16 Eylül 2020

Yunanistan’da Kathimerini Gazetesi "vatana ihanet mi" etti?

Keşke en önemli ve tek sorumluluğu ülkede yaşayanlara doğru haber aktarmak olan gazeteciler olayı her cephesiyle görüp yansıtsalar. Türkiye'nin haklı olduğu konularda bile dünyada giderek niye yalnızlaştığı o zaman daha iyi anlaşılır

Uzun süredir arabaya binmeden önce ne kadar süre ile kullanacağımı hesap ederek kendime 'podcast'ten bir konu seçiyorum. Ve yol boyu onu dinliyorum. Eskiden radyolarda takip edilecek programlar oluyordu, aynı zamanda televizyonların tüm haber kanalları da listemde idi, eğer müzik dinlemeyeceksem bu kanallardan haber-yorum alıyordum. Şimdi dinlediğim tek radyo; Açık Radyo. Özellikle sabah saatlerinde Açık Gazete. Zaten sabah kaçırırsam onu da podcast'ten bulup ilerleyen saatlerde dinliyorum. Dün arabayla beklenmedik - hızlı bir yolculuğa çıktım, o yüzden "hazırlıksız" yakalandım. Radyo kanalları arasında dolaşırken bir zamanlar "izlediğim - dinlediğim" bir kanalın kayıtlı frekansında durdum. Konu son günlerin en sıcak konusu Türkiye'nin dış politikası olduğu için dinlemeye başladım. Şu kadarını söyleyeyim 5 dakika tahammül edemedim. "Sunucu" bıraksan binecek bir F-16'ya "yedi düvel ile cenke gidecek". Evrensel gazetecilik ilkelerini geçtim. İktidarın dili, iktidarın sesi… Sorma, sorgulama, farklı bakış açıları yok. Hüküm var, "diğer ülkelere" posta koymak var. Dayanamadım, kapattım.

Meslekte 30 yıl geçti ama gazetecilik üzerine yazmaktan, konuşmaktan hoşlanmıyorum. Aslında bu yazıyı da yazmayacaktım ama Yunanistan'da çıkan Kathimerini Gazetesi'ni görünce bu satırlar "zorunlu" oldu. Gazete neredeyse "savaşa" girecek iki ülkenin Dışişleri Bakanı'na, Yunanistan'ın da Türkiye'nin de, söz hakkı vermişti. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias da Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da gazetenin İngilizce edisyonu için kendi durdukları yeri anlatan birer makale yazmıştı. Dendias "uluslararası meşruiyet"in altını çizerken Çavuşoğlu ön koşulsuz diplomasi çağrısı yaptı. Gazete makaleleri "Atina ile Ankara diyalog provasında" diye sundu. (Makalelerin geniş özetini Gazete Duvar yayımladı.)

Şimdi şöyle düşünelim. Türkiye'de herhangi bir medya organı gazeteciliğin gereğini yapsa, Yunanistan'ın, Fransa'nın, Mısır'ın hükümet yetkilileriyle mesleğin hakkını vererek, her türlü soruyu sorarak söyleşi yapsa ya da benzer şekilde bir makale alsa yayınlasa ne olur? Söyleyeyim: Ne vatan hainliği kalır, ne dış güçlerin maşası yakıştırması… Hakkında casusluktan dava bile açılabilir. Kathimerini'ye ülkesinde böyle bir yakıştırma yapıldı mı, tabii ki hayır. Bir zamanlar Türkiye'de de iktidarların konjonktüre göre "düşman olarak gördüğü" ülkelerdeki liderlerle, kurumlarla söyleşiler yapılıyordu. Kamuoyu farklı görüşlere ulaşabiliyordu. Medyanın büyük çoğunluğu tek bir yerden servis edilenleri, "haber"i değil "propaganda"yı yayımlıyor. Peki bu tek seslilik iktidara yaradı mı yarıyor mu? Sonuçları ortada. Kısa vadede "kazanmış gibi gözükseler de" orta vadede kaybettiler, kaybediyorlar. Çünkü "manşetlere savaşarak iktidar olduk" diyenler "manşetlerle iktidarda kalınamayacağını unutmuş" gözüküyorlar.

Konu Yunanistan oradan devam edelim. T24 yazarı Aydın Engin köşesinde bir "barış hareketi"nin haberini verdi. Kıvılcımını iş insanı Gülseren Onanç'ın çaktığı Türkiye'den ve Yunanistan 350 kadının yükselttiği barış çağrısı… Önemli ve umut vericiydi.

Bitirirken son bir alıntı… Türkiye'de dış politikanın nasıl yalpaladığını gösteren bir uzman görüşü. Yetkin Report'ta emekli büyükelçi Namık Tan yazmış. Baştan sona ders niteliğinde bu yazının beni en çarpan bölümü şu paragraf oldu:

"Birkaç gün önce, İsrail ile ilişki tesis ettiği için Bahreyn, bir Bakanlık açıklaması ile kınandı. İsrail ile ilişkisi bulunan bir ülkenin, İsrail ile ilişki kurdu diye başka bir ülkeyi kınaması, en hafifinden gülünç oldu.

Dışişleri Bakanlığı içinde, böylesine bariz tutarsızlık içeren açıklama yapılmasını herhangi bir profesyonelin teklif dahi edeceğine ihtimal vermiyorum. Muhtemelen, siyasi talimat üzerine yapıldı. Ancak, tarihindeki en önemli değerlerinden biri tutarlılık olan bir kuruma, bu şekilde bir açıklama yaptırılmakla uluslararası planda, güven ve itibar kaybettirilmiş oldu.

Bu açıklama, belki de üzerinde pek fazla çalışılmadan yapılmıştır diye düşünürken, Bakanlık, bu defa Fas'ın, İsrail'e sivil uçuşlar için izin vermesi konusunda bir kınama daha yayınladı. Kendi bayrak taşıyıcısı Türk Hava Yolları'nın (THY) İsrail'e günde 14 seferi varken, böyle bir kınama açıklaması yapmanın, muhataplarınızı gülümsetmekten başka bir sonuç vermeyeceğini, Dışişleri gibi bir kurumun, siyasi kadrolara anlatması ve böyle bir açıklamayı yapmaktan imtina etmesi gerekirdi. Bütün bunlar, dış politikada karar alınırken, stratejik bakış açısıyla hareket edilmediğine ve tutarlılığın gözetilmediğine örnek oluşturdu. Günü kurtarmayı ve sadece iç kamuoyunu tatmini amaçlayan, kısa vadeli siyasi mülahazalarla hareket edildiğine dair eleştirilere haklılık kazandırdı.

Sergilenen tutarsızlık, politikalarımızın inandırıcılığına ve güvenilirliğimize de gölge düşürdü. Erdoğan hükümetinin temel prensipleri dahi ihlâl edildi. Örneğin, Mısır ile ilişkilerimizi, mevcut yönetim darbe ile işbaşına geldiği gerekçesiyle normalleştirmekten ısrarla kaçınan hükümet, Mali'deki darbecilere destek açıklamaları yapmaktan çekinmedi. Üstüne üstlük, Dışişleri Bakanımız, Mali'yi ziyaret ederek darbeciler tarafından ağırlandı."

Ne acı değil mi? Keşke en önemli ve tek sorumluluğu ülkede yaşayanlara doğru haber aktarmak olan gazeteciler olayı her cephesiyle görüp yansıtsalar. Türkiye'nin haklı olduğu konularda bile dünyada giderek niye yalnızlaştığı o zaman daha iyi anlaşılır. Özgür basın herkese iyi gelir. Gerçekler er ya da geç ortaya çıkar. Tüm baskılara rağmen zor şartlarda yayın yapan tüm meslektaşlara da selam olsun.

Yazarın Diğer Yazıları

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

Bir mesafe alınmamış olsa, İmralı’ya gitme konusu gündeme gelir miydi?

Türkiye ocak ayı sonundan itibaren görevi devir alacak Trump’ın yaratacağı belirsizlik, bölgede büyüyebilecek bir çatışma-savaş öncesi pozisyon alma çabasında gözüküyor. Elbette iktidarın bir yandan barış-birlikte yaşam için arayışları öte yanda kayyımdan tutuklamalara yaşanan sertlik görüntüleri “yeni bir mühendislik-algı çabası mı” şüphesini haklı olarak düşündürüyor

"
"