Sevgili Hakan,
Sen herhalde gazetelerdeki iç ve dış siyaset haberlerini dikkatle izliyorsundur. Magazin sayfalarını es geçiyorsundur sanırım. Peki, ya ölüm ve cinayet haberlerini okuyor musun?
Ben son zamanlarda hem magazin, hem de ölüm ve cinayet haberlerini daha dikkatle takip etmeye, bu açıdan Rusya ve Türkiye’yi kıyaslamaya başladım.
* * *
Maşallah, Rusya kısa sürede öylesine “gelişti” ki, magazin sayfaları, sizin gazetelerin on yıllara dayanan tecrübeyle yazıp çizdiklerinizden pek aşağı kalmaz oldu. Ünlü insanların, özellikle de şarkıcıların, artistlerin, ekranlarda görünen gazetecilerin ve sporcuların özel hayatlarının ve cinsel tercihlerinin neredeyse bütün ayrıntılarını biliyoruz artık. Kim, kiminle, nerede, ne yapmış; kaçırmıyoruz. Paparazzilikse Ruslar onu da yapabilirmiş meğer.
Gazetecilikte eski Sovyet ekolü, ya da “Pravda-İzvestiya” çizgisi birdenbire, 15-20 yıl içinde nasıl tanınamaz hale geldi! Artık hem haberin ve yorumun alâsı bizde, hem de dedikodunun! (Sen elbette Rus dilinde “pravda”nın “gerçek”, “izvestiya”nın “haberler” olduğunu biliyorsundur. Peki, Sovyet dönemlerinde halk arasında gizlice fısıldanan “Pravda’da – gerçekte – haberleri bulamazsın, İzvestiya’da – haberlerde – de gerçeği” deyişini duymuş muydun?)
İşte son günlerde Rus medyasının sürekli işlediği bomba magazin haberimiz: Şarkıcı Philipp Kirkorov ile rejisör Marina Yabloçkova barışmış! Hayır, aralarında aşk ve ayrılık falan yoktu. Daha önce de defalarca gazetecilere küfreden ve saldıran Kirkorov, geçenlerde bu kadıncağızı bir güzel dövmüş. Sonra da miktarı açıklanmayan yüklü bir para karşılığında (Marina, geçen hafta 350 bin dolarlık teklifi reddetmişti) barışmışlar.
Sizin gazetelerin “Rusya’nın Tarkan’ı” diye tanıttığı, Türkiye’ye birkaç kez gelen Kirkorov’u yakından gördün mü, bilmiyorum. Tüm “yumuşak” tavır ve konuşma stiline karşın, adam 1.99 boyunda. (Putin’in elinden ödül alırken, ikisi arasındaki boy farkı çok belirgindi.) Kim bilir, kızı ne hale getirdi. Sonra da “Ben yılda iki kez kriz geçiririm. Merak etmeyin, tedavi oluyorum” diyerek ve elini cebine atarak işi kapattı. Hatta bazı magazin uzmanlarının pek de anlamadığım yorumlarına göre, bu tatsız olay yardımıyla “PR yaptı”…
Bu arada Başbakan Putin’in, 27 yaşındaki jimnastikçi ve milletvekili Alina Kabayeva ile aşkının sürdüğü ve oğullarının gözden ırak bir yerlerde büyüdüğü haberleri de zaman zaman dedikodu sayfalarına taşınıyor. Ama bir zamanlar bu haberle atak yapan Moskovskiy Korrespondent gazetesinin kapanmasından sonra, artık çok daha seyrek, çok daha küçük ve “birilerinin iddiası” olarak, çok daha utangaç bir dille…
İşte dedikodu dünyamız ve magazin sayfalarımız bu tür “haberler” ile dolu ve Türk gazetelerinin hiç gerisinde değil.
* * *
Gelelim ölüm ve cinayet haberlerine. Şu sıralarda bizdeki ölüm haberlerinin bir kısmı, malum, soğukta donanlar üzerine. Batı’da ve bu arada Türkiye’de genellikle bu tür haberler anlaşılmıyor: “Ne soğuk ülke, sokakta insanlar donup ölüyor!” yorumları yapılıyor.
Evet, doğru, ama donanların hemen hemen hepsi alkol bağımlısı. Bunların büyük bölümü evsiz. Yani devletin ve toplumun terk ederek zaten yok saydığı zavallı insanlar. Çoğunlukla sokakta ve garda yaşadıklarından ve buldukları parayı votkaya yatırdıklarından dolayı, günün birinde başlarına böyle bir son geliyor. Ve kimsenin (devletin de, toplumun da) umursadığı yok!
Bir de hemen her gün sahte, kalitesiz ve “zehirli” votka ve başka alkollü içeceklerden ölenler var ki, yılda bu tür 40 bin civarında ölüm olduğu ve yine devlet ile toplum bunu önemsemediği için, bu haberlere de pek ilgi göstermiyoruz nedense.
Benzer bir durum ve umursamazlık da, trafik kazalarıyla ilgili.
İşte burada, hem mantalite, hem veriler, hem de haberlerin medyada yansıtılması konusunda Rusya ile Türkiye’nin neredeyse hiç farkı yok!
Sürücülerimiz (Ruslar ve Türkler) sanki aynı kursu bitirmiş. Uydurma, kıytırık, “parayı bastır ehliyeti kap” misali!.. Ve kafalarının içinde hep aynı cümle yankılanıyor: “Bana bir şey olmaz!” Ve basıyorlar gaza! Ondan sonrasını biliyoruz: Bir sıçrıyor çekirge, iki sıçrıyor, üçüncüde kanlı final... Her bir kazadan sonra “bu son olsun” dilekleri ve nutukları… Aynı anda direksiyon başına geçen “bana bir şey olmazcı” öteki şoförler… Hikâyelerimiz hep aynı…
* * *
Ancak cinayet haberlerinde epeyce farklıyız doğrusu. Bizde cinayetlerin bir kısmı yine “alkolün yan etkilerinden”. Bir kısmı para ve mal için (sizde de öyle). Bir kısmı “mafyavari” (sizde de öyle).
Amaaa… Bir de “namus cinayetleri” var ki, o sizi bizden ayırıyor işte.
Türk gazetelerinde “Yan baktı, vurdum” veya “Omuz attı, deştim” türünden haberleri hâlâ boş boş bakarak ve pek fazla anlamadan, dehşetle okuyorum. Nasıl yani? Adamın bir bakışını, bir sözünü veya bir çarpışmayı bahane ederek bir anda onu öteki dünyaya, kendini de hapse gönderivermek o kadar kolay mı? Hiç mi değeri yok insan hayatının ve özgürlüğün?
Anlayamıyorum. Ve bizde bu türden haberlerin olmaması sanırım benim bu işi anlayamamamın nedenlerinden biri.
“Küfretti, çekip ateş ettim” türü haberler de aynı şekilde.
Ben belki de dünyanın en çok küfürlü konuşulan ülkelerinden birinin yurttaşıyım. Ama bizde küfür insanı aşağılamak ve ona duyulan şiddetli tepkiyi ifade etmek için kullanılır yalnızca. Elbette küfürlerin içinde ana da olur, sülale de olur… Ama doğrusu, küfredilen kişinin, küfür kelimelerindeki eylemi bir anda gözünün önünde canlandırarak gerçekleşme ihtimalini bu kadar önemsemesi ve “namusunu koruma” misyonu ile çekip öldürmesi pek rastlanan bir şey değildir.
Küfredene küfredersin, güler geçersin, ya da çok kızıyorsan kavgaya girişirsin. Ama biz “anaya küfreden” adama kızar ve cevap verirken, işin içinde “anamız” yoktur. Biz, o ve bir de bize hakaret vardır, o kadar!
* * *
Rus erkeklerinin zaafları ve vurdumduymazlığı üzerine çok yazdım, daha da yazacağım. Ama Türk erkekleri de, tüm heybetlerine ve görünüşte kendilerine güvenlerine karşın, gerçekte epeyce zayıf ve kırılgan sanırım.
Kendilerini bulma ve kanıtlama yöntemlerinin başında, yakınlarındaki kadınlara “sahip çıkma” fonksiyonu geliyor. Yani ana, eş, kız kardeş, kız arkadaş ve çevredeki başka kızların ve kadınların “namuslarına bekçilik”, pek çok Türk erkeği açısından birkaç adım sonra ölüm kalım meselesi bile olabilecek potansiyelde bir görev. “Öteki erkek” yan bakarsa da, evlenmek isterse de, evliyken “bir yanlış yaparsa” da…
Bütün bunlar, kadına akraba veya yakın olan erkeğin onurunu zedeliyor, onu şahlanıp esaslı bir karşılık vermeye, onaylamadığı tavırları “affedilmez suç” olarak görüp intikam almaya mecbur ediyor. Bunu yapmaz da sineye çekerse, çoğu kez “erkeklik”, “onur”,”namus”, “şeref” bitiyor. Dolayısıyla bu tür sorunlar, “… ben de çekip vurdum” savunmasını, yalnız vuranın değil, muhafazakar toplumun gözünde de normal ve hatta “şanlı” bir hale getirebiliyor.
Sonuç? Sonuç ortada. Gazetelerin üçüncü sayfaları ne yazık ki bu tür trajedilerle dolu.
Galiba biraz iç bunaltıcı oldu bu haftaki mektubun sonu. Ama ne yapalım, hayatımız böyle. Hayatımız ve medyamız…
Sevgiyle kal.
Nataşa