Yeni bir 24 Nisan'dayız. 24 Nisan Ermeniler için çok acı bir gün. Aslında Türkler, Kürtler için de çok acı bir gün olmalı. Çünkü unutulmaz bir acı yaşandı o gün.
24 Nisan'da büyük bir sürgün kararı vermişti devlet ricali. Bugünkü Kürt sorununa benzer şekilde çatışmaların katliamların olduğu bir meseleyi, polisiye tedbirle, Ermenileri toptan yurt dışına sürerek çözebileceklerini düşünmüşlerdi. Bunun için önceden adresi belirlenen Ermeni aydınları başta olmak üzere Ermeni halkı Suriye'nin Der zor çölüne sürgün edilmişti. Devlet eliyle ve imkanlarıyla gerçekleştirildiği iddia edilen bu sürgün sırasında sürülenlerin yolu yolda haydutlar, eşkiyalar tarafından kesilmiş, soygunlara, cinayetlere, tecavüzlere maruz kalmışlardı. Kadın, çocuk ve ihtiyarların da aralarında olduğu sürgünler, yolda mevsim şartları ve hastalıklarla mücadele etmiş ve çoğunlukla yenilmişlerdi. 7 milyon nüfusun olduğu Osmanlı'da 1,5 milyon olan Ermeni nüfusu oransal olarak değerlendirildiğinde 76 milyonu aşan Türkiye'de şu an 55 bin kişi civarındadır. Oransal olarak bu kadar insan azalması neden oldu diye düşünmek, sorgulamak gerekiyor.
Bu sürgün zamanla büyük bir felakete dönüşmüş ve toplu bir kırım, katliam ve hatta soykırım düzeyine ulaşmıştı. Devlet adamlarının var olan bir sorunu adalet ve barış yönünde çözme niyeti baştan beri olmamış ve çareyi şimdiki barış süreci öncesi bazı gözü dönmüş kişilerin Kürt sorununun çözümü için dillerinde dolaşan "toptan kıyım, köküne kibrit suyu ekme" gibi metodlarla halletmeye çalışmışlardı.
Tehcir dışında bir çözüm olabilir miydi sorusu hakkında konuşmak gerekiyor. Alınabilecek en son ve en kötü kararı aldıkları zaman zamanın İngiliz elçisinin" "ne yapıyorsunuz, böyle çözüm mü olur, sonrasında bunun altından nasıl kalkarsınız?" sorusuna Talat Paşa "Son Ermeniyi de gönderdik ve sorun çözüldü" cevabını veriyordu. Şimdi gelinen noktada tüm dünyanın gündeminde olan bir yaralı konunun o zaman ne kadar basit bir şekilde değerlendirildiğini görüyoruz. Sorun çözülmemiş, devletin başrolde olduğu bir yanlışlıklar silsilesiyle kangren haline gelmiştir
Türkler, Kürtler ve Ermeniler arasında karşılıklı katliamlar yaşanmıştı ama galip gelen ve hep gelecek olan belliydi. Devleti, toplumun çoğunluğunu elinde bulunduran topluluk galip gelecekti. Asıl onların yanlış bir çözüm tercihi yapmaması gerekiyordu ve Osmanlı'nın yenilgi ortamında telaşla ve aceleyle gizlice alınmış bir kararıyla son darbeyi vurabilecek olan belliydi : Osmanlı devleti ve çoğunluk olan Müslüman topluluk.
İnsan hakları ve azınlıkların hakları bağlamında değerlendirme yapılsaydı bu tehcir tercihi yapılmazdı. Bir sorunu çözmek için onunla ilgili sorumlu sorumsuz tüm muhatapları yok etme mantığı kabul edilebilecek bir durum değildir. Bilindiği gibi doğuda çatışma alanlarındaki militanlar dışında yerli Ermeni halk ve batıda hiçbir olaya karışmamış Ermeni şehir sakinleri de "derhal taşıyabileceğiniz eşyaları toplayın ve yurt dışına gitmek üzere yola koyulun" emrine muhatap olmuşlardı. Çoğunlukla şehirlerin eşrafını, sanaatkarlarını oluşturan Ermeniler para ve mallarını ya saklayarak ya Müslüman bir komşusuna emanet ederek yurtlarından zorla çıkarılmışlardı. Bir kısmı da bu durumdan kurtulmak için zor şartlar altında Müslümanlığı kabul etmişti. Yolda ölen veya öldürülen Ermenilerin çocukları ise sonradan Müslümanlaştırılmıştı. Bugün Anadolu'da bu durumda olan Ermeni ırkından gelen ve Müslümanlaştırılmış çok kişi var ve eski defterleri açmak istememekteler. Artık yeni bir sosyal statü edindiklerini düşünerek eski kimliklerini duyurmamak istemektedir. Ermeni kelimesinin küfür kelimesi gibi kullanıldığı bu topraklarda onları anlamak mümkündür ama gerçek Müslümanların bu durumu kabullenmemesi ve herkesin ırkını rahatça söylemesi ve din seçiminin özgür olduğunu yüksek sesle söylemesi gerekir.
Ermenilerin bir de terk edilen malları var. Tehcir sonrası geri dönüp mallarını alabilecekleri yolunda yasal düzenlemeler yüzeysel olarak yapılsa da katliama uğramış kişilerin bu tercihi kolay kolay yapamayacağı unutulmuştu. Zamanla vatandaşlıktan çıkarılan Ermenilerin malları ise adeta yağmalanmıştı. Murat Bardakçı'nın Haber türk gazetesine geçtiğimiz günlerde verdiği söyleşide olduğu gibi kimi mallar Atatürk tarafından yakınları katliama uğramış Türk devlet büyüklerine hediye edilmişti. Kimi mallar da kapanın elinde almıştı. Bu emval-i metrukenin gasp edenlere hiçbir zaman hayrı olmaz. Geri verilmesi ve tazmin edilmesi gerekir.
Sorunun çözümünü devlet görmezden geliyor, gördürmezden geliyor ve gördürmeye çalışanları da muhatap kabul etmiyorsa oturup çaresiz bir şekilde bekleme seçeneği dışında seçenekler olmalıdır. Bilhassa dini hassasiyeti yüksek İslam alimlerinin tehcir sırasında konuya olan sert muhalefetleri bilinir. Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Said ve diğer birçok alim bu tehcire şiddetle karşı çıkmıştır. Bu günde bu olayların gerçek yüzünü ortaya çıkarmak için en çok gayret sarf etmesi gerekenler dini hassasiyetleri yüksek olan İslami kesimler olmalıdır. Bu ülkenin çoğunluğunu oluşturan muhafazakar yöndeki eğilim kelimelere hapsolmamalı ve adaletin peşine düşmelidir. Artık 2015'in kıyısına geldiğimiz bugünlerde konunun çözümlenmesi gerekir. Milliyetçi reflekslerle yapılan ve daha sonra üzerine dini soslar da dökülerek işlenen bu cinayetler ve gasplarla yüzleşme vakti gelmiştir. Bunu en çok yapması gereken dindar çoğunluktur. Devletin kaçtığı bir konuda inisiyatifi dindarlar almalıdır. Sol , liberal kesimlerin uzun yıllardır gündeme getirdiği ama taban bulamaması yüzünden etkili ses yükseltemediği bir konuda dindarlar vicdanlarıyla, insanlıklarıyla, ahirette verecekleri hesap düşüncesiyle baş başa kalarak adil kararlarını vermelidir.
Bu sorunun gündeme gelmesini ittihatçı zihniyeti devam ettiren devlet 100 yıldır istememekte. Konu hakkında özür dileyen aydınları bile şeytanlaştıran bir devlet var maalesef karşımızda. Devletin 2015'e yönelik karşı ataklar peşinde koşmak yerine oturup barışı, çözümü tercih etmesi gerekiyor. Eski topraklarına geri dönmek isteyen Ermenilere bile şüpheyle bakan devlet bu kafayla daha devam edemez. Ama artık yolun sonuna gelindi 100 yıl önceki birçok olay utanç verici bir şekilde gözler önüne seriliyor. Halkın devleti zorlayarak adalet yönünde karar verdirmesi gerekiyor. Bunun için de bir başkasının acısını yüreğimizde hissederek hareket etmek erdeminden başka çıkış yolu yok.
www.omerfarukgergerlioglu.com