Diyarbakır
2 gündür Kemal Kurkut’un resimlerine bakıyorum. Newroz sabahını düşünüyorum. Kemal evimin sadece 500 metre ötesinde vurulduğu sıralarda çocuklarıma kahvaltı hazırlıyordum muhtemelen. Sonra Newroz için giyindik. Yürüyerek alana gittik. Meğer Kemal ölmüş o ara.
Newroz’da “bir canlı bombanın etkisiz hale getirildiğini” duydum, o kadar! Nasıl oldu da canlı bombayı yakalamışlar diye düşündüm, o kadar!
Gün boyu bir daha da düşünmedim, o canlı bomba kimdi diye…
Akşam geç vakitte arkadaşlarla otururken ilk “canlı bomba”nın Malatyalı bir genç olduğunu öğrendim. O kadar!
Sonra sabah DİHA’dan gazeteci Abdurahman Gök’ün çektiği resimleri gördüm ben de herkes gibi…
Kemal, gencecik bir çocuk, sırtından vurularak öldürülmüş meğer.
Kemal yarı çıplak, o dehşetin içinde koşuyor, belli ki ölmek istemiyor, korkmuş.
Kemal genç, Kemal, Ahmet Kaya dinliyor bizim gibi…
Sırt çantasında “bomba” yerine şiir kitabı…
Elinde kemanı, duvarında Ahmet Kaya resmi…
Lağım medyasında önce “canlı bomba” haberleri.
Şimdi de “psikolojisi bozuk genç”, “saldırgan” haberleri!
Kemal’in psikolojisi bozukmuş!
Peki, neden “bozuk” Kemal’in psikolojisi?
Bu kısacık yaşamında neler yaşadı da, “psikolojisi bozulmuş” Kemal’in?
Kemal, gencecik bir çocuk, Ankara Garı’nda kan sıçramış üstüne, arkadaşları yanı başında ölmüş…
Babası 15 yıl önce kanserden yaşamını yitirmiş, abisi KHK ile ihraç edilmiş…
İnsan hayatı böylesine ucuz, böylesine…
Kaçarken bir çocuğu vurabilmek… Sırtından bir çocuğu vurabilmek…
Vurdular gözümüzün önünde, hepimizin gözü önünde…
Kemalden kalan ezgileri dinliyorum, utanç içerisinde…
Peki ya sen, utanır mısın lağım medyası?
Kemal’in gözlerinin içine bakıp utanır mısın?
Kemal, gencecik bir çocuk, yarı çıplak, sırtından vurulmuş, cenazesi yıkanmasın diye morgun suyu kesilmiş, doyamadığı babasının yanına bile gömülememiş…