09 Aralık 2023

PISA 2022 sonuçları eğitimdeki kötüleşmeye ayna tutuyor

Türkiye'deki öğrenciler matematik, okuma ve fen bilimlerinde OECD ortalamasının altında puan aldılar!

Türkiye'nin ilk kez 2003 yılında katıldığı Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 15 yaşındaki öğrencilerin matematik, okuma ve fen alanlarındaki bilgi ve becerilerini değerlendiriyor.

Yapılan testler öğrencilerin karmaşık problemleri ne kadar iyi çözebildiklerini, eleştirel düşünebildiklerini ve etkili iletişim kurabildiklerini araştırıyor. Bu da eğitim sistemlerinin öğrencileri gerçek hayattaki zorluklara ve gelecekteki başarıya ne kadar iyi hazırladığına dair fikir veriyor.

Ortada bir başarı yok!

OECD bugünlerde 2022 yılına ait PISA sonuçlarını açıkladı (1). İktidar bu sonuçları eğitimde bir başarı varmış gibi bizlere sundu.

Ancak gerçekte, Covid-19 Pandemisi nedeniyle OECD genelinde PISA puanlarında ortalama bir düşüş yaşandığı için, Türkiye'nin puanları ile OECD ortalaması arasındaki açığın daralması söz konusudur. Yani Türkiye'de eğitim alanındaki kötüleşme sürüyor.

Nitekim aşağıdaki grafikte pandemi öncesinde (2018) seçilmiş bazı ülkelerdeki gençlerin okuma, matematik ve fen yeterlilikleri gösteriliyor. (2) Şekil her ülke için başlangıç düzeyindeki çok yönlü öğrencilerin (her üç alanda da Düzey 2 ve üzeri puan alan) payını gösteriyor. Ülkeler, başlangıçta çok yönlü olan öğrencilerin yüzdesine göre azalan sırada sıralanıyor. Buradan da pandemi öncesinde Türkiye'nin, OECD ortalamasının oldukça altında olduğu görülüyor.

PISA 2022'nin Türkiye'deki öğrencilerle ilgili bazı temel bulgularını özetlersek:

Türkiye'deki öğrenciler matematik, okuma ve fen bilimlerinde OECD ortalamasının altında puan aldılar!

Öğrencilerin sadece yüzde 71'i okuma alanında Düzey 2 veya daha yüksek bir seviyeye ulaştı (OECD ortalaması: Yüzde 74).

Eğitimde başarının da genelde sınıfsal bir konu olduğu bir kez daha kanıtlandı!

"Türkiye'de sosyo-ekonomik açıdan avantajlı öğrenciler (sosyo-ekonomik statü açısından en üstteki yüzde 25'e ait olanlar) dezavantajlı öğrencilerden (en alttaki yüzde 25'tekilerden) matematikte 82 puan daha iyi performans gösterdi."

Kız öğrenciler okumada daha başarılı!

Erkek ve kız çocuklar matematikte ortalama olarak benzer performans sergilerken, kızlar okuma alanında erkeklerden 25 puan daha iyi performans gösterdi. Kızların yüzde 23'ü ve erkeklerin yüzde 35'i okuma alanında 2. seviyenin altında puan aldı.

Öğrenciler genelde mutsuz!

Çalışmanın en önemli sonuçlarından biri, öğrencilerin yüzde 28'inin okulda kendilerini yalnız hissetmesi, yüzde 26'sınınsa okulda dışlanmış veya bir şeylerin dışında kalmış hissetmesi (bu konuda OECD ortalaması sırasıyla: yüzde 16 ve yüzde 17). Böylece 2018 yılına kıyasla, Türkiye'de öğrencilerin okula aidiyet duygusu azaldı. Öğrencilerin yüzde 44'ü ise hayatlarından memnun olmadıklarını bildirdiler.

Yetişkinlerin durumu da parlak değil!

Son olarak, temel eğitime ilişkin bu kötü durumun yetişkinlere nasıl yansıdığına bakalım.

Aşağıdaki grafik seçilmiş bazı OECD ülkelerinde en düşük okuryazarlık ve aritmetik seviyesine sahip yetişkinlerin yüzdesini gösteriyor (2012, 2015 ve 2019 yılları). Yani hem sayısal hem de okuryazarlık alanında 1. Düzey veya altında başarı gösteren 16-65 yaş arası yetişkinlerin yüzdesi veriliyor. Ülkeler azalan yüzde sırasına göre sıralanıyor. (3).

Görüldüğü gibi Türkiye, OECD ülkeleri arasında en düşük okuryazarlık ve aritmetik seviyesine sahip yetişkinlere sahip dördüncü ülke konumunda.

Sonuç olarak

Eğitim alanındaki bu kötüleşme tesadüf değil. Üstelik bu kötüleşme yükseköğretim ve üniversitelerde çok daha hızlı bir biçimde sürüyor.

Bu durumu, ülkede uygulanmakta olan neo-liberal Siyasal İslamcı /milliyetçi stratejik ortaklığının ve giderek kötüleşen gelir dağılımının eğitim alanına yansıması olarak değerlendirmek çok daha doğru olur.

Bu gelişme bize ünlü İtalyan Marksist Gramsci'nin hapishaneden, diğer şeylerin yanı sıra, din eğitiminin ilkokullarda zorunlu hale getirildiği 1923 tarihli Gentile Reform Yasası'na yaptığı keskin eleştirileri hatırlatıyor. Zira Gentile'nin sözde eğitim reformu, sadece din eğitimini zorunlu kılmamış, aynı zamanda ortaokula kabul için zorunlu bir giriş sınavı da getirmişti. Gramsci'ye göre bu sınav üst sınıflara mensup çocukları ayrıcalıklı kılmayı, işçilerin ve köylülerin çocuklarını ise teknik ve mesleki eğitim okullarına göndermeyi amaçlamaktaydı. (4)

Üniversitelere gelince, bu kurumlar dar siyasal ve ekonomik çıkarların esiri haline geldiklerinde, bilim ve akademide yaratıcılığı beslemek için işlev göremezler, toplumun teknolojik ve ahlaki olarak büyümeye devam etmesine yardımcı olma kapasiteleri azalır. Devletin -ya da daha kötüsü iktidardaki siyasal partilerin- yaratıkları haline gelirler ve onun çıkarlarına hizmet eden ideoloji değirmenlerine dönüşürler. Siyasal İslamcı/Milliyetçi İktidar Blokunun üniversiteleri ele geçirmesinin bizi karşı karşıya bırakacağı acı sonuç tam da budur.

Kuşkusuz böyle üniversitelerin, Gramsci'nin öngördüğü gibi, işçi sınıfının toplumu dönüştürmesine yardımcı olacak uygun niteliklere ve becerilere sahip, dayanıklı ve zeki "organik entelektüeller” yetiştirmesi de beklenemez.

Bugün ihtiyacımız olan şey ise şudur: En alt basamaktan en son basamağa kadar, anadilinde, laik ve bilimsel temelde yüzünü emeğe ve doğaya dönmüş öğrencilerin yaratıcı kapasitelerini geliştirirken, aynı zamanda onlara eleştirel, sosyal farkındalık sahibi düşünmeyi öğreten, onları akıl yürütmeye, soyut ve şematik düşünmeye teşvik ederken, bu soyutlamalardan gerçek ve dolaysız hayata geri döndürebilen, yani somut yaşam ile bağlarını kurdurabilen canlı, ilerici bir eğitim sistemidir.


Dip notlar: (1) https://www.oecd.org/publication/pisa-2022-results/country-notes/turkiye (7 Aralık 2023).

(2) OECD (2018[67]), PISA veritabanı 2018, www.oecd.org/pisa/data/2018database/ temel alınarak hesaplanmıştır. Bkz: www.oecd.org/skills/piaac/publicdataandanalysis, s. 150.

(3) OECD (2012[64]), (2015[65]), (2019[66]), Yetişkin Becerileri Anketi (PIAAC) veri tabanlarına dayalı hesaplanmıştır. Bkz: www.oecd.org/skills/piaac/publicdataandanalysis, s. 149.

(4) https://mronline.org/a-rose-for-gramsci (18 November 2023).

Mustafa Durmuş kimdir?

Akademisyen, yazar, ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, 1956 yılı Kelkit'te doğdu. 1977 yılından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

'Güney Kore'de İhracata Dönük Kalkınma Modeli' üzerine doktora tezi yazdı (1989).

TÜRK-İŞ'e bağlı YOL-İŞ Federasyonu'nda eğitim uzmanı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde asistan, Birleşik Krallık York Üniversitesi'nde misafir araştırmacı, Gazi Üniversitesi İİBF'de öğretim üyeliği ve özel sektörde üst düzey yöneticilik yaptı.

Halen Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Maliye bölümü öğretim üyesi ve T24 yazarı. Makalelerini yayımladığı 'Alternatif Akademi' adlı bir bloğu ve Kapitalizmin Krizi (2009), Kriz Darbe Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (2018), Büyük Değişim-Popülist Otoriterlik (2019) adlı kitapları var.

Yaşamın Temel Ekonomisi (2021), Dünya Ekonomisini Anlamak I (2021) ve Siyasi Ekoloji (2022) editörlü kitapların da yazarları arasında.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sermaye, işçilere açlık sınırının altında bir asgari ücreti layık görüyor!

MÜSİAD’ın asgari ücret önerisi iktidar bloğunun enflasyonla mücadele politikası ve beraberinde gelen mülksüzleştirme, kitlesel yoksullaştırma ve gelirin alt gelir gruplarından alınıp üst gelir gruplarına transferi projesi ile son derece uyumludur. Siyasal iktidarı arkasına almış olan sermaye sınıfı işçi sınıfına karşı belki de ülke tarihinde görülmemiş bir sınıf savaşını yürütüyor

Sahi bu iktisatçıların derdi ne?

Emekçilerin, halkın yanında yer alan iktisatçıların, akademisyenlerin enflasyon ve asgari ücrete yapılacak zam konusunu “beklenen-hedeflenen enflasyon, hangisi olmalı?” tartışmasına sıkıştırmadan analiz etmeleri ve daha da önemlisi yaşanabilir, çağdaş ve adil bir ücret düzeyi savunusu yapmaları gerekiyor

Yunanistan işçi sınıfı Filistin halkının yanında ya biz?

İsrailli ve Türk iş insanlarının yani iki ülke burjuvazisinin ticaret ve kảr söz konusu olduğunda nasıl iş birliği yapabildiği, farklı ulus, din ya da inançlara sahip olmanın kapitalist kảr karşısında nasıl önemsizleştiği açıkça görülüyor

"
"