02 Eylül 2021

Türkiye’de fiilen, ‘devletin dini İslamdır’, yakında Anayasa’ya da yazılır

Bu ülkede yaşayan ister hâkim ister savcı ister siyasetçi herhangi bir ismin hangi dinin mensubu olursa olsun dua etmesi, ibadet etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Ancak duayı, ibadeti; ülkedeki her dinden, inançtan, Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Sünni, Alevi ya da dinsiz kişinin karşısına çıktığında ‘tarafsız olması-kalması gereken’ bir kurumun, adaletin en yüksek makamının olduğu yerde yapıyorsanız bu ülkede ‘devletin dini adalet değil devletin dini İslam’dır

Türkiye’nin 1921 ve 1924 Anayasaları'nın 2. maddesi ‘Türkiye devletinin dini, dini İslam’dır’ der. 10 Nisan 1928 tarihinde bu madde Anayasa’dan kaldırıldı, 1937 yılında laiklik ilkesi getirildi. ‘Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkilapçıdır’. 

O tarihten bu yana Türkiye laik bir ülke olmaya, özellikle son 10 yıldır laik bir ülke kalmaya çalışmaktadır. 

‘Kalmaya çalışmaktadır’ı biraz açalım. Sondan başlayalım. 1 Eylül 2021 Adli Yıl açılış töreninden. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yargıtay’ın yeni hizmet binasının açılışı ve adli yıl için yaptığı konuşmada "Devletin dini adalettir. Eğer bir devlette adalet yoksa onun hangi sistemle yönetildiğinin, kim tarafından idare edildiğinin, vatandaşlarının hangi inanca ve milliyete sahip olduğunun bir önemi kalmaz" dedi. 

AKP ve adalet kelimelerinin yan yana geldiğinde ortaya çıkan zaten malum, içler acısı durumu bir kenara bırakalım. Erdoğan’ın söylediği ‘devletin dini adalettir’ cümlesinin gerçekliğine bakalım. Bu sözlerden bir süre sonra Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş eline mikrofonu aldı ve dua etti: 

"Hâkimlerimizi, savcılarımızı milletimizi hepimizi adalette daim eyle Allah’ım" diye duaya başladı. Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca üzerinde cübbesi duaya katılırken, Yargıtay’daki hâkim ve savcılar yaşananları ilgiyle izledi. (Gazeteci Alican Uludağ’ın tweet hesabından görüntülere ulaşabilirsiniz.) 

Bu ülkede yaşayan ister hâkim ister savcı ister siyasetçi herhangi bir ismin hangi dinin mensubu olursa olsun dua etmesi, ibadet etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Ancak duayı, ibadeti; ülkedeki her dinden, inançtan, Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Sünni, Alevi ya da dinsiz kişinin karşısına çıktığında ‘tarafsız olması-kalması gereken’ bir kurumun, adaletin en yüksek makamının olduğu yerde yapıyorsanız bu ülkede ‘devletin dini adalet değil devletin dini İslam’dır. 

Yargı aldığı kararlarda İslam dinine atıfta bulunuyorsa devletin dini İslam’dır.  

Ayasofya’nın ibadete açılma törenine, ardından Cuma namazına ülkenin en üst düzey komutanları, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler ve kuvvet komutanları üzerlerinde üniformalarıyla katılıyorsa bu ülkede ‘devletin dini İslam’dır. 

O açılışta Diyanet İşleri Başkanı doğrudan kurucu ismi, Türkiye’yi laik cumhuriyet yapan Atatürk’ü hedef alıp ‘Fatih Sultan Mehmet burayı kıyamete kadar cami olarak kalması için vakfetmiştir. Vakfedileni çiğneyen lanete uğrar’ diye hedef alıyorsa, buna başta muhalefet sessiz kalınıyorsa ülkede sistem değişti demektir.

 Bu ülkenin en büyük felaketlerinden 15 Temmuz darbe girişimine giden sürecin taşlarını Fetullahçılarla beraber ‘ne istediler de vermedik’ diye döşeyenler, Milli Eğitim’den Sağlık Bakanlığı’na hala tarikatlarla iş yapmaya, ortaklık kurmaya devam ediyorlarsa bu ülkede sistem değişti demektir. 

Bu ülkede kadın hakları konusunun en önemli kazanımlarından İstanbul Sözleşmesi tarikatların bastırmasıyla kaldırılmışsa sistem değişti demektir. 

Ülkenin Cumhurbaşkanı Cuma namazı çıkışlarında gazeteci buluşması yapmayı (bir yandaş Cuma selamlığı benzetmesi yaptı) rutine bindirmişse ülkede sistem değişti demektir. 

İçkiden müziğe ‘pandemi ya da başka gerekçelerle’ yapılan müdahaleler doğrudan yaşam tercihini hedef alıyorsa bu ülkede sistem değişti demektir. 

Eğitimde imam hatip liselerinin sayısı artırılırken, o okullardan mezun olanlar devlete yerleşmede özellikle tercih ediliyorsa… 

Dış politikada öncelikler dünya gerçekliği değil ‘İhvan’ kardeşliği haline geldiyse… 

Sporcu kadınların başarıları değil şortları gündemse… 

Bu ülkede sistem değişti demektir. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı gün aynı törende yaptığı konuşmada ‘her ne şekilde olursa olsun, önümüzdeki yılın ilk aylarında kendi anayasa hazırlığımızı milletimizin takdirine sunmakta kararlıyız’ dedi. Millet takdirini ‘referandum’ olarak algılayacaksak AKP ve MHP’nin Meclis’te bunun için yeterli oyu yok. Ancak öyle bir madde içine gelebilir ki muhalefet (en azından bir kesimi) katılmazsa tabanla sorun yaşayacağını düşünebilir. Bu da ‘devletin dini’ konusunun yeniden Anayasa’ya eklenmesi noktası olabilir. Bu bir bilgi değil bir tahmin elbette. Ama fiilen ‘İslam dininin devletin tarafsız kalması gereken ordudan adalete her alanına’ bu kadar yansıdığı bir ortamda bunları konuşmamız, tartışmamız gerekiyor. 

Bir zamanlar bu ülkede başörtülü oldukları için okula alınmayan gençlerin yanında olmuş, Meclis’e başörtülü vekilleri dışlanmasını sözleriyle, yazılarıyla kınamış, imam hatiplilerin dışlanmasına itiraz etmiş bir gazeteci olarak… Türkiye’nin şu anda getirildiği duruma da itiraz ediyorum. 

Bu ülkenin laik-demokratik yapısı çoğu kaos içindeki diğer Müslüman ülkelerden farklı olarak, barış içinde-birlikte yaşamasının en önemli teminatı. Ülkenin savcısı, hâkimi, askeri, her kesimden insanı inancını ya da inançsızlığını özgürce yaşar-yaşayabilir. Üzerinde üniforma, hâkim cübbesi olduğu şekilde bunu göstermesi ‘devletin şeklinin geldiği-getirildiği-getirilmek istenen’ yeri de gösterir. Muhalefetin ‘oy alma potansiyelimiz olan dini hassasiyetleri yüksek tabanı kaybederiz’ diye düşünmesi (daha önce yaşananlara da sessiz kalınması) çok kısa bir süre sonra bu ülkeyi geri dönülemeyecek noktaya getirebilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

Bir mesafe alınmamış olsa, İmralı’ya gitme konusu gündeme gelir miydi?

Türkiye ocak ayı sonundan itibaren görevi devir alacak Trump’ın yaratacağı belirsizlik, bölgede büyüyebilecek bir çatışma-savaş öncesi pozisyon alma çabasında gözüküyor. Elbette iktidarın bir yandan barış-birlikte yaşam için arayışları öte yanda kayyımdan tutuklamalara yaşanan sertlik görüntüleri “yeni bir mühendislik-algı çabası mı” şüphesini haklı olarak düşündürüyor

"
"