08 Aralık 2024

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

8 Aralık Pazar günü Ortadoğu tarihinin en önemli günlerinden biri olarak kaydedilecek. 54 yıllık Baas rejiminin sona ermesi nedeniyle. 13 yıl önce başlayan Suriye’deki iç savaş El Kaide ve El Nusra geçmişi-kökeni olan Heyet Tahrir El Şam’ın 11 gün önce başlattığı bir harekatla Şam’ın alınmasıyla sonuçlandı. Hemen hiç kimse 27 Kasım’da ‘Saldırıyı Püskürtme’ adıyla başlayan hareketin kolaylıkla Halep, Hama’nın alınışı ardından Şam’ın da ele geçirilmesi şeklinde sonuçlanacağını beklemiyordu. Bu konuda sahadan bilgi sahibi olduğunu ortaya koyan tek isim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan oldu. Geçen Cuma günü ‘Suriye’nin geleceğini belirlemek için Esad’a çağrıda bulunduğunu ancak olumlu bir yanıt alamadığını’ söyledikten sonra ‘şu an itibariyle İdlib’ten sonra Hama, Humus muhaliflerin elinde Şam’a doğru bir ilerleyiş söz konusu’ diyecekti.

Türkiye’nin iç savaşın en başından beri Esad’ın gitmesi yönündeki çabası, Rusya’nın Ukrayna Savaşı nedeniyle, İran’ın İsrail ile ilgili yaşadıkları nedeniyle Suriye’de alanda olmamasının da etkisiyle sonuç almış oldu. Elbette burada Ekim 2023’te Hamas’ın Aksa Tufanı Operasyonu adını verdiği İsrail ile savaşın da bir etkisi olduğunu not etmek gerekiyor. Gazze’de yaşanan soykırım, süreçte Hizbullah’ın da hedefe konulması geniş bir alanda İran etkisini zayıflattı. İran, Suriye, Lübnan Hizbullah’ı, Yemen’deki Husiler, Irak’taki milisler ve Gazze’deki Hamas Direniş Ekseni’ni oluşturuyordu. Ruşen Çakır’ın da altını çizdiği gibi ‘Direniş Ekseni’ tarihe karıştı.

Şimdi soru Suriye’de bundan sonra ne olacak, Türkiye’ye, bölgeye yansıması nasıl gerçekleşecek?

Bu noktada birkaç başlığı açmak gerekiyor.

-Batı/ABD etkisi: Esad rejiminin devrilmesinden en önemli iki müttefikinin Rusya ve İran’ın zayıflaması ana etken kabul edilebilir. Elbette halkına yaşattığı büyük acıları da unutmamak gerekir. Ancak şu da bir gerçek ki 11 günlük harekatla ulaşılan zaferde Batı’nın/ABD’nin etkisi-bilgisi var. Pek çok ülkenin terör listesinde bulunan HTŞ’nin (2018’den beri Türkiye’nin de) lideri Colani’nin CNN International yayınına çıkartılması ve verdiği ‘ılımlı mesajlar’ süreçteki etkiyi düşündürüyor. Colani ‘azınlık’ olarak nitelendirdiği gruplarla ilgili şunları söyledi:

“Kaos dönemlerinde belirli kişiler tarafından azınlıklara karşı bazı ihlaller oldu, ancak bu sorunları ele aldık. Kimsenin başka bir grubu ortadan kaldırma hakkı yok. Bu mezhepler bu bölgede yüzlerce yıldır bir arada var oldular ve hiç kimse onları ortadan kaldırma hakkına sahip değil.”

Ülkeyi-bölgeyi iyi tanıyan emekli büyükelçi Ömer Önhon Yetkin Report’da yazdığı yazıda Batı etkisine şöyle vurgu yapıyor:

“El Kaide ve El Nusra’dan türeyen HTŞ Batılılar tarafından ele alınan, parlatılan ve piyasaya sürülen Suriye’ye uyarlanmış bir Taliban modeli gibi duruyor.” 

-Nasıl bir harita nasıl bir yönetim: Suriye’de iç savaş sürerken bir taraftan ülkeye müdahale eden üçüncü ülkeler ‘toprak bütünlüğünden’ bahsederken öte yandan ‘üçe bölünme potansiyeli’ konuşuluyordu. ‘Sünni’lerin yaşadığı, Nusayri’lerin var olduğu ve Kürtlerin bölgeleri. Şu an itibariyle ülkenin kontrolü iki gücün elinde gözüküyor. HTŞ liderliğindeki gruplar ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG)… Bu durum hem yönetim hem harita anlamında nasıl bir sürece evrilir yakında ortaya çıkar. Ancak görünen o ki Sünni bir İslam devrimi yaşandı (1979’da İran’daki Şii İslam devrimine benzeyen) Suriye pek muhtemel şeriat ile yönetilen bir ülke olacak.

-HTŞ ile SDG yani Kürtler savaşır mı? Bu sorunun tek değil pek çok yanıtı var. SDG ‘etnik ve dini kimliklerin eşitliğine dayalı federal yapıyı’ savunuyor. Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda kurdukları özerk yönetim modelinin sürmesini istiyorlar. HTŞ ile en azından savaşmak istemediklerini belirtiyorlar. SDG’nin önde gelen isimlerinden Mazlum Abdi şöyle konuşuyor: ‘HTŞ ile şu ana kadar hiç savaşmadık. HTŞ ile başta Halep’teki durum olmak üzere alanlarımızın güvenliği için dolaylı ilişkilerimiz var. Yeni bir askeri ve siyasi durum ortaya çıkmıştır. Siyasi çözümden yanayız. Sorunların çözümü için hazırız. Kuzey ve Doğu Suriye çözüm tartışmalarında yer almalı. Topraklarımıza bir saldırı olursa halkımızı koruruz.’

Şam’a gelen HTŞ lideri Colani, Emevi Camii’nde namaz kıldıktan sonra ilk konuşmasında “Savaş bitti zafer ilan ettik, zalim Esad Suriye’yi İran’ın çiftliği yapmıştı” dedi. ‘Savaşın bittiğinin ilanı’ SDG ile diplomasi anlamına mı geliyor göreceğiz. Tabii bu kararda iki ana aktör Türkiye ve ABD olacak.

-Türkiye’nin durumu: Suriye’de yaşananlar Erdoğan açısından şu anki fotoğraf itibarıyla başarı olarak görülebilir. İlk baştan beri görevden gitmesini istediği Esad gecikmeli olarak da olsa gitti. Milyonlarca sığınmacının en azından bir bölümü Suriye’ye dönecektir. Tabii burada doğmuş, okula gitmiş, yaşamını kurmuş pek çok kesimler olduğunu da hatırlamalıyız. Acının-ölümün olduğu yerde konuşmak bana kötü gelse de başta Körfez ve Katar’dan gelen paralarla ülkenin yeniden imarı için yapılacak çalışmalarda Türkiye’den pek çok firma iş yapacaktır. Bunun ekonomiye katkısı olacaktır. Erdoğan ‘Suriye’nin hamisi’ ve uzun süredir savunduğu ‘bölgede kendisiyle konuşulmadan hareket edilemeyecek lider’ vurgularını daha çok dile getirecektir. Kemal Can’ın bu konudaki tespitleri önemli:  

“Öncelikle iktidar, 31 Mart’tan sonra bir daha hiç geri alamayacağına inanılan gündem inisiyatifini geri almakla kalmadı, bir süre geri vermeyecek kadar güçlü hale getirdi. İktidarın zayıf karnı olarak düşünülen Kürt meselesi, göçmen sorunu gibi başlıklar, -en azından bir süre idare edecek- başka bir bağlama oturtuldu. Bahçeli’nin “oransız” çıkışının “milliyetçi muhalefeti” sıçratacağı iddiasının nefesi çabuk tükendi. Senelerdir iktidarın ömrünü uzatan ama tıkanmış “Beka davası” stratejisi, bölgesel etkinlik ve gelecek perspektifli bir takviye imkanına kavuştu. Kürt hareketinin karar vericileri, -ister sıkışma ister kazanımları kalıcılaştırma motivasyonuyla olsun- bir süre süreci “takip” zorunda. Türkiye, bölge denkleminde edindiği rol sayesinde, sorun çıkarmadıkça güç kullanan kimseye “öte git” demeyecek “Trump dünyasına” şimdi çok daha hazır.”

Şu noktanın altını da çizmekte yarar var. Başta CHP muhalefet bu konuda son derece zayıf bir dil-politikaya sahip gözüküyor.

-Suriye’deki Kürtler-Türkiye’nin yeni çözüm arayışı: Cumhurbaşkanı Erdoğan kadar MİT müsteşarlığından beri bölgeyi iyi bilen bir isim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan. Meclis’te bütçe görüşmelerinde Suriye’deki Kürtler için sarfettiği ‘onlar ödevlerini biliyor’ cümlesi önemliydi. Şam’ın alınmasından sonra altını çizdiği şu noktalar da:  

“Biz bundan sonra Suriye’nin yaralarının sarılması için birliğinin, bütünlüğünün, güvenliğinin sağlanması için ne yapabiliriz, el birliğiyle onun mücadelesi içindeyiz. Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için uluslararası güçlerle de birlikte çalışıyoruz. Katar, bu noktada önemli bir partner bizim için. Çalışmalarımızı devam ettireceğiz. Amerika ile de görüşmelerimiz devam ediyor. Özellikle terörizm ve güvenlik konularındaki hassasiyetlerimizi iletiyoruz. Geçiş döneminde Suriye halkı için daha iyi günler görebileceğimizi düşünüyoruz. Cumhurbaşkanımız ne istediği konusunda son derece net, Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmesi bizim için önemli. Bu konuda çalışmaya başladık.”

Fidan’ın bahsettiği ABD ile görüşmelerin ana ekseninin Kürtler olduğunu düşünmek mümkün. Bu arada MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ekim ayından beri sürdürdüğü Öcalan’ı da devreye sokmaya çalışan cümlelerinin bir hazırlığın bilgisini de içerdiği yolunda bir sonuç ortaya çıkıyor. Bundan sonra İmralı ile yapılacak olası görüşmeler de son tablo ışığında gerçekleşecek.

Bitirirken…

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor. Bir cümle de savaştan kaçan sığınmacılarla ilgili. Gelişlerinde, kalışlarında kimi kesimlerce hedefe konan, ötekileştirilen, günah keçisi ilan edilen bu kişilerin eğer gitmek isterlerse en medeni-insani şekilde geri dönmeleri için başta iktidar-belediyeler önlem almalı.

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

Bir mesafe alınmamış olsa, İmralı’ya gitme konusu gündeme gelir miydi?

Türkiye ocak ayı sonundan itibaren görevi devir alacak Trump’ın yaratacağı belirsizlik, bölgede büyüyebilecek bir çatışma-savaş öncesi pozisyon alma çabasında gözüküyor. Elbette iktidarın bir yandan barış-birlikte yaşam için arayışları öte yanda kayyımdan tutuklamalara yaşanan sertlik görüntüleri “yeni bir mühendislik-algı çabası mı” şüphesini haklı olarak düşündürüyor

Bir toplumun ‘ayarlarıyla’ oynamak: Bugün sırada kim var?

İktidar ‘korkut-belirsizlik yarat-yönet’ sisteminin artık iflas ettiğini er ya da geç görecek. Muhalefetteki ayrılıkları genişletip iktidarda kalacağını düşünmek, bunun sürdürebileceği fikrine yatırım yapmak, kendi sürelerini uzatma hesabı yaparken yoksulluğu-adaletsizliği derinleştirmekten başka bir şeye yaramıyor.

"
"