22 Ağustos 2024

Zuladaki şiirler

Toplumsal ve bireysel tarihlerin resmî tarihler karşısında gitgide daha çok ilgi gördüğü günümüzde bazı denemeler başlı başına önem kazanıyor, özellikle Fethiye Çetin gibi esasa dair diyalektik bakış sahibi, deneyimli bir hukukçu yazarın elinden çıktığında

Zeynep Oral'ın 18 Ağustos tarihli Cumhuriyet'teki yazısında art arda sıraladığı sorular, gerçek bir gazetecinin bir ülkedeki durum hakkında soracağı birincil sorulardandı: "Hapishanelerde neler olup bittiğini bilen var mı? Devlet suç işliyor mu? Denetleyen var mı? Hapishane idareleri suç işliyor mu? Keyfilik ne denli yaygın?" 

Oral, yazısı boyunca bu soruların yanıtlarını Kırşehir Yüksek Güvenlikli Kapalı Hapishanesi'ndeki Halil Yakut'un mektubunu aktararak net bir dille veriyor aslında. Bir kez daha anlıyoruz ki ülkenin geneli gibi cezaevlerinde de hukukun dışındayız. Cezaevleri asgari insani koşullardan uzak ve uzaklaşıyor: Su sorun, içme suyu sorun, hava sorun... Süreli ya da süresiz açlık grevlerinin ardı arkası kesilmiyor, çünkü "keyfî idare" başka çare bırakmıyor, anaakım medyada "gazetecilik" de kalmadı.

Bir dönemi nitelemeye yetecek durumlar aslında bunlar. Bir zamanlar Suriye'de insanların aylar ve yıllar boyu yargıç, avukat yüzü görmeden zından koşullarında tutulduğunu işitirdik. Özellikle kendilerine kimlik bile verilmeyen Kürtler gibi "sahipsiz", yok hükmündeki halklar için mahkeme en lüks hayallerden biriydi orada. Şimdi durum ne derece farklıdır bilemiyorum.

Bizde de "12 Eylül", hukuksuzluğun ve cezaevlerindeki işkencelerin ölçüsü haline gelmemiş midir? Bugün cezaevleriyle ilgili her soru, karşılaştırma öğesi olarak 12 Eylül döneminden söz edilmesine neden olmuyor mu?

1960'lı yıllarda ölçü, 1951 tevkifatının haya burma, tabutluk vb. işkenceleriydi ve bir avuç insanın bilgisindeydi bunlar. Ahmed Arif, Hasan Amca (Ugandor) gibi "eskiler", bizlere anlatırlardı.

Cezaevleri 12 Mart ve 12 Eylül'den itibaren gitgide daha geniş, çok çok daha geniş kesimlerin bilgisine dahil oldu. Diyarbakır ve Mamak, dünyanın kötü ünlü cezaevleri listesinde yer aldı.

"90'lar"ın cezaevleri, 12 Eylül'ü aratmadı, ama daha çok Kürtler ve Kürt illeriyle sınırlı olarak. Beri taraf orada olup bitenler konusunda hiçbir şey bilmek istemedi, insan hakları savunucularının dışında... Ve şimdi... sahi bu dönemin adı ne? Adını biliyoruz. 

Bu yazıya aslında Fethiye Çetin'in yeni kitabı Zulamdaki Şiir'den söz etmek için başladım. Başlangıç dolaylı olsa da, konunun esası aynı.

Fethiye Çetin'i 12 Eylül askerî darbesinden bir yıl kadar önce, kabaran toplumsal hareketlilik içinde Ankara'da tanımıştım. Tüm dünyada köhnemiş olan komünist hareketin içsel bir devrimle düzelebileceği görüşünde birleşiyorduk. Zaman zaman daha yakın, zaman zaman daha uzak, ama hep yenilenen bir düşünsel-edimsel arkadaşlığımız oldu. Kesintisiz mücadelesi ile tarih yazan kitapları Anneannem, Torunlar ve Utanç Duyuyorum!'un toplumsal gelişmemize olan dönüştürücü katkılarından hiç kuşku duymuyorum.

Bizim kısaca "Mamak dönemi" dediğimiz dönem, koğuştaki sayımız kabaca 100 ile 30 arasında azalıp çoğalan "sol görüşlü" kadınlar olarak o askerî cezaevinin dört duvarı arasında 7/24 yaşadığımız dönemdir. Aramızda birkaç haftayı aşmayanlar da olmuştur, bizden daha uzun yılları bulanlar da. Fethiye ve ben iki-üç aylık bir farkla örtüşen üç yıl boyunca oradaydık. Dolayısıyla, anlatısında "ben" dediği yerlerin çoğuna ben dahil diğer kadınların adı da yazılabilir, zira 12 Eylül yönetiminin "Karıştır barıştır" ilkesi uyarınca erkek koğuşlarına devrimcilerle birlikte "ülkücüler" de kapatılırken, kadın koğuşlarında ilk aylarda gelip birkaç gün kalan bir iki kişinin dışında hiç "ülkücü" yoktu. "Hepimiz eşit, hepimiz farklı" kadınlardık. Hepimiz aşağı yukarı aynı ölçüde gadre uğradık. Teslim olanlar başka bir koğuşta ve daha az, Fethiye hepimizden daha çok.

Travmatik anılarınızı yazabileceğiniz mesafeyi oluşturmanız kolay olmuyor. Mamaklı kadınlar, yazabilecekleri mesafeyi oluşturduklarına ancak darbeden otuz yıl kadar sonra karar verebildiler ve kitaplar art arda geldi. İlk kitap olan 2011 tarihli Kaktüsler Susuz da Yaşar, kırk küsur kadının katıldığı kolektif bir bellek çalışmasıydı. 2012 başlarında Pamuk Yıldız'ın O Hep Aklımda adlı anlatısı, 2013 yılında da Özen Aşut'un Boyun Eğmeyenler adlı belgesel romanı yayımlandı.

Şimdi bu satırları yazarken bir arkadaşım, Nihal Ulusoy imzalı, Mamak: Bende Kalanlar adlı bir anı-romanın daha çıktığını haber verdi ama bu kitabı henüz görmedim.

Toplumsal ve bireysel tarihlerin resmî tarihler karşısında gitgide daha çok ilgi gördüğü günümüzde bazı denemeler başlı başına önem kazanıyor, özellikle Fethiye Çetin gibi esasa dair diyalektik bakış sahibi, deneyimli bir hukukçu yazarın elinden çıktığında.

Zulamdaki Şiir'in anılardan oluşan bölümlerinin büyük bir kısmını ilk yazıldıkları zaman okumuştum. "Giriş" bölümü ile birkaç bölümü daha, kitap yayımlandıktan sonra okudum. 

"Giriş" bölümü, 12 Eylül döneminin, tarihsel ve güncel "devlet aklı (hikmet-i hükümet; raison d'Etat)" açısından gördüğü işlevi ortaya koyuyor ve ardından gelen anılar asıl anlamlarına o ışık tutulan temel üzerinde kavuşuyor; tıpkı Hrant Dink cinayetinin bütünsel anlamını davanın avukatı olan Fethiye Çetin'in Utanç Duyuyorum! adlı kitabıyla kavradığımız gibi.

Zulamdaki Şiir aslında Çetin'in Tanıl Bora tarafından derlenen 40 Yıl 12 Eylül adlı kitaptaki "Kırk Yıldır Bu Model İşliyor" başlıklı yazısında ortaya koyduğu argümanları daha özgül ayrıntılar ve anlatılarla desteklemiş oluyor.

Zulamdaki Şiir'i baştan sona kateden üslup hem "kimimiz" diyecek kadar kucaklayıcı –toplum olma arzusuyla dolu-, hem de var olan ve bir türlü olgunlaşamayan mücadele patikalarına yönelik bir sorgulayıcılık içinde: "Bugün yaşananlara neden kayıtsız bu toplum? Keyfî tutuklamalar, keyfî yargılamalar, cezasızlık, katıksız adaletsizlik karşısında neden bu kadar suskunuz? Bunları konuşmadan 12 Eylül'le hesaplaşmak mümkün mü?" (s. 14-15)

Refik Durbaş'ın "Geçti mi geçen günler?" adlı şiirini hatırlatan bu çağrı dolu sorular, zihnin herkesi hakikate çağıran çabalarıdır. Nilgün Toker'in yazdığı Sunuş'taki "Geçmiş olamayan geçmiş" sözü de öyle.

Sunuş'ta gözüme çarpan, anlam karışıklığına yol açabilecek iki düzeltmeyi de kaydetmeden bitirmeyeyim: Sayfa 10'da, "Şiddetin, zulmün nesnesi yapıların anlatılarında..." diye başlayan bir cümle var. Buradaki "yapıların" sözcüğü herhalde 'yapılanların' olacaktır.

11. sayfadaki, "İnsan olmaktan çıkarılmaya çalıştığınız,..." ifadesi ise besbelli şöyle olacak: "İnsan olmaktan çıkarılmaya çalışıldığınız..."

Bir son dakika notu da, 12 Eylül'ün devam ettiğini bir kez daha göstermek istercesine haber olarak çıktı geldi: "30 yıldır cezaevinde tutulan İlhan Sami Çomak'ın tahliyesi engellendi."

Hukukçuların deyimiyle "bihakkın" tahliye edilmesi gerekirken boyuna gadre uğrayan şair, Çomak. "Müebbet şair". 

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Klişeler klişeler

Zora dayalı asimilasyon, terörün bir türüdür; devlet terörünün bir türü ve ağır bir uygulama alanı. Türk cenahından bunu en iyi bilenler, devlet görevlileridir, özellikle de eğitim, öğretim, sağlık ve güvenlik emekçileri

Siyaset nedir ne değildir?

Bazı genel başkanların konuşur gibi yapıp çifte ekran kullandığı ve Bahçeli’nin de o başkanlardan biri olduğu sır değil. Bir sağdan okur, bir soldan. Kâğıttaki notlardan bile değil, bildiğin “monitör”dendir retorik; artık kim ya da kimler yazıyorsa

Çözüm süreci mi, Anayasa mı, erken seçim mi, neyin tartışması bunlar?               

Cumhuriyetimizin onyıllardır süren zora dayalı asilimilasyon uygulamaları konusunda empati içinde olamazsak, jeopolitiğin buz gibi sularında donakalmamız işten bile değil...

"
"