19 Şubat 2023

Böyle olur protokolün cuması

Her cami farklı kullanıcılar tarafından farklı şekillerde deneyimlenir. Genel geçer kategorilere yüklenen beklentiler ancak yanıltır bizi. Bu yüzden bir camiyi en iyi orada ibadet edenler, vakit geçirenler anlatabilir. Bir araştırmacıya düşen, kişilerin anlatılarını dinlemek, deneyimlerini anlamaktır. Bu yazı dizisi bir saha çalışmasına, İstanbul camilerinde yaptığım mülakatlara ve etnografik tanıklıklara dayanıyor. Burada geçen alıntıların her biri farklı deneyim sahiplerinin anlatılarına; anlatılar ise 2018’den beri sosyoloji doktora programı bünyesinde sürdürdüğüm "İstanbul Camilerinde Gündelik Hayat: Beden, Deneyim, Direniş" başlıklı saha araştırmama atıftır

Neoliberal kentlerde zenginler sıradan insanların ibadethanelerine nadiren gider,
bunun yerine kendi özel camilerini ihdas ederler.
Söz konusu camiler, yasal olarak içerici,
kullanım açısından dışlayıcı bir statüye sahiptir.

Asef Bayat

İstanbul'da camiler müminler tarafından her daim günün hengâmesinden, türlü mekânların kalabalığından kaçıp sığındıkları huzur ve âram mekânı olarak deneyimlenmez. Bir de madalyonun diğer yüzü; kutsal mekâna gürültülü ziyaretçi akışının ve protokolün beraberinden getirdiği bir huzursuzluk var. Ziyaretçi kalabalığının (cemaat değil) veya protokolün bulunduğu camiler, aradıkları huzur ve maneviyatı bulamadıkları için bilhassa kadınların kullanmayı tercih etmediği mekânlar. Sözgelimi Fatih ve Süleymaniye'nin yoğun ziyaret alan, içinde mütemadiyen fotoğraf çekilen Ayasofya ve Sultanahmet'ten başlıca farkı, sakin birer ortam sunması. Ayasofya ve Sultanahmet ibadet değil turistlik ziyaret mekânı olarak deneyimlenir, mabet değil müze olarak.

"İstanbul'da bana huzur vermeyen, veremeyen bir cami neresi, Sultanahmet geliyor aklıma. Gerçekten çok gürültülü, kalabalık, çok hızlı bir akış var. Herkes geliyor fotoğraf çekiyor gidiyor, geliyor fotoğraf çekiyor gidiyor. Buranın [Süleymaniye Külliyesi] sakinliği beni dinlendiriyor yani. Böyle oturayım etrafı izleyeyim, hafif rüzgâr essin, orada burada konuşan eden olsun ama sürekli bir insan akışı olmasın. Çok yorucu geliyor bana Sultanahmet Cami. Çünkü camilikten ziyade turistlik kimliği daha ön plana çıkmış bir yer diye düşünüyorum. Süleymaniye öyle değil. Süleymaniye hâlâ cami. Her ne kadar turistlik çekiciliği de olsa hâlâ camiliğini koruyor bence."

Mimar Sinan Camisi - Ataşehir 

Ancak sakinlik ve huzur mekânı olarak tanımlanan Süleymaniye Camisi'nde Cuma namazı için protokolün bulunması, kadınların burayı terk ediş sebebi. Çünkü protokolün camiye varit olması, bakan, milletvekili ve diğerleri güvenlik çemberi eşliğinde ön safa geçerken kapıda sayıları artırılan görevlilerinin yaptığı müziç bir güvenlik taharrisine maruz kalmak anlamına gelir.

"Süleymaniye Camisi'ne çok yakın olduğumuz için protokole yıl içerisinde çok rastlıyoruz. Ama bizzat varken camiye girmedim, kaçıyorum. Aramalar, işte caminin her tarafında güvenlik görevlilerinin bulunması. Girdiğin kapıdan çıkarken bile aranmak beni irite ediyor. Veya yollarınızı değiştiriyorsunuz. Caminin girişinde dedektör tutuyorlar. Bazen tek giriş yapılıyor, camilere her taraftan mesela caminin üç dört farklı yerinden giriş yapılabiliyor, tek kapıya yönlendiriliyor. Ben günde beş defa camiye giden biri değilim, cumalara da her hafta, her hafta gitmiyorum ama gitmek istediğim de eğer o gün protokolden biri varsa gitmiyorum."

Türkiye'de camiler genellikle cemaat tarafından kurulan dernek vasıtasıyla yaptırılıp Diyanet'e devredilir. Diğer yandan bazı camilerin banisi kamu otoriteleridir. İstanbul'da son on yılda inşa edilen Ataşehir Mimar Sinan, Çamlıca gibi özel mabetlere "protokol cami" deniyor. Nitekim İşletme Müdürü'ne göre Ataşehir Mimar Sinan bakan, vekil ve cumhurbaşkanın sıklıkla uğradığı bir yer olarak "A sınıfı protokol cami". Bu camiler, banileri Osmanlı haneden mensupları olmadığı için selatin cami statüsüne dâhil edilemezken belli bir sınıfa ayrıcalıklı hizmet sunması ve protokol tarafından sık kullanılması sebebiyle mahalle cami kategorisine de "indirilemez".

Protokol camiler herkesin eşit kabul edildiği bir din ve mabet anlayışına uymadığı gibi iktidarın kendini ve gücünü ibraz etme yöntemlerinden biri haline geldi. Zira Ataşehir Mimar Sinan Camisi'nin açılış töreninde serdedilen iddiaya göre burası selatin cami bulunmayan Anadolu yakasındaki önemli bir gereksinimi karşılıyor. Başka bir ifadeyle, Osmanlı hanedan ihtişamı ve cömertliğinin (cami vakıfları tebaaya aş ve bakım sağlardı) yansıması olan selatin cami yaptırma geleneğini iktidar, protokol camiler vasıtasıyla tevarüs ediyor.

Bu caminin çarşısında (camide alt kattan üst katlara doğru ücretli otopark, konferans salonu, yetişkinler ve çocuklar için sınıflar, çarşı vs. mevcut) dükkânı bulunan esnafa göre, hayli büyük olduğundan Cuma namazı için mekân talebini karşılasa da bu mabette huşu ve mehabet duyulmaz; müminler, aradıkları manevi huzuru bulamaz:

"Camiye girdiğinde bir Süleymaniye, bir Sultanahmet'te şöyle kafanı kaldırıp baktığında bile yaşadığın manevi hazzı, bu camiye de çok emek verilmiş ama o manevi hazzı burada ben bulamıyorum açıkçası."

Protokol bir gece evvel çarşıdaki dükkânların tek tek taharrisini kapsayan büyük bir güvenlik çemberini camiye getirerek müminleri hayal kırıklığına uğratır. Protokolün güvenlik anlayışı, fazla sayıda korumaya dayanır, arama noktaları ve dedektörlere. Bu türden arama noktaları, görünür ya da görünmez bariyerlerin olduğu camiler başta kadınlar olmak üzere müminlerin özgürce hareket edemediği alanları temsil eder. Zira kadınlar bu çemberin içinde hareket etmekte güçlük çekerken kendilerini kapana kısılmış hissederler. Süleymaniye gibi selatin camilerin etrafındaki çalışanlar, protokolün ve güvenlik çemberinin camideki huzuru yok ettiğini, sakinliği dağıttığını düşünürken hâlihazırda protokol bir camide çalıştığının farkında olan kadın esnaf, "koruma ordusu"nun "iş yapmalarını" hatta camiye girişlerini engellediğini belirtir.

"Kadın esnaf olarak burada protokolün camiye geldiği günler iş yapamamaktan şikâyetçiydik biz. Çünkü protokol geldiğinde çok ciddi bir koruma ordusuyla geliyor ve bu koruma ordusu sadece çarşıya değil caminin içerisine bile insanların girememesine sebep oluyor. Burası çok büyük bir cami. Bu çevredeki insanların Cuma namazındaki ihtiyacını karşılayabilmesi için çok gerekli bir cami. Çünkü Cuma günü çok ciddi bir kalabalık oluyor. Caminin dolması ve boşalması bile baya sıkıntı oluyor, araç girişi çıkışı açısından. Bu tarz bir protokol olduğunda birçok insan camiye gelmeyi tercih etmiyor. Gelseler bile içeri alınamıyorlar. Çünkü koruma ordusundan biz esnafken bizim bile girişimiz sıkıntı oluyor. Bir seferinde içeri alınmadım bile, yani giremedim."

Protokolün cuma namazı için güvenlik çemberiyle gelmesi, cami işletme müdürü tarafından karşılanması ve ardından burada kendini halka sunması, Osmanlı padişahlarının sürdürdükleri kamusal bir tören olan Cuma selamlığı geleneğini anımsatır birkaç yönden. Birincisi, Suraiya Faroqhi'nin de belirttiği gibi Osmanlı padişahının kudretli bir Müslüman sıfatıyla meşruiyetini tahkim eden, şahsının halka sergilendiği Cuma selamlığıydı. İkincisi, padişahların camiye vürudu esnasında yeniçeriler tarafından bir emniyet çemberi oluşturulurdu. Son olarak, Cuma selamlığında tebaanın arzuhallerini hükümdara ulaştırabilmesi, Osmanlı saltanatını meşrulaştıran unsurlardan biriydi zira meşruiyet amillerinden biri, tahribi kendi memurları verdiğinde bile tebaasının şikâyetlerine açık ve adil olan bir hükümdar imgesiydi.

Osmanlı Cuma selamlığı geleneğinden tevarüs edilen günümüz Cuma protokolüyle muktedir, söz konusu meşruiyet imgesinin peşinde ama ona bir hayli uzaktır. Osmanlı saltanatının meşruiyet zeminini teşkil eden "halkın arzuhallerini dinleyen hükümdar imgesi"ne tehalükle sarılan protokol, camide eşhas ve esnafın şikâyetlerine yabancıdır. Yani Cuma günleri protokol mevhum bir Osmanlı saltanat gücünü yansıtmaya çalışır; "koruma ordusuyla" sıkı bir güvenlik çemberi kurmakta muvaffak ama kamusal alandaki yurttaşların şikâyetlerini dinlemekte başarısız.

(Devam edecek...)


Not: Bu yazı dizindeki (italik yazılı) alıntıların her biri farklı deneyim sahiplerinin anlatılarına; anlatılar ise 2018'den beri sosyoloji doktora programı bünyesinde sürdürdüğüm "İstanbul Camilerinde Gündelik Hayat: Beden, Deneyim, Direniş" başlıklı etnografik saha araştırmama dayanıyor.

Nur Kıpçak kimdir?

Nur Kıpçak, Fransa'da doğdu. İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi, Kadın Çalışmaları Ana bilim dalında, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kadınlara yönelik mekân politikalarını incelediği "İdeolojiler Mekânı Olarak Camilerde Toplumsal Cinsiyet Örüntüleri" teziyle tamamladı.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü'nde etnografik bir saha araştırması yürüterek "İstanbul Camilerinde Gündelik Hayat: Beden, Deneyim, Direniş" üzerine doktora tezi yazıyor.

 "Kutsal Mekânda Kadınlar" başlıklı yazı dizisi 5Harfliler'de yayımlandı. Özellikle kutsal mekânın üretimi, kentsel ve kutsal ağlar, toplumsal cinsiyet üzerine çalışmalar üreten yazarın "The Production of Mosques in Turkey: Spacial Politics of the Presidency of Religious Affairs toward Women" gibi uluslararası ve ulusal mecralarda yayımlanmış makaleleri, kitap bölümleri mevcut.

Yazarın Diğer Yazıları

Arena

Ayasofya, hayali düşmanlara karşı kazanılmış muhayyel bir zaferin arenası. Ücretli kıyafet düzenlemesi ve içinde ibadet etmenin meşakkati de cabası. Bu haliyle caminin müzeden farkı, zeminin halıfleksle kaplanması ve protokolün geldiği Cuma namazı vaktinde yaşanan izdihamdır

İstanbul: Hayaletler şehri

Kariye ve Ayasofya'daki kutsal mekân stratejisi, yeni Türkiye'nin hayali düşmanlara karşı verdiği teatral bir savaş, seyir kapasitesi yüksek bir nümayiştir. Cumhurbaşkanı'nın müzeyi dönüştüren kararı imzaladığı gün yaptığı "Ayasofya Manifestosu" başlıklı konuşma ve caminin açılış töreni de nümayişin debdebe ve dâratı

Kutsal mekân stratejileri

Taksim Camii'nin açılış töreninde Cumhurbaşkanı'nın sarf ettiği sözlerse Ayasofya'nın, Çamlıca ve Taksim gibi camilerle aynı kategoriye dâhil edildiğini düşündürüyor