Diyarbakır
Sosyal medyada bakamadığım görüntülere her gün yenisi ekleniyor.
Geçen hafta Van’da karın üzerinde alınlarından vurularak katledilmiş gencecik bedenlerin resmi dolaşıyordu. 12 evlat, 12 can öylesine, tek kurşunla, buz gibi, karın üzerinde… Daha sonra dolaşan ise 65 yaşındaki Hasan Amca’nın görüntüsüydü Yüksekova’dan. Kafasının yarısı yok. TOMA ezmiş. Hafızama kaydediyorum.
Beynim son aylarda sadece görüntü biriktiriyor:
Helin’in yerdeki görüntüsü.
Ekin Van’ın çıplak sürülen cesedinin görüntüsü.
Bir panzerin arkasında sürüklenen Hacı Birlik’in görüntüsü.
Ağrı’da katledilen fırın işçisi Emrah ve Orhan’ın birlikte çektirdikleri, belki de tek resimlerinin görüntüsü…
5 Haziran’da, Diyarbakır’da, gözlerimin önünde parçalanan insanların görüntüsü…
Günlerce ölü bedeni damda, yem vermeye çıktığı güvercinleriyle kalan Halil’in görüntüsü.
Taybet Ana’nın günlerce sokakta yatan cansız bedeninin ve kedi köpekler yemesin diye cenazesini korumaya çalışan çocuklarının görüntüsü…
Tahir Abi’nin ensesinden girip alnından çıkan kurşunun açtığı deliğin görüntüsü…
Miray bebeğin kafasındaki kurşun deliğiyle morarmış ölü bedeninin görüntüsü
Bir pazar günü yer sofrasında, yemek yerken, başına isabet eden top mermisi ile, kafası kopan Melek Apaydın darmadağın olan sofranın yanındaki görüntüsü.
Suriçi’nde yediği gazın etkisiyle elindeki ekmeği düşüren ve gazdan kendisini korumaya çalışan kadının görüntüsü…
Yaralandıktan sonra katledilen 3 Kürt kadın siyasetçi Pakize Nayır, Fatma Uyar ve Seve Demir’in görüntüleri.
Cizre’de neden oğlumun gözleri yok, oğlumun gözleri nerede diye feryat eden babanın görüntüsü…
Cemile’nin bozulmasın diye buzluğa konulan ölü bedeninin buzluktaki görüntüsü…
Evlerinin önünde, mahallesinde, sokağında, evinin içinde katledilen yüzlerce insanın görüntüsü…
Tüm bu görüntüler 90’larda gördüğüm görüntülere karışıyor.
Özgür Gündem sattığı için öldürülen mahalle bakkalımız Adnan Amaca’nın görüntüsüne…
Tek tek dağa yolladığımız ve daha sonra gencecik ölü bedenlerini aldığımız, kimisinde uzuvlarının olmadığı arkadaşlarımızın görüntülerine…
Newroz’larda yaşanan katliamların görüntülerine…
Sonra tüm bu görüntüler birbirine karışıyor. 1,5 yıldır, haftada en az birkaç gün gittiğim taziye ve cenazelerdeki ölü gençlerin resimlerine karışıyor. Kobane’de, Şengal’de, Rojava’da kaybettiğimiz binlerce gencin görüntülerine karışıyor. Robin Argeş’in gülümseyen güzel yüzüne karışıyor, Aziz Güler’in güzel bakışına karışıyor…
Durup dururken sürekli gözyaşlarım boşanıyor. Yaşıyor olmanın, hayata devam ediyor olabilmenin mahcubiyeti üzerime yapışıyor. Gözlerimi kapatıyorum, bu rüya olsun diyorum, gelen kurşun ve bomba seslerinden rüya olmadığını anlıyorum. Aylardır ruh sağlıklarını yitirdikleri için uzun süredir benimle uyuyan minik oğullarıma sıkı sıkıya sarılıyorum… Sonra artık evlatlarına sarılamayanları düşünüyorum…
Yaşıyor muyum? Belki de yaşamıyorum artık. Belki hiçbiri gerçek değil, belki…
Dün geceden beri Suriçi’nden şiddetli top, bomba, kurşun, her türlü patlama sesleri geliyor. Büromda camlar bile sallanıyor. Ben size bu satırları yazarken 5000 yıllık şehrim yakılıp yıkılıyor. Çocukluğum, hatıralarım yerle bir ediliyor. Belki tam da şuan bir can daha soluyor.
Ankara’ya söyleyin, başardılar, biz çıldırdık!