dökülen bunca kan ve yaşanan acıdan sonra istikbalde de aynısının yaşanmasına razı olmak mümkün müdür? Muhalifinin bile çözümü kendisinden beklediği bir lider olarak bölge milletvekillerinin net uyarılarını nazar'ı itibare alın, mesainizi kolay olmayan çözüme odaklayınız ki adalet ve barış sağlansın, hepimiz birbirimizi af edelim..
www.omerfarukgergerlioglu.blogcu.com