Diyarbakır
Sur Kaymakamlığı'nın Suriçi’nin yasaklı mahallelerini bazı sokaklarında sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı duyurusu üzerine gazeteci-yazar Ahmet Tulgar ve İshak Karakaş ile birlikte Suriçi’ne gidiyoruz. Yoğurt pazarının yukarısından Dabanoğlu mahallesine doğru yürüyoruz. Daha önce kapalı olan sokakların bir kısmı açılmış. Ancak açılan alan ufak bazı sokaklarla sınırlı. Dar sokak aralarına konan mevcut polis barikatları, biraz yana çekilmiş ve insanlar aradan geçip gidebiliyorlar. Sokaklara girerken herhangi bir sıkıntı ile karşılaşmıyoruz. İlerliyoruz. Bazı evlerin avlularında evlerin içini temizleyen insanlar görüyoruz, duvarlarda ise kurşunlar. Neredeyse her sokakta polis barikatlarına rastlıyoruz. Birçok yere Türk bayrakları asılmış, bazı yerlerde bazalt taşına bile bayrak resmi boyanmış. Özel timler de sokaklarda bol bol mevcut.
1 yıl öncesinde cıvıl cıvıl olan Sur sokaklarından eser kalmamış. İnsanların yüzlerinde büyük bir hüzün ve öfke var. Bu hüzün ve öfke içerisinde onlarla konuşmak, onları rahatsız etmek istemiyoruz. Biz de o hüzün ve öfke seline kendimizi kaptırmış haldeyiz. Çocuklar kurşun deliklerinin ve özel timlerin olduğu bu sokaklarda top oynamaktalar. Kurşunlu Cami’nin önüne geliyoruz, polisler caminin henüz açılmadığını, kapalı olduğunu söylüyorlar. Sokaklar sessizleşmiş, her yer çöp yığını. Birçok sokağa ise halen girilemiyor. Barikatlar ya da beton bloklar ile girişleri kapatılmış. Canımız yanıyor, fazla dolaşmıyoruz. Kendimizi Hasanpaşa Hanına atıyoruz. Hasanpaşa’da Mem û Zin bebekleri, puşiler ve ne durumda olduğunu bilmediğimiz Dört Ayaklı Minarenin magnetlerinden alıyoruz. Konuştuğum bir kadın esnaf, esnafın durumunun bir türlü toparlanamadığını, çünkü turistin gelmediğini söylüyor ve ekliyor:
“Tam biraz toparlanacak gibi oluyoruz, bir patlama oluyor, herkes tekrar evine, içine kapanıyor. Umut etmek istiyorum ama aslında biliyorum umut yok ve her şey daha kötüye gidecek. Suriçi esnafı olarak durumumuz gerçekten çok kötü, ama yinede keşke diyorum o gençler ölmeseydi de, biz yine en dibe de batsak, çıkardık. Keşke…”
Keşke'ler, ah’lar… son zamanlarda Diyarbakır sokaklarında en sık duyulan sözcüklerden.
Mardinkapı’ya doğru gidiyoruz. Deliler Hanı’nın karşısında Suriçi’nin maketini yapan Fesih Gündoğar’a uğrayacağız. Fesih Lice’nin bir köyünden. Suriçi’nde büyümüş. 1995 yılından beri Suriçi’nin maketini yapıyor. Çocukken babası Fesih’i oto tamircisinin yanına vermiş. Ama Fesih sürekli taşlardan evler yaparmış. Fesih’in çalışmaları Belediyenin dikkatini çekiyor ve Belediye Fesih’e “gel, Suriçi’nin maketini yap” diyor. Fesih 21 yıldır bu maketle uğraşıyor.
Maket muhteşem! “Maket Suriçi” de sokağa çıkma yasaklarından kendi payına düşeni almış. Maketi çevreleyen camda kurşun izleri var, yine maketin içindeki birkaç tarihi yapı da tıpkı asılları gibi kurşunlanmış. Fesih gururla anlatıyor maketi: “14 numaralı yapı Ermeni Kilisesi, şu diğeri Kurşunlu Cami…” Fesih şimdi de makete Hevsel bahçeleri ve Dicle nehrini eklemekle meşgul.
Tam olarak Sur’un hangi bölgelerinin tamamen yıkıldığını maketten uzun uzun inceliyoruz. Aslını göremediğimiz mahallelere maketten bakıyoruz. Dört Ayaklı Minare’nin hemen arkasındaki Xançepek (Gavur mahallesi), Fatihpaşa ve Hasırlı mahallerine bakıyorum. Hangi yapılar, hangi tarihi eserlerin yıkıldığını maket üzerinden tartışıyoruz.
Suriçi’nin artık büyük bir bölümü yok, anılarımızı, çocukluklarımızı artık sadece Fesih’in bu maketinden görebileceğiz! Maketteki Sur, maketteki çocukluğumuz diye düşünüyorum. Büyük bir ah çekiyorum! Keşke… keşke…