23 Nisan 2013

Bugün 23 Nisan, ben nereden atlasam

Sene bilmem kaç. Orta ikinci sınıftayım. Hani yerli malları haftası diye bütün okulu portakal kokuttuğumuz, yanında kola içtiğimiz yıllar

Sene bilmem kaç. Orta ikinci sınıftayım. Hani yerli malları haftası diye bütün okulu portakal kokuttuğumuz, yanında kola içtiğimiz yıllar.

Ha, bir de koşuyoruz. Grup grup insan okulun içinde oradan inip koşuyoruz, buradan çıkıp koşuyoruz. Başka işimiz yok.

İşte böyle ben üç arkadaşımla haldır haldır bir yukarı çıkıp bir aşağı inerken, benimkilerden bir tanesi okulun yeni yapılan tarafındaki birinci kat merdivenlerinin tepesinde durdu.

Aşağıya inen 6-7 koca merdiven var, sayıyı tam hatırlamıyorum.

Hani böyle bazı merdivenlerin ayarı tutmamıştır, biraz fazla yüksek olur, sürekli bir düşme tehlikesiyle pergel gibi iner çıkarsın, öyle bir merdiven tepeciğinin en tepesindeyiz.

Şöyle bir ses duydum: “Ben buradan atlarım!”

Normal bir insan evladı olarak ben de dedim ki, “Ben de atlarım!”

O eşek sıpası arkadaşım dedi ki “Tamam sen atla.”

Atladım ben.

İşte bu ivedilikte, her şey 4 saniye içinde gerçekleşti.

Önce kafamın tepesini yukarıdaki duvara vurduğumu hayal meyal bir fark ettim. O güzel uçuşumu engelleyen bir şey oldu yani. Bunu bir fark ettim.

Sonra dümdüz yere çakıldığımı, bir de kafamın arkasını da merdivene vurduğumu hatırlıyorum.

Yani bir ileri doğru çapraz salto, sonra bir çarpma, sonra yere doğru daha dik bir uçuş, arkasından yeni bir çarpma hayal edin. Yüz hep karşıya bakıyor. Siz deyin Nur Gümüşdoğrayan, ben diyeyim Bayhan.

Buraya kadar “Hahahah” diye kah güldünüz, kah “Ay canıııım ey-vaah” diye acıdınız. Kafasını kırmış bir çocukla empatiler falan kurdunuz, tamam.

Ama işin anlayamayacağınız bir tarafı var. O “Gitti çocuğun beyni gitti” düşüncesiyle boğuşmakta olan zavallı arkadaşlarıma ve aileme de bir türlü anlatamadığım tarafı: Çocuk aklının eğlencede olmasının ve farkındalığının sınırları.

Düştüm, duruyorum yerde. Büyük bir sessizlik. Artık beyin o sırada kendine ne yapıyorsa, ne bir acı, ne bir sızı hissediyorum.  

Bu sessiz saniye içinde şunlar oldu:

“Bana ne oldu yaeeeee?” diye bir düşünmek. Göz hizamın üstündeki duvara kafa-göz girdiğimi fark etmek. “Ben o duvarı nasıl akıl edemedim ne salağım,” diye cık cık’lamak. Ve...

Ve... Ben düşerken arkadaşlarımın gördüğü manzaranın nasıl bir şey olduğunu fark etmek.

O zaman Youtube falan yok, böyle şeyleri öyle her canın istediğinde izleyemiyorsun. Biri düştüyse o an görmen lazım, algıların açık olacak. Bakman lazım. Hele bu... Nasıl komik, aaaah kimbilir nasıl komik, nasıl delice bir manzaraydı oooo...

Evet manzara gözümün önüne geldi, tepeme toplaşmış arkadaşlarımla bakıştık ve ben kendi pinpon topu halime manyak gibi gülmeye başladım.

İşte bunu onca senedir o üç arkadaşıma anlatamıyorum. O kafamdan aşağı pekmez akmadan önceki 1 saniye içinde patlattığım içten Youtube kahkahasını anlatamıyorum.

Birlikte gülecektik aslında, onlar da hafif sırıttı hiç unutmuyorum, ama yazık fırsat bulamadan şorrr diye kanlar aktı, bunlar ciyak ciyak örtmenim örtmeniiim falan filan, ben şokta ama garip bir sakin bir hülyalı hal, müdür odası falan hayal meyal, babamın bir koşu okula gelip beni alıp kafaya dikiş attırmaya götürmesi, ertesi gün o duvara yazılan “Buraya kafa attı” kahramanlık yazıtları, ardımdan çıkan “Kızın beyni işte buraya akmış” dedikoduları falan, bir keşmekeş.

Ama güldüm. Görenler gülme falan hatırlamıyor bir türlü. Oysa bilmezler ki hala kıskanırım ben onları, onların gördüğünü ben göremedim diye.

Sonra Youtube çıktı.

Sonra sağdan soldan, TV’de “Ben Burdan Atlarım” diye bir yarışma başladığını duydum. Duymamla o laf büyüdü, büyüdü. 13 yaşıma geri döndüm. O kıskançlık, o binlerce komik videonun bende gideremediği kıskançlık husule geldi.

Kimselere çaktırmadan planımı yaptım. Çerezimi cipsimi alıp açtım Youtube’u geçen gün. “Ben Buradan Atlarım” yazdım. Sonra silip “Burdan” yazdım. Çıktı videolar.

Havuza atlıyormuş bunlar. İlk şok bu.

Yahu bu nedir arkadaş. O sunucu nedir anlamadım ben niye orada, herhalde dedim yeni bir sunucu çeşidi bu, garip garip sorular soruyor. R’leri de söyleyemiyor, tamam söyleyemesin de... Ama yani...

Nur Gümüşdoğrayan kızımız geldi atlamaya, sunucu ona dedi ki “Senin ismin ne bir deyiver, sonra ‘Güzel bir kız vardı atlayamadı’ demesinler, nedir senin ismin Nuğ mu Nuş mu?”

Tam olarak böyle sordu. “Nuğ mu Nuş mu?” Nuş ne yahu? Nuş nereden çıktı?

Kız dedi ki “İsmim Nur.” Sunucu dedi ki “Nuğ Gümüşdoğğayan.”

Yahu biz biliyoruz bu kızı da ismini de, senin onu öğrenememeni mi izlemeye geldik? Kapattım başka video açtım.

Semiha Yankı çıktı, tam atlayacak, çok yakın zamanda bir yakınını kaybetmiş, onu söyledi ve ağlamaya başladı. Sunucuyla sarıldılar, binlerce seyirci var ama seyirci sanki hiçbir şey duymuyor gibi sürekli bir ıslık bir gürültü. Neyse ben dedim “Semiha Yankı bu halde atlayış yapmamıştır herhalde.”

Atladı Semiha Yankı. Hem ağladı hem 3 metreden balıklama atladı. Ben böyle bir sahne görmedim. Çok üzüldüm ama çok da şaşkınım yani.

Sonra bir Best Model of the World geldi. Çıktı 3 metreye. Belinde bir simit. Sunucu dedi ki “Sen yüzme bilmiyormuşsun?” Kız dedi ki “Yüzme bilmediğim gibi, sudan korkarım, ayrıca yükseklik korkum var.”

Durdurdum videoyu. Bir nefes aldım. Devam ettim.

Sunucu dedi ki “Neyse şu an Twitter’da bana da yardırıyorlar, senin yüzme bilmemen hiçbir şey.” Tam olarak böyle dedi. Kız suya atladı. Dümdüz atladı belinde simitle. Alkış kıyamet.

Dedim son bu, son bir tane izleyeyim. Bir oylama sahnesi. Nur Gümüşdoğrayan elendi, ağlaya ağlaya gitti. Sonra sunucu “Aaa bi dakka bi dakkaaaa, sen elenmedin yanlış bakmışıııız, dur dur gel geeel, dur tamam hadi şimdi bunlar sevinç gözyaşları olsun bak,” dedi. Jüri falan havalara bakıyor.

Elimde yenmemiş çerezim, kalakaldım bilgisayarın başında.

Ben bekliyorum ki, bunlar bir atlayış yapacak, belki karın üstü çakılacaklar tamam, ama hemen replay dediğimiz şey var ya, bunlar tekrarını izleyecekler orada, hahahahhahah diye gülme fırsatları var, kendilerini anında görüp gülecekler, utanacaklar, yaşayacaklar çılgınca.

Ben de onlarla kendimi bir tutacağım, yılların birikimini atacağım üzerimden. “Dediğime geldiniz bak, ben işte bundan bahsediyordum,” diye arkadaşlarımı arayacağım.

Ne mümkün. Hiç oralara fırsat gelmiyor.

Şu hayatta ne varsa çocuklarda var. Büyüklerin yazmayı bile beceremediği “Ben Burdan Atlarım”ları, çocukların meydan okumalarındaki farkındalığın yanına bile yaklaşamıyor.

Dünya çocukların olsun n’olur. Onlar her şeyi doğru biliyorlar. Her güzel şeyi hak ediyorlar.

Sandığınızın aksine hiç saçmalamıyor onlar, mantıkta hepimize beş basarlar.

Yazarın Diğer Yazıları

Aşkım, Nur'um, Yengi'm

Gelişmiş bir deliydi bu, bana sorarsanız. 30 yaşlarında -veya 20’dir belki...

Bir şey soracağım, sen ağladın mı?

Canı istemeyen erişkin insanlar bilsinler ki son fırsat, çıksınlar sinema salonundan...

Hişt, beyaz yaka, bak bu da bizim en uzun gün

Yanağım sarkmasın diye sırt üstü uyumaya çalıştığım bir gecenin sabahıydı. Dolayısıyla firavun gibi altın sarısı ve elimde mızrakla gözlerimi açtım.