Bakmayın siz gazeteci milletinin emekli aylıkları ve asgari ücrete ilişkin temmuz ayında alınan kararlara ilişkin heyecanlı itirazlarına. Kendileri de zor durumda ama ekonomik koşullarından söz edemiyorlar bile…
Gazeteciler, iktidar medyası, muhalif medya diye ikiye bölünmüş durumda ama mesele çalışanların ücretleri olunca böyle bir ayrım kalmıyor. Medyanın büyük bölümünde gazeteciler, temmuz ayında asgari ücrete yakın düzeydeki ücretleriyle öylece kalakaldılar.
Yılın ikinci yarısı için hangi medya kuruluşunda çalışanların aylıklarında artış yapıldığını sorup soruşturdum; Cumhuriyet, DHA, Ekonomim, Habertürk, Hürriyet, Milliyet, Posta, Sözcü TV, Karar, Sabah ve KRT’de ücretlere temmuzda ara zam yapılmamış. Habertürk TV'de ara zam yapılacak denilmiş ama halen üstünde çalışıldığı söyleniyor.
BirGün’de yüzde 25, ANKA’da yüzde12-24, NTV’de yüzde 20 oranında artış oldu. Haber Global’de de yüzde 20 ara zam oldu ama geçen yılbaşında da ücretler sadece yüzde 30 artırılmıştı. Yılbaşında ücretleri yüzde 50 dolayında artıran Now TV’de temmuzda da yüzde 15 oranında zam yapıldı. En yüksek artış ise yüzde 32-33 ile Tele1’de oldu.
Halk TV’nin sahibi Cafer Mahiroğlu’nun, 12 Mayıs’ta, “Halk TV, çalışanlarının, zorlaşan hayat şartları altında daha fazla ezilmemesi için haziran ayında aylıklarda imkanların elverdiği ölçüde yeni bir düzeltme daha yapılacaktır” paylaşımı yüksek artış beklentisine yol açtı. Ama sonra çalışanların ücretlerinde 1000 ile 2.500 lira arasında değişen seyyanen artışlar yapıldı. Bu düzeltmeler herkesi de kapsamadı.
Sözcü gazetesi, 8 Ağustos’ta satış fiyatını 15 liraya çıkarmasının gerekçesini “Ancak işçilik, baskı, enerji ve nakliye maliyetleri öylesine arttı ki, ayakta durabilmek için 3 liralık zam kaçınılmaz oldu” biçiminde duyurdu. Ama aslında Sözcü çalışanlarının ücretlerinde temmuz ayında bir artış olmamıştı; yılbaşında da yüzde 60 dolayında artış yapılmıştı.
Durum böyleyken Sözcü’nün, okuruna gazetecilerin ücretini gerekçeler arasında sayması gazeteci arkadaşlarımız için kırıcıydı. Üstelik de neredeyse her gün emekli, memur ve asgari ücretlinin geçinemediği, hayat pahalılığının arttığı haberi yayımlayan bir gazete Sözcü. O haberleri yazanlar da ücretleri artmayan gazeteciler.
Elbette ekonomik krizin medya kuruluşları üzerindeki etkisini, basılı medyanın reklam gelir kaybını yok sayamayız. Tüm çalışanların aylıklarını asgari düzeylere indiren ekonomik politikalar da gözardı edilemez. Ancak bunlardan bağımsız olarak son yıllarda gazetecilerin gelir düzeyinde gerileme olduğu da bariz.
Sendikal örgütlenmenin olmayışı en büyük etkenlerden biri. Başkalarının haklarını savunuyorlar ama kendilerine gelince dilleri sorunlarını anlatma gücü bulamıyor.
Köpek katliamlarında medyanın dili
Sokak köpekleriyle ilgili yasa Meclis’te görüşülürken iktidar medyasında köpek saldırısı haberlerinden geçilmiyordu. Köpekten kaçarken araç altında kalıp ezilenler, köpeklerin parçaladığı çocuklar hakkında haberler birbirini izliyordu.
O haberler, iktidar partisinin işini kolaylaştırdı: yasayı rahatça geçirebilmeleri için kamuoyu oluşturmakta epeyce yardımcı oldu. Özellikle de Sabah, Türkiye ve Yeni Akit’in başı çektiği bu yayınlar sayesinde sokak köpekleri düşmanlaştırıldı; korku nesnesi haline getirildi.
Şimdi memleketin dört bir yanından köpek cinayeti haberleri geliyor; köpekler zehirleniyor, yavru köpekler öldürülüyor. Yasa geçmeden önce köpek saldırısı haberleri yapan gazeteler, haber siteleri, televizyonlar, köpek katliamlarını da görmezden geliyor; yok sayıyorlar.
Sabah’ın, Denizli’de 13 köpeğin sulama havuzunda boğularak öldürülmesini, köpek saldırısı haberleriyle birlikte ilk sayfadan görmesi nadir görülen olumlu bir örnekti. Ama aynı gazete sokak köpeklerinin yaraladığı bir kişiye atfen “Mama lobisi hükümeti eleştirmem için 5 milyon lira rüşvet teklif etti” gibi uçuk kaçık, muhatabı belli olmayan bir iddiayı yayımladı.
“Başıboş köpekler yoğun bakımlık yaptı”, “Sözde hayvansever böyle tehdit etmiş” haberlerini sürdüren Akşam ve Yeni Şafak da köpek cinayetlerini görmezden gelmeye devam ediyor. Habertürk TV’de Fevzi Çakır da sokak köpeklerine mama götürülmesi ile yoksulların et yiyememesini kıyaslayarak bu hayvanlara karşıtlığı körükledi.
Böyle bir ortamda Hürriyet de çıkmış, bu katliamların önlenmesi için “iktidarıyla muhalefetiyle tüm politikacılara çıkıp konuşmaları” çağrısında bulunuyor! İyi de çağrının muhatabı yanlış. Bu katliam ortamını yaratan, sokak köpeklerini ülkenin birincil problemi gibi gösteren AKP yöneticileriydi. Tabii ki bir de sokak köpeklerini düşmanlaştıran iktidar medyası.
Köpek katliamını durdurmak için asıl konuşması ve dillerini değiştirmeleri gereken iktidar ve medyası. Ama elbette muhalif medya da köpek cinayetleri gibi köpek saldırısı haberlerine değer vermeli; saldırıya uğrayan ve sorun yaşayan insanlara da empatiyle yaklaşabilmeli.
Gırtlağına kadar ne yemiş?
Yunanistan’a gidenlerin restoran fişi paylaşması da moda oldu, medya da bunları hiç sorgulamadan incelemeden haber yapıyor. İbrahim Tatlıses’in oğlu İdo Tatlıses’in sosyal medya hesabından paylaştığı restoran fişi de CNNTürk, Gazete Duvar, Sözcü, TGRT, Türkiye, Takvim, Yeni Çağ ve daha onlarca sitede haber oldu:
“İdo Tatlıses'in Yunanistan'da ödediği 5 kişilik hesap herkesi şaşırttı! 'Gırtlağımıza kadar yedik.”
Haber sadece İdo Tatlıses’in yazdıklarına dayanıyordu, onun üzerine sözcük bile ilave edilmemişti. Toplam tutarın 71.50 Euro (2647, 50 TL) olduğu fişteki yemeklerin ne olduğuna bile bakılmamıştı, ben baktım menüye:
“Karbonara soslu makarna 10 Euro, Bolonez soslu makarna 9 Euro, Musakka 10 Euro, Patates 4 Euro, Mantar 7 Euro, Ballı susamlı manouri peyniri (2) 13 Euro, Yunan salatası 7.50 Euro, Su 2 Euro, Cola (3) 9 Euro.”
Fişteki isimleri Türkçeye çevirince öyle söylendiği gibi bir menü olmadığı anlaşılıyor. Ana yemek olarak iki makarna ve bir musakka var, gerisi salata ve mezeler. İçilenler de cola ve su.
Böyle bir menüyü içeriğine bile bakmadan “Beş kişi gırtlağına kadar yedi” diye haber yapmak abartılı. Yunanistan, Türkiye’den daha ucuz olabilir ama bunu genellemeler yapmadan, paylaşılan fişleri de inceleyerek haber yapmak gerçeğe sadık kalmamızı sağlar.
Artık kabine yok ki
Eski alışkanlıklar hâlâ devam ediyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bakanlarla toplanacağı günler “Kabine toplanıyor”, “Bakanlar Kurulu toplantısı” gibisinden haberler yazılıp, söyleniyor.
Yeni Şafak yazarı İhsan Aktaş geçenlerde yazısına, “AK Parti’nin kuruluş yıldönümünde hükümet icraatları neden konuşulmaz” başlığı koymuştu. Uzun uzun “hükümet icraatları”ndan söz ediyordu. Akşam, Sabah ve Yeni Şafak da geçen hafta “Kabine Ahlat’ta” haberleri yaptı.
Her ne kadar iktidar çevreleri, Türkiye’ye özgü başkanlık sistemine “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verseler de Anayasa’da ne hükümet var ne kabine ne de Bakanlar Kurulu. Sadece Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı’nın atadığı bakanlar var bu sistemde.
O nedenle artık hükümet, kabine, bakanlar kurulu gibi tanımlar yerine “Cumhurbaşkanı ve bakanları” demek daha doğru. Anayasal tanım bu. Erdoğan’ın bakanlarıyla bir araya gelmesiyle ilgili haberlerde de “Erdoğan bakanlarla toplandı” gibi ifadeler kullanmak duruma daha uygun.
İktidar medyasının “hükümet” ve “kabine”den söz etmesi, Anayasal olarak Cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan Erdoğan’a “Başkan” diye hitap etmek gibi bilinçli bir tercih. Ama yanlış…
Haber değil paylaşım
İktidar medyası, İngiltere’de sokakları karıştıran olayları, yabancılara saldırıları müthiş ilgiyle izliyor. En çok da kıvılcımın sosyal medyada çakmış olmasını, sosyal medyanın kullanılmasını öne çıkarıyorlar. Fakat başlıklarına da yansıyan bir çarpıklık var haberlerinde:
“İngiltere’de aşırı sağı sokağa döken yalan haberi başlattığı iddiasıyla bir kadın gözaltına alındı” (AA), “İngiltere’de yalan haber paylaşımına gözaltı” (Sabah), “Yalan haber yayan kadın gözaltında” (Türkiye), “İngiltere’de yalan haber tutuklaması” (Yeni Şafak).
Başlıklarda “yalan haber” vurgusu var ama gözaltına alınan Bernadette Spofforth adlı kadın bir gazeteci değil, paylaştığı da haber değil. Kadın, nereden uydurduysa saldırgan diye bir Müslüman adını paylaşmış, bunun üzerine camilere ve yabancılara saldırılar başlamış.
Ama iktidar medyası, “paylaşım” yerine “haber” diye aktararak ilgisiz yere gazetecileri bu yanlışla ilişkilendirmiş oluyor.
Gazeteciler, haber yazarken sözcüklerini doğru seçip, özenli bir dil kullanmalı. Yanlış kullanılan sözcükler, İngiltere’ye ilişkin haberlerde olduğu gibi farklı anlamlar yaratır. Hele ki başlıklardaki sözcükler daha da önemli. Zira bazı insanlar sadece başlıklara göz atıp geçiyor.
Tek cümleyle:
- CHP Genel Başkanı Özgür Özel, ayağındaki kırığın röntgen filmini bile açıklamasına rağmen Yeni Akit, “Filmi bırak gerçeği açıkla” ve “Hasmı değil hısmı çıktı” haberleriyle, Korkusuz’dan Memduh Bayraktaroğlu “Şüphe etme hakkı” yazısıyla, Abdurrahman Dilipak da sosyal medya paylaşımlarıyla somut dayanağı olmayan komplo teorisini sürdürdü.
- Türkiye gazetesi, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un, CHP ve MHP’yi ziyaretini, “Muhalefet partilerini ziyaret etti” diye yazarak, MHP’yi de “muhalefet partisi” olarak nitelendirdi.
- MHP’nin yayın organı Türkgün, “Bahçeli, TİP’li Ahmet Şık’ı şu sözlerle hedef aldı” demekle kalmadı; Bahçeli’nin Şık’a yönelik “soysuz” gibi hakaretlerini de ilk sayfaya taşıdı.
- Sabah gazetesinde “Bu bir ilandır “kenar notuyla yayımlanan “İkinci elin adresi” başlıklı tam sayfa ilanda gazetecilik ilkelerine aykırı olarak muhabir Metin Can imzası yer aldı.
- Muhalif medya, CHP’li Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne atık suları deşarj ederek denizi kirlettiği gerekçesiyle 464 bin TL ceza kesildiği haberini yayımlamadı.
- Kanal D’de yeni başlayacak bir diziyi aynı grubun gazeteleri Hürriyet, “Güneşe aşık bir deniz kızı”, Milliyet, “Suya ve güneşe aşık denizkızı” diye tanıttı.
- İHA’nın, “Ünlü estetikçinin sahte imza ile hastaneyi üzerine geçirmek istediği iddiası” haberinde olaya karışan doktorun “ünlü” olduğu belirtilmesine rağmen adı kodlandı.
- ANKA’nın, “Depremde 150 kişinin ölümüne neden olan Palmiye Sitesi’nin firari müteahhidi Ali Babaoğlu aranırken notere gitti” haberini Karar, mahreçsiz kullandı.
- Cumhuriyet sitesinde 22 Ağustos’ta kullanılan “Dünyanın derinliklerinde gizlenen devasa okyanus” haberi, hemen aynı başlıkla 14 Haziran 2014’te Aljazeera Türk sitesinde yayımlanmış bayat bir haberdi.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Faruk Bildirici kimdir?
Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı.
Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı.
Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı.
31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı.
TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı.
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi.
19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi.
Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor.
Yayımlanan kitapları:
Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021)
|