Gazetecilik mesleğinde pek çok insanla karşılaştım, cumhurbaşkanları, başbakanlar… Kimileriyle çok yakın dost bile olduk ama onları saymıyorum, çünkü bizim mesleğin "olağan tanışıklığıdır" o isimler, büyüklerimizin deyimiyle onlar "yolcudur biz hancı." Doğrusu, insanları "makamları" ile değil de kişilikleri ve "yansıttıkları değerlerle" dikkate almayı hep daha doğru saydım.
Felsefe profesörü Ioanna Kuçuradi, yansıttığı ve kendisine atfedilen değerler açısından bence öylesine "tepede" yer alan bir isim ki… Onun yansıttığı ışığın sonsuza dek Türk toplumunu aydınlatmasını diliyorum.
Gazeteciler Cemiyetinde dün "hocaların hocası" Ioanna Kuçuradi'yi bir dönem öğrencisi olan, şimdinin felsefe profesörü Harun Tepe'yle birlikte ağırladık… Kuçuradi'nin ekrandan katıldığı söyleşimizin başlığı "İnsan Hakları ve Gazetecilik Etiği" idi ama sorudan soruya geçerken güncel konular üzerinde durmamak olmazdı, daldan dala bir "çay sohbeti" yürüttük.
Türk demek müslüman mı demek?
Söyleşiye hazırlanırken, Kuçuradi'nin söylemlerini pek çok yazılı ve görsel kaynaktan incelemekteydim, radyom da açıktı, birden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şu sözleri yankılandı:
"Türkler yüzyıllar boyu İslamın, İslam da Türklerin kılıcı olmuştur Türk demek, aynı zamanda müslüman demektir…"
Bunu duyduğumda aklımdan yüzyıllar içinde Anadolu topraklarında yaşamış pek çok ırktan, dinden insanlar geçti. Giderek buradaki nüfusları azalsa da yıllardır birlikte yaşadığımız Rumları, Ermenileri, Yahudileri, Süryanileri, Ezidileri ve pek çoklarını düşündüm, kültüre, bilime, sanata ve günlük yaşama katkısı olan milyonlarca insanı…
Nasıl yani onları, Türk saymayacak mıydık? Onlar bizden değil miydi? Ya da biz onlardan değil miyiz?
Söyleşimiz sırasında Kuçuradi'ye "Bu sözleri duyunca üzüldünüz mü?" diye sordum, "Böyle şeyler çok yaygın… Öbürü de tutar başka bir şey söyler, bunları ciddiye almamak gerekir" demekle yetindi.
Yazık cahildirler, anlamıyorlar
Kuçuradi'nin mutluluk kavramı ile pek ilgilenmediği biliniyor, acaba yaşamı boyunca hedeflemediği mutluluk onu kendiliğinden mi gelip bulmuştu, hiç düş kırıklığı yaşamamış mıydı onca yıllık kariyerinde?
"Öyle hedefim yok, mutlu olmak diye. Bir şey olamıyorsa yapılacak o kadar çok şey var ki, başka birisini yapmaya çalışıyorum. Biz mesela insan haklarıyla ilgili yüksek lisans projeleri yürütüyoruz, ama nedense YÖK şimdi buna 'hayır' diyor. Oysa bu eğitimin desteklenmesi bütün planlarda vardı. O zaman, eh başka şey yapalım-diyorum, bence yapılacak o kadar çok şey var ki… Yazık, cahildirler anlamıyorlar, diyorum üzerinde durmuyorum.
Fakirlik, insan haysiyeti
Kuçuradi babasının ille de "eczacı ol" deyişine kulak asmamış, felsefeyi seçmiş. O zaman babası, "yazık, kızım aç kalacak, para kazanamayacak" diye üzülmüş. O sözden hareketle fakirlik, insan hakları, insan haysiyetine yaraşır yaşamla ilgili sözlerini, anımsatıp, "Zengini daha zengin eden politikalar etiğe, insan haklarına uyar mı?" diye soruyorum, yanıtı:
"Uymaz tabii. Bize özgürlük diye empoze edilen serbest pazar meselesinden kaynaklı. Bana sorarsanız dünya düzeni değişmeli. Bunu nasıl yapacağız bilmiyorum ama mutlaka değişmeli. Özgürlük, serbest pazar, çok cazip kelimeler ama şu anda özgürlük denilen şeyleri yanlış anlıyoruz. Öyle zamanlar oldu ki, insanlar özgürlük adına en olmayacak şeyleri yaptılar. Covid-19 salgınında, "bu beden benimdir" diye pankart açıp dolaştılar. Evet bu beden senindir ama özgürlüğü çıkmaza sokuyor. Özgürlükte kabahat yok da… "Canının istediğini yapmak" şeklinde anlamaktan kaynaklanıyor bu, oysa özgürlük çok daha temel bir şeydir.
Kadın fıtratı
İçinde yaşadığımız çağda "kadın fıtratına uygun işler uygun olmayan işler" diyen politikacıları anımsatıyorum, Kuçuradi diyor ki:
"Haklar açısından bakılmalı konuya. Bu bakımdan ben kadınla erkek arasında fark görmüyorum. Yalnız sınıfta bazen gerek oluyor. Diyorum ki, sandalyeler taşınacaksa oğlanlar taşısın, kahve yapılacaksa kızlar pişirsin. Ama aynı işi yapan kadınla erkek arasında haklar açısından fark olmamalı. Mesela aynı maaşı almalı ikisi de. Şimdi bir de, bekara ev kiraya verilmiyor, diye bir tartışma var. Ev hayatımızda dost hayatımızda bazı şeylerin kültürel etkilerini yok saymak mümkün değil ama yeter ki haklara zarar verilmesin"
Göçmenler, sığınmacılar
Peki acaba "insanın yaşam hakkı, insan haysiyeti gibi etik değerler söz konusu ise, Türkiye'ye yerleşen milyonlarca göçmene nasıl bakacağız", Kuçuradi diyor ki:
"Sığınmacı ile göçmen farklı. Sığınmacı hayatta kalmaya çalışıyor, onu tabii ki alırsınız. Göçmenler ise ki daha ziyade gençler daha iyi yaşama kavuşmak için başka ülkelere gidiyorlar. Asıl olan onu kendi ülkesinde daha iyi yaşatmaktır. Dünya düzenini en baştan gözden geçirmek gerekir. Birleşmiş Milletler niçin kuruldu? 80'lere kadar barış ve silahsızlanma çabası vardı şimdi tam tersini yaşıyoruz. Silahlanma yarışına girdik. Birisi silahlanınca öbürünün de silahlanması gerekiyor. Bu bir çıkmaz. Şimdi artık postmodernizme geldik çattık, toslayıp duruyoruz. Bunu nasıl aşacağız? Bunu aşmadan hiçbir şey olmaz."
Hukuk yanlış olursa
Gazeteci olaylara nasıl bakmalı? AYM ile Yargıtay'ın çelişkili tutumları yüzünden milletvekilliği düşürülen Can Atalay olayı için ne düşünüyor?
"Hukukun dediğini yapmalı, ama hukuk da yanlış olabilir. Bugün "hukukun üstünlüğü" deniliyor ama demokratik ülkelerde hukuk da değer harcayıcı olabiliyor. Ben olaya hep insan hakları perspektiften bakmak gerektiğini düşünüyorum. Görüyoruz ki parlamentolardan "hak yok edici yasalar" da çıkabiliyor. Gülersiniz belki ama ben milletvekili olmanın şartlarından biri de doğru dürüst insan hakları eğitimi almış olmak derim."
Haber yazmak devrimcilik mi?
Kuçuradi'ye "Etik üzerinde çok duruyoruz ama verinin doğruluğu önemsiz mi? Doğru veriye ulaşamıyorsak, ya da ulaştık diyelim, gerçeği dile getirmek günümüzde devrimcilikle (George Orwell'in dediği gibi) eş tutuluyorsa?" diye soruyorum, şöyle diyor:
"Olayı işimize geldiği gibi sunuyoruz. Yaşadığımız birçok medya olaylarında görüyoruz. İyi bir şey yapar gibi görünüyor ama orada değer atfetiyor, insanlara da çamur atıyor. Bir olayın içindeki değer sorunları nelerdir? Olay ve olgu da karıştırılabiliyor. Böyle bakan çok az gazeteci var, siz devrimcilik dediniz, gerçekler söylenemiyor dediniz ama, bence her şey söylenebilir. Sadece seçeceğiniz dil çok önemli. Saldırgan dille de söylenebilir, olgu olarak da dile getirilebilir. Olgu olarak dile getirirseniz kimse bir şey diyemez. Onu bile yapmak cesaret istiyor ama bunu yapan gazeteciler var."
Söyleşimizin sonunda Kuçuradi'ye el işlerine merakını soruyorum, acaba üstündeki hırkayı kendisi mi örmüştü? diye merak ediyorum, "Annem çok iyi bir ev kadınıydı, ona özenirdim, yıllarca goblenler işlemişti, çok hoşuma giderdi. Ben de merak sardım, örgüler yaptım ama şimdi vakit bulamıyorum" diyor.
Söyleşimize katılan konuklardan bazıları Kuçuradi ile selfi çekmek istediklerini söylemişlerdi ama ben Kuçuradi'nin bunu, kendini beğenmişlik gibi gördüğünü, "narsizmin ifadesi" diye karşı çıktığını anımsatıyorum. Prof Harun Tepe, söyleşi boyunca "ben kendimi anlatmak yerine, hocanın teorik anlatımını günlük yaşama uyarlayayım" diyerek özveride bulunuyor, ona bir buket sunarak ve çay ikram ederek oturumu kapatıyoruz.
bennursunerel.blogspot.com'dan alınmıştır.