04 Eylül 2019

TÜSİAD ile HDP buluşması: "Korku duvarları yıkılıyor"

İktidarın hedefindeki parti ve yöneticilerle görüşmek son yıllardaki TÜSİAD ‘çekingenliği’ göz önüne alındığında önemli bir gelişme

Gazetecilik hayatımın başlangıç yıllarında ekonomi gazeteciliği yapmıştım. O süreçte yakından izlediğim kuruluşlardan biri de TÜSİAD idi. İktidarlarla ilişki şeklinden hazırlatılan raporlara hep kamuoyunun olumlu-olumsuz gündemindeki bir dernek oldu. Dernek ‘gücünü’ sayıları 4500’e ulaşan üyelerinin ülke ekonomisine yaptığı katkıdan aldı. TÜSİAD üyeleri bugün kamu dışı milli gelirin yüzde 50’sini oluşturur, enerji hariç dış ticaretin yüzde 85’ini gerçekleştirir, kamu ve tarım hariç kayıtlı istihdamın yüzde 52’sini sağlar, kurumlar vergisinin yüzde 80’ini öder. TÜSİAD’ın merkezi İstanbul’dur ama Ankara’da temsilciliği, Londra, Paris, Brüksel, Washington, Berlin’de uluslararası temsilcilikleri, Çin’de ve Silikon Vadisi’nde de ağları vardır.

Genelde devletle ve iktidarlarla iyi geçinirler. AKP öncesi dönemde ve AKP’nin ilk yıllarında ekonomi ile demokrasi konularında kimi eleştirel çıkışları yankı bulmuştur. TÜSİAD’ın en ciddi çıkışı 22 sene önce Bülent Tanör tarafından kaleme alınan Demokrasi Raporu idi. Türkiye’nin 28 Şubat darbe sürecine gittiği günlerde  ana dilde eğitimden Milli Güvenlik Kurulu’nun kaldırılmasına pek çok demokratik önerinin bulunduğu bu çalışma, TÜSİAD’ın kendi içinde bile büyük bir ayrışmaya neden olmuştu. Ama o gün yayınlanan rapor en azından bu kavramların daha çok konuşulmasına neden olmuştu.

Derneğin tarihindeki bir diğer mihenk taşı, Ümit Boyner’in başkanlığı döneminde (2011) ortaya konan anayasa raporu oldu. Derneğin kuruluşunun 40. yılında; 22 akademisyen ve kanaat önderinin, Prof. Ergun Özbudun ve Prof. Turgut Tarhanlı’nın koordinasyonunda ortaya koyduğu raporda anayasa ile ilgili temel hedefler belirtilmişti. Metinde dikkat çeken ve tartışılan şu konular yer almıştı:  

"Yeni anayasa devlet odaklı değil birey ve insan odaklı bir felsefeyle kaleme alınmalıdır. Yeni anayasa milliyetçiliğe yer vermemeli, çoğulcu bir felsefeye sahip olmalı ve farklı kimliklere hak temelli yaklaşmalıdır. Vatandaşlık tanımlamasında 'Türklük' kavramına yer verilmeden vatandaşlık bağı devletle birey arasındaki anayasal bir ilişki olarak tanımlanmalıdır. Demokrasinin yerel düzeyde güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım, yerel yönetimlerin etkinlik ve verimliliğini artıracağı gibi, özellikle Güneydoğu’ya hakim olan Kürt sorununun ve diğer kimlik sorunlarının çözümüne katkı sağlayabilecektir. Yerelleşmenin artırılması koşuluyla üniter yapının güncel ihtiyaçlara cevap verebilmesi mümkün olsa da üniter devlet ilkesinin esnetilmesi ile ortaya çıkan bölgeli devlet yapısı da tartışılabilir."

Tartışmaya açılan bu raporun 2010 referandumu sürecinde, Erdoğan’ın TÜSİAD’ı ve Boyner’i hedef alarak kullandığı "Taraf olmayan bertaraf olur" cümlesinden sonra yapıldığını da hatırlayalım. Boyner sonrası süreç TÜSİAD’ın her geçen gün toplumun diğer sivil toplum kuruluşları gibi sesinin kısıldığı korku ikliminin hakim olduğu dönemler oldu. Zaman zaman yapılan çıkışlar Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından ağır eleştirilere de muhatap oldu. TÜSİAD yöneticileri "Aslında biz eleştiri hakkımızı da doğru bulduğumuzu söylemeyi de hep sürdürüyoruz ama isteyen istediği yerden anlıyor" dese de genel anlamda ‘düşük bir profil’ izleniyordu. Bunun farklı bir faza geçişi 31 Mart seçimlerinin iptali ardından yapılan TÜSİAD toplantısı oldu. Derneğin Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan şöyle bir konuşma yaptı:

"Seçim sonuçlarına itiraz, şüphesiz siyasi partilerin en doğal hakkıdır. Hepimiz bu hak arama özgürlüğüne saygı duyarız. Ancak, seçmen iradesine saygı duyulmasını da isteriz. Hakkaniyetli koşullarda seçim ve seçmen iradesi demokrasilerin tartışmasız en temel niteliğidir. Seçimlere yapılan itirazların niteliği, seçim kanunlarının düzgün uygulanması konusunda herkesin kafasında soru işaretleri yaratmıştır. Seçim kanununda ve uygulamadaki aksaklıkların seçimler sonrasında değil öncesinde giderilmesi, idarenin sorumluluğundadır.  Seçimlere şaibe düşmemesini sağlayacak olan da budur. Unutmayalım! Hukukun üstünlüğü ve demokrasisiz hiçbir şey olmaz.  Ne ekonomi olur, ne de başka bir şey. Ve demokrasinin ilkeleri evrenseldir. Oraya ya da buraya özgü olmaz. Ya bu ilkelere uyulur ve demokratik bir rejim olunur; ya da uyulmaz ve başka bir şey olunur. Darbeler tarihine rağmen Türkiye’de demokrasi hep çalıştı: Her seferinde demokrasiye geri dönüldü. Seçim yoluyla görev devir teslimini de içeren bu demokratik geleneğe gözümüz gibi bakmalıyız."

Dernek 31 Mart seçimlerinin iptali sürecini ağır dille eleştirirken son kayyım atamalarıyla ilgili bir açıklama yapmadı. Ancak 3 Eylül Salı günü aralarında Eş Başkan Sezai Temelli’nin de olduğu HDP heyetiyle görüşerek beraber fotoğraf verdi. İktidarın hedefindeki parti ve yöneticilerle görüşmek son yıllardaki TÜSİAD ‘çekingenliği’ göz önüne alındığında önemli bir gelişme. HDP kaynakları görüşmede kayyım konusunun ilk madde olduğunu bu konuda kendilerine hak verildiğini ayrıca muhalefetteki partilerin yeni bir Anayasa taslağı çalışmaları yaptığından da TÜSİAD yönetimine bahsedildiğini aktardı. TÜSİAD içinden kaynaklar ise görüşmeye ilişkin şu bilgiyi verdi: Olağan parti turu için gelindi. Güncel konular, etkinlikler konuşuldu. Karşılıklı bilgilendirme ve görüş alışverişi yapıldı. Çok parti siyasetine girilmiyor bu tip geniş heyet görüşmelerinde.

Düşük tonlu bu açıklamaya rağmen iktidar tarafından kriminalize edilmeye çalışılan HDP’li yöneticiler ile TÜSİAD Başkanı Simon Kaslowski başkanlığındaki yöneticilerin bir araya gelmesi önemli. Şu an yönetimde olmayan bir üyenin deyimiyle "korku duvarları yıkılıyor"…   

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

Bir mesafe alınmamış olsa, İmralı’ya gitme konusu gündeme gelir miydi?

Türkiye ocak ayı sonundan itibaren görevi devir alacak Trump’ın yaratacağı belirsizlik, bölgede büyüyebilecek bir çatışma-savaş öncesi pozisyon alma çabasında gözüküyor. Elbette iktidarın bir yandan barış-birlikte yaşam için arayışları öte yanda kayyımdan tutuklamalara yaşanan sertlik görüntüleri “yeni bir mühendislik-algı çabası mı” şüphesini haklı olarak düşündürüyor

"
"