25 Kasım 2024
Son aylarda toplumdan itiraz sesleri yükseliyor; birçok kentte geçmiş yıllarda olmadığı kadar eylemlilik var. Orada burada irili ufaklı eylemler yapılıyor; Nallıhan’da madenciler madene kapandı; Ankara’da ataması yapılmayan öğretmenler, Antalya’da kiracılar, Uzungöl’de HES istemeyenler pankart açtı; aile hekimleri üç gün iş bıraktı; gazeteciler de İzmir’den sonra Zonguldak ve İstanbul’da da eylem yaptı.
Ekonomik nedenlerle Ankara’ya yürüyenlerin sayısı da arttı. Fernas şirketindeki maden işçilerinden sonra Bolvadin Devlet Hastanesi inşaatında çalışan işçiler, öğretmenler ve emekliler de Ankara’ya yürüdüler. Onlardan önce de emekli astsubaylar Milli Savunma Bakanlığı, özel okul öğretmenleri de Milli Eğitim Bakanlığı önünde eylem yapmıştı. Türk-İş üyesi işçiler ile aile hekimleri de Ankara’da, meydanlardaydı. KESK üyeleri de 30 Kasım’da Ankara’ya yürüyecek.
Ancak Sabah’ından, Yeni Şafak’ına, Hürriyet’inden A Haber’ine kadar iktidar medyası, Erdoğan iktidarına yönelik itiraz ve eleştiri içeren hiçbir mitingi ve demokratik hak arayışını haber yapmıyor. “Geçinemiyoruz” diyen işçileri de görmezden geliyorlar, “Artık yeter” pankartı açan aile hekimlerinin iş bırakma eylemlerini ve “kayyum” atamalarına karşı çıkanları da…
Polis de hak arayışlarına, protestolara karşı engelleyici, baskıcı tutum sergiliyor ama iktidar yanlısı grupların mitinglerine, yürüyüşlerine bütün meydanlar, caddeler açık; onlara her yer serbest. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan ile bazı bakanların katıldığı “Filistin’e destek, İsrail’e lanet” mitingi olunca Galata Köprüsü bile açılabilmişti.
Ama bu iktidarın İsrail ile ticareti sürdürmesini protesto eden gençlere İstiklal Caddesi dahi kapandı. Polis, İsrail şirketiZIM’e ait gemileri protesto etmek isteyenleri Mersin limanına yaklaştırmadı. Polis, CHP İlçe örgütü yöneticilerinin Esenyurt’ta, DEM Partisi yöneticilerinin Tunceli’de belediye önünde kayyuma karşı açıklama yapmasını da zorla engelledi.
İktidarın medyası da demokratik eylemler karşısında aynı şaşı bakış içinde. Türkiye’deki hak arayışları ve protestoları yok sayan AKP destekçisi medya, ABD ve Avrupa’daki eylemler söz konusu olduğunda aniden demokrat kesiliyor. Türkiye’de polisin sert müdahalelerini unutup, Berlin’deki Filistin’e destek eylemi sırasında Alman polisinin köpekleri kullanmasını “hazımsızlık” olarak nitelendirebiliyorlar.
Onlar sadece CHP’li belediyelerde bir eylem ya da grev olduğunda haberleştiriyorlar. Sabah gazetesi CHP’li belediyelerdeki grevleri “Emekçilere de sırt döndüler” diye manşete çıkardı; 12 Kasım’da “Maltepe Belediyesi’nde işçilerin grevi sürüyor” haberi yayımladı.
Bu şaşı bakışın en çarpıcı örneği geçenlerde Yeni Şafak gazetesinde sergilendi, “Üniversiteleri dikenli tellerle çevirdiler haberinde ABD’deki üniversitelerde Filistin’e destek eylemlerine karşı önlemler için “…kampüsler dikenli tellerle, demir çitlerle çevrildi, güvenlik görevlisi sayısı artırıldı, protesto özgürlüğü neredeyse terörle eşdeğer sayılmaya başlandı” yazıldı.
Keşke “protesto özgürlüğü”nden dem vururken Boğaziçi Üniversitesi’ndeki protestolar için yazdıklarını da hatırlasalardı. Belki o zaman yüzleri kızarırdı. Gazeteci dediğin protesto özgürlüğünü herkes için savunur. Demokratik eylemler için yasalar gereği izin almak gerekiyormuş gibi, haberlerde “İzinsiz gösteri”, “İzinsiz yürüyüş” gibi tanımlar kullanmaz.
XINHUA adlı Çin'in resmi haber ajansı uzun yıllardır Türkiye'de faaliyetteydi. CRI (Çin Uluslararası Radyosu) Türkçe Servisi de yayın yapıyordu. 2000’li yıllardan itibaren Çin’in Türkiye’ye ilgisi arttı, pandemi döneminden sonra da iyice medya atağına dönüştü.
CRI Radyo, 2016 yılında Radyo Mega frekansları üzerinden büyük kentlerde yayına başladı. Çin’in uluslararası yayın markalarını “CGTN” (China Global Television Network) çatısı altında toplamasıyla birlikte Türkiye’deki CRI Türk de geçen yıldan itibaren CGTN Türk olarak radyo yayınını ve cgtnturk.com adıyla da internet faaliyetini sürdürüyor. Bu radyo da haberlerin yanı sıra müzik yayını da yapıyor.
China Today Türkiye adlı dergi de 2012’den beri üç ayda bir çıkıyor. Turkuvaz Medya işbirliğiyle yayımlanan bu dergi, Çin’in Türkiye’deki iktidara ilişkin yaklaşımını da somutluyor. Son sayısı için Sabah’ta yayımlanan ilanın başlığı da “Çin’i keşfetme zamanı”ydı.
China Today Türkiye ile CICG'nin (Çin Uluslararası İletişim Grubu) geçen ay "Yeni dönemde Çin’de reformların derinleşmesi ve getirdiği fırsatlar" temalı forum düzenlemesi de dikkat çekiciydi. Açılışta konuşan CICG Başkan Yardımcısı Liu Dawei, iki ülkenin medya ve düşünce kuruluşları arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi gerektiğine dikkat çekti.
Bir de BRICS Business adlı Çin ve Rusya bağlantılı bir dergi var; bu dergide Türk akademisyenlerin de yazıları yayımlanıyor.
Çin’in Türkiye’ye özel önem vermesinin en önemli nedeni burayı hem güvenli bir pazar hem de Avrupa ile Arap-İslam dünyasına açılan kapı olarak görmesi. Türkiye’de oluşturulacak olumlu imajın, Avrupa ve Arap-İslam ülkelerinde de etkili olacağını hesaplıyorlar.
Ayrıca BBC Dünya Servisi’nin 2008-2009 yıllarında 21 ülkede yaptığı bir araştırmaya göre, “Türkiye, Çin’e yönelik olumsuz algının en yüksek olduğu ülkelerden biri”. Elektrikli otomobiller ile mesafe aldıkları algı değiştirme çabasına medya gücüyle de katkı veriyorlar.
Önümüzdeki günlerde Çinli gazeteciler ve Çin medyası daha görünür hale gelirse şaşırmayalım…
Yeni Asya Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz, terörle mücadele ekipleri tarafından evi basılarak gözaltına alınmış, ardından tutuklanmıştı. Aradan bir ayı aşkın süre geçti; hâlâ hapiste. (24 Ekim) Gerekçe de Fetullah Gülen’in ölümünün ardından sosyal medyada paylaştığı başsağlığı mesajıydı:
“Fethullah Gülen de imtihan dünyasından berzah âlemine göçmüş. Hakkındaki iddiaların hesabı artık öbür tarafta görülecek. Bu iddialar gerekçe gösterilerek yapılan ve nice insanın mağduriyetine sebep olan hukuksuzlukların son bulması dileğimizi bir kez daha tekrarlayarak, Allah rahmet ve adaletiyle muamele eylesin diyoruz. Camianın başı sağ olsun.”
Böyle bir paylaşımı yanlış bulabilirsiniz, ifade ettiği görüşlere katılmayabilirsiniz. Ben de onları “camia” olarak nitelendirmiyorum, bir suç örgütü ile karşı karşıya olduğumuz ortada. Ama katılmasam da Kâzım Güleçyüz’ün ifade özgürlüğünü savunurum. Bir paylaşımda bulunmanın karşılığı aylarca hapse atılmak olmamalı.
Maalesef Yeni Asya bir cemaat gazetesi olduğu için gazetecilik meslek örgütleri Kâzım Güleçyüz’e sahip çıkmıyor, muhalif medya adını bile anmıyor; gazete AKP iktidarına muhalif bir çizgi izlediği için iktidar medyası da karşısında.
Gazeteci dediğin adil olur, vicdan terazisini kişiye ve duruma göre değiştirmez.
Eskiden mahkemelerdeki duruşmalara ilişkin haberlerde hâkim ve savcıların isimleri yazılırdı. Zira gizlilik kararı verilmediği sürece yargılamalar açıktır.
Fakat son yıllarda duruşma haberlerinde hâkim ve savcıların isimleri yazılmıyor. Haberlerde hep hâkim ya da savcı demekle yetiniliyor. Bu genel kural haline geldi neredeyse.
En son Diyarbakır’daki Narin Güran davasıyla ilgili “Hâkim cübbesini bile çıkardı” haberlerinde dikkatimi çekti. 8. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olan hâkim, sanık Nevzat Bahtiyar’a soru sorarken cübbesini çıkarmış, “Sana üç çocuk babası olarak soruyorum, bu olayla ilgili bizden sakladığın bir şey var mı” demişti. Hâkim cübbesini soru sormak için mi, yoksa duruşmaya ara vermeye hazırlandığı için mi çıkarmıştı, orası karanlıkta kalmıştı haberlerde.
Ama daha önemlisi, açık yapılan bir yargılamada, son derece insani bir tavır sergileyen hâkimin adı neden okur ve izleyicilerden saklanır? Böyle bir cinayet davasında hâkimin adının yazılmasının nasıl bir sakıncası olabilir ki?
Yargı muhabiri arkadaşlara sordum bu soruları. Terörle Mücadele Yasası’nın 6. maddesine dikkat çektiler. Bu madde, “Terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar veya bu yolla kişileri hedef gösterenlere” hapis cezası öngörüyor. Gerçekten de bu madde gazetecilere karşı o kadar çok kullanıldı ve “hedef gösterdi” diye o kadar gazeteci arkadaşımız gözaltına alındı ve hapse atıldı ki, muhabir arkadaşlarda kendilerini sağlama almak için çareyi hiçbir davada hâkim ve savcı adı yazmamakta bulmuş.
Halbuki Narin Güran davasının terörle bir ilgisi yok, hâkimin adını yazmak hedef göstermek olarak değerlendirilemez. O yüzden bu haberde hâkimi, kimliksiz bir özne haline getirmek yanlıştı. Malum, otosansür sansürden beter bir zehirdir gazetecilikte. Oysa sınırların varlığı o sınırları zorlarsak görünür olur ama biz geri çekilirsek sınırlar daha da daralır.
Tek cümleyle:-Akşam, Sabah, Hürriyet, CHP’lilerin komisyon salonu önünde barikat kurması ve AKP’lilerin zorlayarak girmelerine ilişkin haberde, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın ANKA ajansının kamerasına vurmasına haberde yer vermedi. -Yeni Şafak’ın, “ANAP’ın binasını plaza yapacaklar” haberinde “Türkiye’nin ilk siyasi parti binası olan ANAP Genel Merkezi” ifadesi yanlış; ANAP’tan yıllar önce Adalet Partisi ve CHP’nin bile genel merkez binaları parti için tasarlanarak yapılmıştı. -“Eskişehir’de yolcu otobüsü devrildi:1 ölü çok sayıda yaralı” haberinde İHA haber ve fotoğrafta AA ise video görüntüsünde kazayı yapan Kâmil Koç firmasının ismini gizledi. -Akşam, Hürriyet, Milliyet ve Yeni Şafak, üç milletvekilinin MHP’den istifasını haberleştirirken, bu milletvekillerinin adlarının altın kaçakçılığına karıştığından söz etmedi. -Yeni Şafak’ın “Özgür Özel’e muhalifsiniz bu ‘pub’a giremezsiniz” haberinde ne mekâna alınmayan CHP PM üyesinin, ne de mekanın ve tepki gösteren kişinin adı vardı. -Hürriyet, “Bayburt’ta Picasso operasyonu” haberinde yakalanan tablonun Pablo Picasso’ya ait olduğunu yazarak, Türkiye’de sık karşılaşılan sahte tablo dolandırıcılığının kurbanı oldu. -Cumhuriyet’in, Çorum mahreçli “Bağışıklığı güçlendiren doğal antibiyotik: İşkembe çorbasının faydaları” haberinde “antibiyotik” olduğuna nasıl karar verildiği belirsizdi. -BirGün’ün, “Çiğli Kent Lokantası uygun fiyatlarla açıldı” haberinde yemek fiyatları yoktu. -Karar’ın web sayfasında “New York’tan Tokyo’ya ‘Petrolü kes’ çağrısı” haberindeki bir fotoğrafta “Tokyo-Türkiye Büyükelçiliği” yerine “Tokyo-İstanbul Büyükelçiliği” yazıldı. -Yeni Akit, ABD Başkanı Joe Biden için “Bunak Biden” diye başlık atarak hakaret etti. -Sözcü TV’nin, Diyarbakır’da yürürken kalp krizi geçirerek yaşamını yitiren kişinin ölüm anı görüntüsünü yayımlaması travmatik etkisi ve o anın mahremiyeti nedeniyle yanlıştı. -Marmara ve İç Anadolu’da birçok kente kar yağmasına rağmen Akşam “İstanbul karla tanıştı”, Cumhuriyet “Aydos ormanına kar yağdı”, Yeni Şafak ise “İstanbul’a ilk kar düştü” haberi yaptı. |
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Faruk Bildirici kimdir?Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı. Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı. Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı. 31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı. TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi. 19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor. Yayımlanan kitapları: Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) |
Ülkesini, insanını ve barışı gözeten gazeteciliğin tam zamanı…
Elbette iktidar aleyhine propaganda yasak olamaz ama etik olarak gazeteci propaganda yapmaz; analizini ve yorumunu aktarır, bilgi verir, eleştirir, sorgular
Ömrümüz Bahçeli’nin şifreleriyle geçiyor...
© Tüm hakları saklıdır.