07 Mayıs 2023

Türküler kardeş; ya halklar?..

.

İşte Kardeş Türküler.
Kaç halkın, kaç dilin türküsü onların dilinde can buldu, bilmek, saymak zor.
Hangi bir örneği söylemeli… İşte Zilan Tigris. 13 dilde türkü söyleyen,
Şubat ayında tiyatrocu eşiyle birlikte deprem enkazında can veren kadın.

Kardeş Türküler grubu 1993'te kuruldu, Boğaziçi üniversitesinden öğrencilerce.
İlk albümü aklımdan gitmez. Pek çok konserlerine gittim.
2003'te lisem Tıbrevank'ın 50. Yıl kutlamalarında Açıkhava Tiyatrosu'nda
Civan Gasparyan'la birlikte konsere çıktılar.
Sevgili arkadaşım Fethiye Çetin'in onardığı, açtığı,
suları şarıl şarıl akıttığı üçüz Habbab çeşmelerinin şırıltısına
türküleriyle eşlik ettiler. Demek 30 yıldır, yılmadan,
ne miras kalmışsa bize, nice miras kalmışsa çevremizdeki bütün
dillere, söz oldular, saz oldular, nefes oldular…

2023'e, Cumhuriyet'in 100. yılına,
ölümcül önemde bir seçim dönemine girmişken
bunu yazmasam olmaz.

Önasya'da yaşıyoruz.
Buraya Kavimler Kapısı da denir.
Boşuna değil, kavimlerin, halkların, çağların gelip geçtiği yer burası,
bu topraklar. Bize, bu topraklarda yaşayacak nesillere miras kalmış.
Alalım, çoğaltalım, yükseltelim, yüceltelim diye.
Vazgeçtim, hiç değilse değerini bilelim diye.
Bilmiş miyiz? Hayır! Bin kerre hayır!
İstila etmiş, talan etmiş, kültürümüz, insanlığımız, anlayışımız
yetmediğinden, kinimiz, hırsımız bitmediğinden olmalı,
tıpkı bütün insanlığın bu mavi gezegene,
yerküremize yaptığı gibi, değerini bilmemiş, kendi ipimizi
ısrarla kendimiz çekmişiz.

Nesini, nasıl, ağlamadan, öfkelenmeden, kahrolmadan söylemeli…

Bu bin bir çiçeğin açtığı bu topraklar bin bir kültüre, bin bir renge mekan olmuş.
Ne güzel! Pek güzel karışmış, harmanlanmış, bugüne gelmişiz, değil mi?
Hayır. Hepsinin izi özenle yok edilmiş, silinmiş.
Bugün kalanlara da tahammül yok!
Kültürü de, izi de, mirası da, hatta bütün canlılar, endemik bitki türleri,
yaşayan her şey, her canlı "harcanabilir" listesine konulmuş, katledilmiş.

Nedir bu?
Nedir bu gaddarlık! Nedir bu barbarlık! Nedir bu vahşet!
Lime lime doğradınız, kıydınız, katlettiniz.
Ve hepsini "kutsal devlet" için, devlet içinde yaptınız.
Yapılanları sayıp dökmeye, anmaya anlatmaya benim dilim yetmez, kalbim dayanmaz.
Yapmış etmiş, bir ulus, bir ulus devlet yaratmışız.
O ulus devlet, o ulus, o devlet, işte bugünkü ulus, bugünün devleti.
Alın gönenin, övünün, güvenin…

Ama, burada, bu durumda bırakmayalım hikayemizi. Böyle sürmesin tarihimiz!..

Türkülere dönersek…

Yunus Emre'nin, Dadaloğlu'nun, Köroğlu'nun, Pir Sultan Abdal'ın,
Erzurumlu Emrah'ın, Kul Halil'in, Kazak Abdal'ın, Everekli Seyrani'nin,
Mahsuni'nin, Tokatlı Kul Himmet'in, daha böyle nicelerinin ve ağıtların, güzellemelerin,
koçaklamaların, hoyratların, koşmaların, taşlamaların, nefeslerin, semahların, bozlakların sesini
duyunca; bu zulmün yüzyıllardır sürüp gittiğini dinleyip görüp anlayınca… Ne yapmalıyız?
Şu gelen 14 Mayıs'ta tüm bunlara dur deme umudunun kapısını aralayabilecek miyiz?

Bütün bu uçsuz bucaksız zulmün meçhul olmayan failleri duymazlar ama,
biz 16. yüzyıldan, Mimar Sinan yüzyılından seslenen Kul Himmet'i dinleyelim.

Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Dünya kadar malın olsa ne fayda
Söyleyen dillerin söylemez olur
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda

Sen söylersin söz içinde sözün var
Çalarsın çırparsın oğlun kızın var
Şu dünyada üç beş arşın bezin var
Tüm bedesten senin olsa ne fayda

Kul Himmet üstadım gelse otursa
Hakkın kelamını dile getirse
Dünya benim deyi zapta geçirse
Karun kadar malın olsa ne fayda

Ne götüreceksiniz yanınızda?
Bir seccadeniz de olmayacak…

Aklımızı başımıza toplamanın,
bu gidişe topyekün "Hayır!" demenin, "Dur!" demenin,
"Yeter!" demenin zamanı gelmedi mi?
En değerlilerimizin rehin tutuldukları zindanların kapılarını açmanın zamanı gelmedi mi?
Türküleri, halkları özgür kılmanın, ırmakları akmaya,
ormanları yaşamaya kavuşturmanın zamanı gelmedi mi?

İşte 14 Mayıs. Sandık karşıda.
Bu nemrut, ceberrut düzeni gömme zamanı.
Şimdi hesap zamanı. Haydi, sandık başına!

(Nafile bir bekleyiştir benimki belki.
Lakin bekleyiş umudun öteki adıdır belli ki.)

Ötekileştirmek, nefret ve kin, hiçbirinin gereği, gerekçesi yokken,
muktedir kesimin sofrasının ana yemeği haline geldi.
Aksırıncaya tıksırıncaya, tıkanıncıya kadar yediler, yiyorlar.
Hem afiyet olsun, hem boğazlarında kalsın, haram olsun.

Ve halk? Bu halk? Halk hesap sormadı.
Umuyoruz şimdi soracak, hesabı kesecek. 14 Mayıs'ta.

Öte yanda bambaşka bir gerçek var. Asıl gerçek olan bir gerçek.
Yaşamın ana damarı. Sağır kulaklar duymasa da akan, çağlayan bir gerçek.
İnsanoğlunun aynı, bir ve kardeş olduğunu haykıran bir gerçek.

Toros Apik benim değerli bir kardeşimdir.
İnançlı, dirençli, okuyan, düşünen bir insan.
Aşağıdaki onun pek çok hikayesinin birini anlatan bir öyküdür.
Bir bakın. Ne nedir, ne niçin olmuştur, insan nedir ve kimdir,
bunu bir daha düşünmek için.

Ve bir başka dünya, bir başka hayat mümkün mü?
Bunun izleri geçmişte var mı, olmuş mu?
Ve nasıl kaybedilmiş kaybedilen.
Bu güne, bugünlere, bu karanlık günlere nasıl gelmişiz,
bunu anlamak, bunu düşünmek, zulmetten ışığa çıkmak için.

Yazarın Diğer Yazıları

"Ferman padişahın..."

Bu konuyu parça bölük daha önce de yazdım. Lakin ne yaparsın, bu ülkede 10-20 yıl önce yazılanlar da günceldir; yayımla, yadırganmaz... Korkarım bu gidişle gelecek de güncel olacak. 20 Eylül Pazar günü Ruhi Su'nun 30. ölüm yıldönümü nedeniyle bir anma gecesi düzenlendi. Ruhi Su Dostlar Korosu, Boğaziçi Caz Topluluğu konser verdiler. Onun yaşamından, şiirlerinden kesitler, örnekler dinledik. BBC Türkçe radyosunun 1975'te Londra'da onunla yaptığı görüşmeyi izledik. Konuşmacıydım. Söylediklerimin özeti şöyle...