07 Kasım 2024

Ve melezler

Gaël Faye melezmiş. Annesi Ruandalı, babası Fransız. Eh! Gerçi her halinden Afrikalılık bilinci akıyor ama, yine de... Her durumda insana bir Ruandalı görmek iyi geliyor

Müzisyen, aynı zamanda romancı. İki romanı var. Bir Fransız televizyonunda bir gazeteciyle son romanı üstüne konuşuyorlar. Kendisi kırk yaşlarında. İnce, hafiften çocuksu, anlam dolu yüzlerden biri. Genç irisi. Adı Gaël Faye. Ruandalı.

Gaël Faye

Tanrım, otuz yıl geçmiş, adları bize şaka gibi gelebilecek -Hutu ve Tutsi- olan o halklar arasında önceleri iç savaş denilen soykırımın patlak vermesinden bu yana. Otuz yıl... Bana sorsalar, eh derim, olmuştur bir on yıl kadar. Uzaktan uzağa haberlerde işittiğimiz.

“Halklar” dedim ama, aynı ülkenin insanları söz konusu. Bizde bazen biri çıkıp bozuluyor bu tür çoğul kullanımlara, “halklarımız” filan demeyeceksiniz. Neden? Türkiye’de bir tek halk varmış. Oysa nasıl da yaygındır, çoktur bu “halk”lar. “Türk halkı” denir tabii yeri geldiğinde. Ama mahalle halkı, köy halkı, caminin önünde toplanan halk, vb., deriz de deriz. Ve “Yaşasın halkların kardeşliği” diye güzel güzel bağırırız.

Neyse işte Ruandalı romancımız, kıyımların ardından başlayan onarım çabalarından söz ediyor. İç savaş sona ermiş ama, iki halk, yani geriye kalanlar aynı “Küçük Ülke”de yaşamaya devam ettiğinden ortalık buz gibiymiş. (Belki tam olarak buz gibilik değil ama, benzer bir soğukluğu İspanya’nın kuzeyindeki küçük yerleşim yerlerinde de hissetmiştim, bizdeki bazen yapay gelen sıcaklığa çok ters bir duygu...)

Ruanda gerçekten de küçücük bir ülke. Açın bakın Afrika haritasına, koskoca kıtanın ortalarına sıkışmış, bakla kadar bir şey. 2023’te nüfusu 14 milyonu pek az aşıyor.

“Zor olmuyor mu?” diye soruyor Fransız gazeteci. Zor olmaz mı, diyor Gaël Faye, “déshumanisation devam ediyor bir yandan”.

Déshumanisation!u duyunca kulaklarım uğuldamaya başlıyor. Türkçeye “insanlıkdışılaştırma” diye çevrilen bu sözcük şu son yıl bizler için de ne kadar tanıdık bir hale geldi! Arada bir Gazze’den de, İsrail’den de birilerinin çıkıp “onlar insan değil ki” dediğini işittik. İran’dan daha çok “onlar şeytan” sözünü işitiriz öteden beri, gerçi yeni değil onlarınki, antisemitizmin en tipik belirtilerinden biri olarak “devrim”den beri dolaşımda.

Ruanda’da bir yandan da onarım çabaları sürüyormuş, adaletin yerine gelmesi için. Önce dört kuşak boyunca susuldu diyor Gaël Faye. Sonra davalar açılmaya başlamış. Milyonlarca dava açılmış. Milyonlarca!

Bu küçük ülkenin dört adet resmî dili olduğunu belirtmeden geçmeyeyim: Fransızca ve İngilizceden başka, Kinyarwanda ve Swahili.

Fransız gazetecinin gösterdiği neredeyse eşite-eşit ve uzun süren ilgi dikkatimi çekiyor. Çünkü genellikle Afrikalı (egzotik!) sanatçılar karşısında daha başka, ne bileyim, haydi sıfatları geçeyim, konuyu fazla uzatmazlar. Saat tutmadım ama, bayağı doyurucu uzunlukta bir konuşmaydı. Kötü yüreğim bu durumun nedenlerini aradı ve şu bilgiyi önemli buldu: Gaël Faye melezmiş. Annesi Ruandalı, babası Fransız. Eh! Gerçi her halinden Afrikalılık bilinci akıyor ama, yine de...

Her durumda insana bir Ruandalı görmek iyi geliyor. Google’un gösterdiği fotolara bakın, cennet bile o kadar güzel değildir, öyle görünüyor. Ülke küçük, soykırım küçük değil.

Sonra da kendi bakışımı yokluyorum, duygularım neler, acaba kendisi Hutu mudur, Tutsi mi sorusu fazla ağır geliyor. Her iki romana da yalnızca göz atabildim, yakın okuma gerekli. Romanlarının özyaşamöyküsel olmadığını söylüyor ama, bu terimden ne anladığımız önemli tabii. İki roman da kendi yaşamöyküsünden esinler içeriyor bana kalırsa. İlk romanı Küçük Ülke Türkçeye çevrilmiş aslında, yeni fark ettim. 2019’da Kafka Kitap yayımlamış.

Son romanı Jacaranda (“Hayat Ağacı”) çıkalı çok olmamış, üç ay kadar. Kitap yeni ama, içerdiği tarihsellik otuz yıl öncesinden başlıyor. Umarım yakında o da Türkçeye çevrilir. Teknik açıdan Küçük Ülke’den daha gelişkin gibi dursa da, ilk izlenim olarak ilkini yeğler gibiyim. İkinci roman ise, konusunun akla “geçiş dönemi adaleti” kavramını getirmesiyle dikkat çekiyor. Dolayısıyla, değerini belirtmek herhalde gerekmiyor.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Taşın altında ne var?

Bahçeli’nin el sıkarak başlattığı Öcalan çıkışı AKP Genel Başkanı’nı zorladı. RTE her zorlukta yaptığı gibi önce uzun uzun sustu, sonra Bahçeli’yi “bilge” mevkiine oturtup överek “elini, hatta gövdesini taşın altına koymak” konusunu değerlendirdi. Belli ki her iki siyasetçi de birbirlerinden kopmayı göze alabilecek durumda değildiler

Trump ve Trevor Noah

Küreselleşmenin sıfır numara emperyal boyutunu Rosa Luxemburg ve Lenin anlatmışlardı. Trevor Noah da bir başka yolu hem içeriden hem dışarıdan aydınlatıyor

Klişeler klişeler

Zora dayalı asimilasyon, terörün bir türüdür; devlet terörünün bir türü ve ağır bir uygulama alanı. Türk cenahından bunu en iyi bilenler, devlet görevlileridir, özellikle de eğitim, öğretim, sağlık ve güvenlik emekçileri

"
"