İslami kesim 1980’lerden beri laiklikle ilgili görüşlerini yasakçı laiklik olarak tanımladıkları Türkiye’deki laiklik uygulamasının eleştirisi temelinde şekillendirdi. Yasakçı laikliğin, laikliği devletin dinden bağımsız olması olarak anladığını, oysa asıl laikliğin dinin devletten bağımsız olması olduğunu söyledi.
Fakat dindar ve laik basın üzerine yaptığım araştırmalarımda 1990’lardan beri muhafazakar basında yazan yazarların dinin hem sosyal hayatta hem de devlette daha fazla rol oynamasına önemli destek verdiğini bulmuştum. Yani dinin hem toplum hem de devlet üzerindeki etkisinin artmasına. Sadece sosyal hayatta daha fazla din talebi, dinin devletten bağımsızlaşması anlamında laikliği destekleyebilirdi. Ama her iki talep bir arada olunca, devlet eliyle belli bir dini anlayışın sosyal hayatta pompalanması ihtimali de ortaya çıkıyordu. Sadece dinin toplumsal hayatta devletin kısıtlamalarından bağımsızlaşması değil. Yani dindar sosyal mühendislik.
AKP iktidarları döneminde her ikisi de oldu. Başörtüsü gibi dini giysi üzerindeki kısıtlamaların kalkması dışında dinin devletten bağımsızlaştığını düşünmüyorum. Diyanet’in gelişimi bunun en bariz göstergesi. Dini radikalizmin büyük tehlike olduğu bir coğrafyada Diyanet kurumu gibi bir kurum gerekli olabilir. Kaldırılması gerçekçi değil. Devlet eliyle din eğitimi için de aynı şey geçerli. Ama Diyanet küçülmek veya demokratikleşmek yerine gitgide büyüdü. 2002’den bu yana personeli yüzde 63 (sadece son üç yılda yüzde 45), bütçeden aldığı pay iki kattan fazla artmış. Bu devletin din üzerindeki vesayetinin azalmak yerine arttığını gösteriyor.
Helsinki Yurttaşlar Birliği ve Konda’nın geçen hafta açıklanan Diyanet İşleri Başkanlığı araştırmasında bu konuda ilginç bulgular var. Toplum Diyanet’in demokratikleşmesine ve çoğulculaşmasına destek veriyor. Diyanet İşleri Başkanı atanmasın seçilsin, kadınlar daha çok temsil edilsin, Alevilere ve başka gruplara da kendi ihtiyaçları doğrultusunda hizmet verilsin, cemevleri onlar için ibadethaneyse devlet de öyle kabul etsin diyor. Yani dinin nasıl yaşanacağını devleti temsil edenler veya tek bir anlayış belirlemesin diyor.
Öte yandan devletin dinden bağımsızlığı da gittikçe aşındı. Dinin devlet üzerindeki etkisinin ve vesayetinin arttığı açık. Atamalarda, kadrolaşmada, hükümetin ve devlet görevlilerinin söylemlerinde, yasa ve politikaların gerekçelendirilmesinde dinin—daha doğrusu dindar görünenlerin veya din adına hareket ettiğini iddia edenlerin—ağırlığı gitgide arttı. Bu durum kaçınılmaz olarak dinin dünyevi çıkarlar için araçsallaştırılmasını beraberinde getiriyor.
Öte yandan laik partiler de laikliği uzun süre hayat tarzı ve giysi üzerinden korumaya çalıştılar. Oysa laikliği düşünce özgürlüğü ve kadın erkek eşitiliği gibi değerler üzerinden savunsalardı belki bugün çok daha iyi bir yerde olurduk. Din adına yapılan her talebe karşı çıkmak yerine daha özgürlükçü alternatifler üretmek daha akılcı değil mi? O zaman din dersleri artarken felsefe dersleri de artar ve birbirini dengelerdi. Örtülü veya kapalı tüm kadınların ekonomik özgürlüğünü, evde ve toplumda eşitliğini savunan, dindar kadınların da sıkı sıkı sarılabileceği bir laiklik anlayışı gelişirdi.
Bu olgular laiklik eleştirilerinde de bir revizyon gerektiriyor. Dinin devletten bağımsızlığını korumak da devletin dinden bağımsızlığını korumak da yaşamsal ilkeler. Bunu başta dindarlar olmak üzere geniş kesimler benimseyebilir. Konda araştırmasından çıkan sonuçlar dinle olan ilişkilerini revize etmek isteyen muhalefet partileri için de çok önemli veriler sunuyor. Diyaneti reforme edecek ve hem dini hem de devleti birbirinden bağımsızlaştırmayı hedefleyen bir vizyon demokratik anlayıştaki laik ve dindar insanlar için ortak bir zemin sağlayabilir.